Yine kolaycılık hakim oldu medyaya. Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararının uygulanmamasına “Yargı krizi” denilip çıkıldı. İktidar medyasının yanı sıra, FOX TV’den Halk TV’ye, Artı Gerçek’ten Cumhuriyet’e kadar muhalif medyanın da çoğu aynı tanımı kullandı bu meselede.
Halbuki “Kriz nasıl başladı” sorusu sorulsa mahkemeler arası meselenin iki yargı organının çatışmasından ibaret olmadığı görülür. Anımsatayım, kriz Anayasa Mahkemesi kararıyla değil, Can Atalay’ın Hatay milletvekili seçilmesiyle başladı. İktidar sözcüleri, Atalay’ın serbest bırakılmasına baştan itibaren tavır aldı. AYM’nin ihlal kararına uyulmayacağına yönelik ilk işaret de Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’tan geldi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM kararına uymayacağını ilan eden kararını destekledi. Hürriyet Ankara Bürosu’nu ziyaretinde söyledikleri de Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının habercisiydi.
“Yüksek mahkemeler arasında çatışma” yaklaşımını önce Bakan Tunç’tan, daha sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP sözcülerinin ağzından duyduk. Erdoğan’ın Özbekistan’tan dönerken yaptığı açıklamalar Atalay’ın serbest bırakılmaması ve Yargıtay’ın AYM kararına karşı çıkışının arkasında siyasi iktidar iradesinin olduğunu ortaya koyuyordu.
Dolayısıyla yaşananlar yargıdaki bir kriz, kapışma ya da gerginlik değil “siyasi kriz”. Daha doğrusu “yargıya müdahale krizi”. Bu siyasi krizi Anayasa değişikliği için kullanmak isteyen AKP’nin, yüksek yargı arasındaki çatışma gibi topluma sunmak istemesi doğal. Ama gazeteciliğin bir olayı tanımlarken siyasilerin, hele de iktidarın dilini kullanmaması gerek.
Bakın AFP’nin, Gazze’deki haberciliği Türkiye’de çok eleştiriliyor, haklı yanları da var bu eleştirilerin. Ama aynı AFP, kendi ülkesinde “Yahudi karşıtlığını artırma” suçlamasıyla karşı karşıya. CEO’su Fabrice Eris, Senato’daki konuşmasında suçlamaları yanıtlarken, Hamas’ı “terör örgütü” yerine “AB, ABD ve İsrail’in terör örgütü olarak tanıdığı örgüt” diye tanımlamalarının “bağımsız ve tarafsız yayıncılığın gereği olduğunu” vurguladı.
Fries, Le Monde’da yayımlanan demecinde de Charles Péguy'in Dreyfus meselesiyle ilgili “Yalnızca gördüğümüzü söylemeliyiz. Daha da önemlisi, ki bu daha zordur, gördüğümüze şahitlik etmeliyiz” sözlerini anımsattı.
Fries, Hamas’a sıfat kullanılmasına yönelik siyasi baskıya karşı çıkarken çok haklı. Gazetecilik, siyasilerin dilini değil kendi dilini, teşhisini, tanımını kullanmalı. Siyasi iktidarın dilini kullanarak gerçeklerin tarafında yer alınamaz.
Kameralar önünde konuşsanıza
İktidar medyası o gün “Tarihi bildiriye Türkiye etkisi”, “Kilit ülke Türkiye” ve “İİT kınamadan eyleme geçti” coşkusu içindeydi. TV temsilcileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Ortak Zirvesi bildirisine etkisini hararetle anlatıp duruyorlardı.
Sanırsınız Riyad’da öyle mühim kararlar alınmış ki, İsrail anında Gazze’ye saldırıyı durdurmak zorunda kalmış. Bunda da en büyük pay hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imiş! Oysa zirvede İsrail’e ambargo kararı alınmasına karşı çıkan S. Arabistan, Fas, BAE ve Bahreyn’in tavrı belirleyici olmuştu; bildiride yazılanlar laftan öteye gitmiyordu. Dört ülkenin engellemesini de iktidar medyasından sadece Türkiye haber yaptı, öbürleri aktarmadı bu ülkelerin etkisini.
Erdoğan’ın kanatları altında Riyad’a giden gazetecilerin dönüşte uçakta yaptıkları söyleşi, iletişim fakültelerinde kötü örnek olarak okutulacak cinstendi. Erdoğan’ın daha önce “katil”, “zalim”, “darbeci” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüşmesini, dostane poz vermesini, övgüler yağdırmasını soramadılar.
Erdoğan’ın, “cani”, “zalim”, “terörist” dediği Suriye Devlet Başkanı Esad ile yıllar sonra ilk kez aynı karede yer almasını gündeme getiremediler. Bu kadar önemli iki değişimi yok sayabildiler.
Almanya dönüşünde de Cumhurbaşkanı seçiminde “50+1” kuralının değişmesinden söz eden Erdoğan’a, Anayasa’daki “en fazla iki kez seçilme” kuralını anımsatamadılar.
