Bu hafta vizyona girecek ve gerçek hayattan, sinema perdesine aktarılan hayatın bitmek tükenmeyen yarışı, bu sefer hız tutkunlarını da içine alacak biçimde şekilleniyor.
Sizin “ Gran Turismo”nuz, hangisi? Siz, hangi yollardan geçtiniz, kaç kez pisten çıkardılar haksız yere, hırsla mı yoksa bilinçli olarak, hayatta sadece pistte değil, pist dışında da kimseye zarar vermeden yarışı tamamlamaya çalıştınız. İşte tüm bunlar toplam iki saat on beş dakika içine Yönetmen, Neill Blomkamp tarafından güçlü kadro ile sunuluyor. Senaryo kısmı; Jason Hall, Zach Baylin ve yine yönetmen olarak senaryoya da iştirak eden Blomkamp tarafından hazırlanmış.
Genç, başarılı ve farklı projelerde izleyici ile buluşan Archie Madekwe, Jann olarak simulasyon canavarı bir yarışçının, lisans düzeyinde uluslararası arenada araba yarışlarında sporcu kimliği ile yükselişinin hikayesinde, kendisine Nissan’ın pazarlama yetkilisi ve izleyicilerin hiçte yabancı olmadıkları ve Yüzüklerin Efendisi, Truva gibi filmlerin genç aktörü, Orlando Bloom, olgunlaşmış haliyle karşımızda. Ve film boyunca Jann’a, hem ağabeylik, hem babalık ve koçluk olarak; işi bilen ama sektör tarafından burnu büyükler tarafından pistlerden araba altı teknisyenliğine geçiş yapan, Jack Salter (David Harbour)’in performansı etkileyici.
Film halktan insanların hayal süzgeçlerinden, gerek aileleri gerek çevresel ya da hem alışılagelmiş söylemlerden “kadersel” olarak hem gerçek yerini arayanları hem ailenin çocukların seçimlerinde ilgi alanlarını önce anlamalarını ve onlara sevdikleri alanda ilerlemeleri için inanarak fırsatlar yaratmaları ile başlıyor. Eski bir futbolcu olan babasının gölgesinde, futbolcu olmanın iyi bir gelecek getireceğini düşünen babasına (Dijimon Hounsou) verdiği “inanmak ve güvenmek” kavramlarının işleyişi filmi en başından farklı kılıyor.
KENDİ ÇİZGİNİ TAKİP ET
Tabi ki dünyada görülmemiş olan ve araba yarışı sporcularının kendi tekelinde, Nissan’ın pazarlama yetkilisinin hayali olan ve Japonya’da simülasyon olarak üretilmiş ve Avrupa’da bunu kullanan sanal gerçekliğin uzmanların içinde yarışçı olarak rakip çıkarma hiç hoşlarına gitmeyecektir.
Japon yaratıcının “Benim on yılda yapabildiğimi, bu çocuk bir sene de yaptı” derken, var olan ile komplike olabilmeyi net ortaya koyuyor. Yani bir şey yaptığınızda, kendinizde katmalı, ortada olandan harmanlı ve yeni bir sentez olmalı, işte ona da bazen özgünlük, yaratıcılık deniyor. Herkes de kolay kolay olmayan.
Kolay olmayan, hırslarını kostüm etmiş bireyler için elbette bu hiç de iç açıcı olmayacaktır.
Gerçekte de öyle değil midir?
Alaylı olarak gelirsin, söylenmedik laf bırakmazlar. Kişiler, kendi yapamadıkları noktaları, başkalarının yani ileride önüne çıkacak olanların önünü keserek yaparlar. Bunu araba yarışı pistinden o kadar net veriyor ki, kural tanımayanların dünyasında son tahlilde kimselerin geçemediği zorlu Fransa pistini geçebilecekler mi? Finale kadar sanal gerçeklik ile gerçek dünya arasında gaza basan yönetmen, usta oyunculuklar ile finale gelindiğinde; kim olursan ol, nereden gelirsen gel, sevmeden bir işi yaparsan hele hele o işe ait değilsen, o iş için adanmamışsan kaybetmen kaçınılmazdır. Ve koçun dediği gibi “Bakma sen onlara, sen kendi bildiğini yap ve kendi çizginden git!”
Özetle, esas profesyonellik; kendi iç sesinin çağrıştırdığı dünyadan, yaşayan dünyaya sunabildiğindir ama sadece kendin olabildiğinde. Bunun içinde elbette saf ve tertemiz bir yürek gerekiyor, herkese…
Oyunculuk, anlatılmak istenilen ve samimiyetin beyaz perde ekranından taştığı “Gran Turismo” filmini kaçırmayın!
Yorum Yazın