Memleketin ekonomiden mürekkep bir gündemi var aslında şu anda ama neticede o konuyu uzmanlarına bırakmak en iyisi.
Ben pek de anlayamadığım bana tuhaf gelen 2 konuya değinmek istiyorum. Şaka değil gerçekten anlamıyorum, Lütfü Türkkan bir şehit yakınına söylediği sözlerden dolayı mı mesul? yoksa herhangi bir vatandaşa karşı da bu ifadeleri kullansa aynı şekilde mesul olacak mıydı?
Şehit yakını olmanın toplumsal bir kıymeti elbette var, geleneksel olarak onların sabretmelerine ve sosyal hayatın içinde kalmalarına yardımcı olmak için gösterilecek destek elbette önemli. Ancak şehit yakını olmayan bir vatandaşla, olan bir vatandaşın maruz kaldığı hakaret arasında neden fark olduğunu anlamıyorum.
Şehit yakınlığı, şehitlik gibi kutsal bir mertebe de değil neticede gördükleri ve görmeleri gereken hatır, şehidin hatırı.
O bakımdan Lütfü Türkkan somut olayda bir vatandaşa karşı yanlış yapmıştır, suçsa da bir vatandaşa karşı suç işlemiştir. Aksi durumda siyasilerin şehit yakını olmayan normal bir vatandaşa küfretme hakkı varmış gibi bir sonucun çıkması anormal olmaz.
Mesele suçun şahsiliği meselesindeki durumla aynıdır. Şehit yakını, sırf şehit yakını olmakla masum ya da yasalar önünde imtiyazlı kabul edilemez. Aksi olsa Allah Peygamber Efendimizin 12 amcasından biri olan Ebu Leheb için 'elleri kurusun' der miydi?
O bakımdan konuyu anlamıyorum, Türkkan neticede bir vatandaşa küfür etmiştir, bu da yeterince kötüdür, bedelini de ödemelidir bildiğim ve anladığım budur.
Ben konuyu şehit yakını üzerinden köpürten iktidar tarafının konuyla ilgili siciline de aynı sebeple hiç girmeye gerek duymuyorum.
İkinci anlamakta güçlük çektiğim konu da çok önemsediğim Türk Devletleri Teşkilatı'nın 8. toplantısında yaşanan bazı şeyler. Mesela toplantıda Aliyev'e verilen nişanın üzerindeki yazıyı anlayamadım. 'Türk dünyasının yüce düzeni' gibi bir anlama gelen bir cümle ama İngilizce: "Supreme order of turcik world" neden ki?
Nişanı veren Türk birliği, Nişan verilen Türk. Bu ülkelerin birlikteliğini tanımlama konusunda üzerine en çok atıf yapılan ortaklıkları Türkçe konuşuyor olmaları. Ama dilin en önemli egemenlik göstergelerinden biri olduğu gerçeğini ve İngiliz emperyalizminin en önemli vasıtasının İngilizce olduğunu unutmuş görünüyorlar. Alan Türk veren Türk ortak dil İngilizce mi yani? Bu da bir dış güç mevzusu sanırım.
Dediğim gibi bahsi geçen teşkilatı çok önemsiyorum, pandemi sonrası dönemde ülkemizin kazanacağı düşünülen mevziler açısından son derece önemli bir teşkilat. İşte böyle önemli bir yerde diğer devletlerle ilişkisi eskiye dayanan, bilindik simalarla temsil edilmek önemli bir ayrıntı olsa gerek.
O toplantıda bir de Türkiye adına aksakal olarak atanan Binali Yıldırım olayı var ilgimi çeken. Hemen söyleyeyim yukarıda bahsettiğim saikler nedeniyle o makam Sayın Bahçeli'ye tevdi edilmiş olsa bu yazı burada biterdi.
Aksakal bir yerin en bildik en çok değer verilen bilge yaşlısına verilen bir san. Türk kültüründe de kıymetli bir yeri var. Binali Bey bu özelliklere sahip de olabilir elbette ama kendisinin siyasi kariyerinde Türk dünyası ile ilgili özel bir hassasiyetini ben hatırlamıyorum. Üye ülkelerin kültürleri, tarihleri gibi konulara da bir merakı olduğundan şüpheliyim. O bakımdan bu atamayı da anlayamıyorum, memlekette bir grup insan var ve onlar her işi yapabildiklerinden başkalarına yapacak iş kalmıyor sanırım.
Anlayacak, anlaşılabilecek ya da saçma da olsa mantıklı bir izahı olan pek bir hadiseye rastlayamıyorum ben de. Ben de bazen biraz zorlasan kendini anlayacaksın belki de diyorum ama yok olmuyor... Akıl sağlığımı korumak için dua ediyorum. Allah cümlemize sabırlar versin... Gerçekten hangi günahın bedeli bu diye Candan dinliyor, seni de anıyorum sevgili ağabeyim.
Kaleminize sağlık İnanç Bey.
Harika bir yazı olmuş-kutluyorum. İktidar herşeye tek pencereden bakıyor anlıyorum.Muhalefeti de o pencereden bakmaya zorluyor-işte onu anlamakta zorlanıyorum!