Yapamadıklarından dolayı başlarını öne eğmek yerine bir de Erdoğan ile anı fotoğrafı çektiriyorlar. Hadi o uçak söyleşilerini kameralar önünde yapın da herkes görsün gazeteciliğinizi.
Akıllı kanser ilacı ve umut tacirliği
DHA’nın “Kanserde tarihi adım: “İlk yerli hedefe yönelik kanser ilacı’ olacak” başlıklı haberini Sözcü, Milliyet ve Karar da “tarihi adım” ve “müjde” süslemeleriyle yayımladılar.
Teksas Üniversitesi’ndeki MD Anderson Kanser Merkezi’nde görevli Prof. Dr. Bülent Özpolat, Sağlık Bakanlığı’nın düzenlediği Kurultay’a katılmak üzere İstanbul’a gelmiş, çalışmalarını DHA’ya orada anlatmıştı. Özpolat, “geliştirdikleri iki akıllı kanser ilacının patentini ABD’de aldıklarını ama hastalar üzerindeki klinik deneylerini” Ankara’da yapacaklarını, “Türkiye’nin hedefe yönelik yerli kanser ilacı sahibi” olacağını söylüyordu.
Halbuki Özpolat, eski söyleşilerinde ilacın klinik deneylerini Türkiye’de yapmaktan hiç söz etmiyordu. Üç yıl önce yine DHA ile yaptığı söyleşide “İlk olarak terminal dönem dediğimiz dirençli vakalar üzerinde deneyeceğiz. Daha sonra Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA’e başvuracağız. Bize verilen fonun amacı bu çalışmamızı ilaca dönüştürmek” diyordu.
Bu birkaç yıl içerisinde ne değişti de Özpolat, klinik deneyleri Türkiye’de yapmaya karar verdi? Acaba ABD’de hastalar üzerindeki klinik deneylerin sıkı kurallara bağlanmış olması ya da orada mali destek bulamaması olabilir mi? Keşke bu sorular da sorulsaydı Özpolat’a.
Ama DHA muhabiri, anlattıklarını irdeleyen sorular soramamış, Özpolat’a mikrofon tutmakla yetinmiş. Haberi kullanan gazete ve siteler de hiçbir editoryal çaba harcamamışlar. Sağlık haberlerinde sık rastlanan bir eksiklik bu.
FAZ1 deneyi bile olmayan bir araştırmayı, “tarihi adım” ve “müjde” başlıklarıyla yayımlamak yanıltıcı. Bulunan molekül, gönüllüler ve hastalar üzerinde yıllar sürecek FAZ2-FAZ3 deneyleri sonrasında ilaca dönüşmeyebilir de. Karar’ın “Tümörü durduran ilk yerli ilaç geliyor” başlığındaki gibi şimdiden etkili bir ilaç kabul edilemez.
O yüzden kanser araştırmalarını böyle müjdeli başlıklarla yayımlamak tam bir umut tacirliği. Kanser hastalarına yok yere umut verilmiş oluyor. Bu da bir vicdan sorunu.
“3 dakikada 1 TOGG” abartıydı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Muhalefetin ‘Fabrikası yok’ dediği TOGG'un Gemlik’teki tesislerinde her 3 dakikada 1 araç üretiliyor. Bu sene 28 bin” dediği sırada takvimler 24 Nisan 2023’ü gösteriyordu. Henüz seçim yapılmamıştı; TOGG, AKP’nin seçim kozlarından biriydi.
Erdoğan’ın “3 dakikada bir TOGG” sözleri iktidar medyasında başlıklarda kullanıldı; haberlerde sık tekrarlandı. Fakat fabrikayı gezen gazeteciler bile bu “efsaneyi” araştırmadılar.
Seçimlerin üzerinden aylar geçti. Şimdi iktidar medyası ve TOGG yetkilileri, “3 dakikada 1 TOGG efsanesi”ni unutup, yeni rekorlardan bahsediyorlar. TOGG’un 1 Kasım’daki paylaşımında Ekim ayında 3.567 T10X, Mayıs ayından bu yana ise toplam 9.171 adet #T10X kullanıcılarımızla buluştu” dendi. Eylül ayında üretilen araç sayısı da 2.204 olarak verildi.
Demek ki neymiş? Ne 3 dakikada 1 TOGG üretilebildi, ne de 28 bin araç fabrikadan çıktı!
Gerçek üretim sayıları seçim öncesinde epeyce şişirildi! Gazetecilik yerine propaganda görevlisi gibi davrananlar, abartılı sayıları sormadan sorgulamadan aktarıp kandırdılar insanları.
Hâlâ da şişirmeye devam ediyorlar. Yeni Şafak, beş gün önceki “Kurasız TOGG 2024’te geliyor” haberinde geçen ay günlük üretim kapasitesinin 280’e çıktığını müjdeledi! Ama her nasılsa o günlük üretim kapasitesi TOGG’dan yapılan açıklamayla doğrulanmıyor...
