“Gergedan” (Rhinoceros) Romanyalı yazar Eugene Ionescu’nun 1959 yılında yazdığı kara mizahi bir tiyatro oyunu. Almanya’da birebir yaşadığı Nazi faşizminin nasıl insanları sürü haline getirdiğini, daha doğrusu sürü psikolojisini anlatan bir oyun. İnsanlar yeni bir oluşumun tehlikeli olduğunu baştan fark edemiyor;zamanla ona alışmaya başlıyor. Sonunda da bilinçli ya da bilinçsiz o oluşumun parçaları haline geliveriyorlar.
Gergedan’ı seyretmeyenler ya da okumayanlar için burada özetlemeye çalışayım.
Bir taşra kentinin kahvehanesinde insanlar oturmuş, sohbet ederken dışardan bir gergedanın geçtiğini görürler. Bu gergedan da nereden çıkmıştır? Başlarlar kendi aralarında tartışmaya. Ama gergedanı kovalamak ya da bir daha kente gelmemesi için önlem almak kimsenin aklına gelmez.
Derken bir, iki, beş, on gergedanlar kente dadanırlar. Kent sakinleri sayıları giderek artan bu gergedanlardan nedense tedirgin olmazlar. Fakat hayvanlar artık sürü halini almıştır. Günlerden bir gün bakarlar ki içlerinden kimileri gergedanlaşmaya başlamıştır. Gerçek gergedanlar kent içindeki bütün iş yerlerine, kamu kurumlarına dalar. Onları ele geçirir. Sokaklarda böğürerek, naralar atarak marşlar söyler, gösteri yaparlar. Kendilerine direnmeye kalkışanları ezip geçerler.
Bu dehşet verici gelişmeleri korkuyla izleyenlerin yanı sıra gergedanları savunan, onların iyi işler yaptıklarını söylemeye başlayanlar da giderek artmaktadır. Gergedanlara en çok tepki gösterenler bile bir sabah uyanırlar ki alınları kaşınıp kızarmaya, boynuzları çıkmaya başlamıştır.
Bu gergedanlaşma sürecinde kent ahalisi ,”Aaa, duydunuz mu? Falancanın da boynuzları çıkmış. İnanılır gibi değil,” diye aralarında konuşurlar. Ancak gene de hiç birinde dehşet duygusu uyanmaz. Sadece şaşırmaktadırlar. Basiret bağlanması böyle bir şey olsa gerek.
Bir gün hukuk kitapları basan bir yayınevinin kapısı hızla açılır; içeri bir gergedan dalar. Hayvan böğürerek masaları, makineleri, camı, çerçeveyi kırıp döker. İçerdekiler can havliyle kendilerini dışarı atar. Yayınevindekilerden Madam Boeuf isimli bir kadın birden gergedanı tanıdığını, hayvanın ona gülümseyip sevgiyle böğürmesinden fark eder. Bu gergedan kocasıdır.
Artık kentte gergedan olmayan sadece iki kişi kalmıştır. Onlar da Berenger adlı adamla nişanlısı Daisy’dir. Berenger bu dehşetli değişime şiddetle karşı çıkmakta, bütün gücüyle direnmektedir. Gergedanlaşmanın insan onurunu nasıl ayaklar altına aldığını anlatmaya çalışmakta ama kimseye dinletememektedir.
Derken olanlar olur ve nişanlısı Daisy da gergedanlaşır. Daisy’nın gergedan sürüsüne katılmasıyla dünyada yapayalnız kalan Berenger artık tek başına olsa da ölene kadar insan kalmaya kararlı olduğunu bağıra bağıra ilan eder. “Son insanım ben. Sonuna kadar da insan kalacağım. Teslim olmuyorum,”der.
Amaa... Birden gözü aynaya takılır. O da ne? Yoksa o da mı gergedan olmuştur?
Tarih boyunca insanların nasıl kaba güç karşısında boyun eğdiklerine dünyanın çeşitli ülkelerinde tanık olduk. Faşizm yüzünden milyonlarca insanın nasıl öldüklerini yaşadık, okuduk. Ancak insan oğlu garip bir yaratık. Bunca çekilen acılara, kaybedilen canlara, yaşanan dehşetlere rağmen dönüp gene aynı hataları yapabiliyor.
Birlik, beraberlik, barış, dostluk, çıkar paylaşımı hedefiyle kurulan AB içinde insanların yeniden faşizme yöneldiklerini şaşkınlıkla izliyorum. Örneğin son İtalya seçimleri. Daha önce Fransa’nın faşizmden kıl payı dönmesini sağlayan Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Macaristan ve Çekya’daki otoriter rejimler. Bir süre demokratik sistemler içinde yaşayan insanlara özgürlükler fazla mı geliyor da şımarıyorlar, diye düşünmeden edemiyorum.
Yorum Yazın