Tekrar haberlerle yatırımcı oltalama
“İslam Memiş, borsa yatırımcısına seslendi: Aldığı üç hisseyi açıklayarak 'Uçuşa hazırlanın’ dedi” başlıklı haber, Günboyu adlı sitede 11 Kasım’da yayımlanmış, Gerçek Gündem ve öbür siteler de oradan kopyalamıştı.
Başlık ve spotun tersine İslam Memiş, “aldığı hisseleri” açıklamıyordu. Tam tersine okurun sayfada uzun süre kalmasını sağlamak üzere çeşitli görsellerle 10 bölüme ayrılmış haberin 8. bölümünde “Manipülasyon yaşanmaması amacıyla aldığı hisseleri detaylıca açıklamayan Memiş” deniyordu. Anlaşılan haberin içeriğini yansıtmayan bir başlık kullanılmıştı.
Ayrıca Memiş’in “yatırımlarını savunma sanayi, teknoloji ve gıda sektörlerine kaydırdığı” belirtiliyordu. Borsa, finans ve altın konularında analizler yapan bir uzmanın hisse satın alması ve bunlarla ilgili yorumda bulunması manipülasyon olur. Ama İslam Memiş’in videolarını izledim, kendisinin hisse aldığına dair bir ifadesi de bulunmuyordu.
Haberleri tararken, Günboyu’nda 11 Kasım’da yayımlanan haberin benzerinin 4 Kasım’da da aynı sitede kullanıldığını fark ettim. Yedi gün arayla yayımlanan iki haberin başlıkları ve görselleri tamamen aynıydı; içeriğinde çok az farklılık vardı.
Yeniçağ grubuna ait bu sitede İslam Memiş’e atfedilen benzer analizler daha önce de defalarca yayımlanmış. Ne yazık ki, haber siteleri, emekliler gibi borsa ve finansman konularında da okur avlamak için bu tür manipülatif, uyduruk haberler yayımlayabiliyor. Biri yayımladığında onlarca site de kopyalayarak servise koyuyor. Haberciliğin düzeyini düşüren bu yöntemde gazetecilerden çok SEO’lar yani okur avlama uzmanları etkili. Gazeteciliğin yeni sorunu…
Tek cümleyle:
- Yeni Akit, daha önce başka demokrat isimlere de yaptığı gibi ülkemizin aydınlık yüzlerinden gazeteci ve sunucu Metin Uca’ya da ölüm haberinde hakaretler yağdırdı; nefret kustu.
- Milliyet’in “Aylığı 50 bin TL’ye işçi bulunamıyor” haberinde işsizlik oranlarından ve iş kazalarındaki artıştan, en çok iş kazasının inşaatlarda meydana geldiğinden söz edilmiyordu.
- BP gibi uluslararası bir şirketin Türkiye pazarından çıkmasını “Petrol Ofisi, BP Türkiye’yi satın aldı” diye haber yapmak, basın açıklaması haberciliğinin çarpıcı bir örneğiydi.
- DHA’nın, tüm medyada aynen kullanılan “5 yaşındaki çocuğun diş çekimi sonrası ölümü” ve sonra da soruşturma açılması haberlerinde Bursa’daki Mesam Özel Diş Kliniği’nin adını yazmayarak sorumluları korudu; İHA ise kliniğin adını ikinci haberinde açıkça yazdı.
- The Guardian, Sputnik, DW, “Astronotların uzayda kaybettiği alet çantası” haberi yaparken Türkiye gazetesi “Kadın astronotlardan uzayda skandal hata” diye cinsiyetçi başlık attı.
- Evrensel’de “Varlık patrona ölüm işçiye” haberinde kullanılan “yanan işçi” fotoğrafı hafif blurlanmasına rağmen travmatikti; şiddet pornografisi içeriyordu.
- Sözcü’nün “Çiğ süte gelen 3 liralık zam raflara yansıdı” haberinde sütün yeni fiyatı yoktu.
- Karar, Takvim ve Türkiye, Milliyet’in “İşte Polatları yakan ihbar mektubu” haberini kaynak göstermeden kullandı.
- Korkusuz, Faslı manken İman Casablanca’nın Posta’dan Alev Gürsoy Cimin’le yaptığı “Kedicik olmaktan nasıl kurtuldum” demecini kaynak göstermeden haber yaptı.
- Sabah yazarları, “Şehir Buluşmaları” adı altında gazetenin reklam gelirlerine katkı için Manisa, Bolu, Ordu, Tuzla, Üsküdar, Gaziantep’ten sonra geçen hafta da Erzurum’a gitti.
- Sözcü’nün “Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne yıldırım düştü” başlığı yanlıştı; yıldırım köprüye değil köprünün yakınına düşmüştü.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Yorum Yazın