İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in katledilmesi… Bir annenin kızının kesilmiş başının önünde attığı çığlık, insanın ruhunu donduran bir acının yankısı… Bu çığlık, yalnızca bir bedenin kaybına değil, insanlık onurunun vahşice çiğnenmesinedir. Bir annenin yüreğini paramparça eden, hayatının geri kalanını gölgede bırakacak bir çığlık. Tarifsiz bir kederin ve dehşetin sesi.
Aslında yüzyıllardır süregelen kadın düşmanlığının, patriyarkanın (ataerkilliğin), insanlık dışı nefretin yankısıdır bu. Cinayeti işleyen kişilerin ellerindeki bıçakları tutan yalnızca kendi elleri miydi, yoksa bu elleri güçlendiren, göz yuman, meşrulaştıran koca bir toplumsal yapı mı?
Toplumsal hafızamız, kadına şiddetin bireysel, akıl hastalıklarına dayalı bir mesele olarak algılanmasına eğilimli. Medyanın ya da bireysel yorumların da etkisiyle, katillerin ruh sağlığından dem vuruluyor, "sapık" ya da "canavar" olarak etiketlenerek olaylar bireysel çerçeveye ve hatta biraz da meşru zemine indirgeniyor.
İstanbul Fatih’te öldürülen iki genç kadının katili Semih Çelik için de bu yapıldı. İlk başta olayın uyuşturucuyla bağlantısı olduğu öne sürüldü, fakat ardından kadın düşmanlığını körükleyen Incel benzeri topluluklar ve bu kavramların rolü tartışılmaya başlandı…
Oysa gerçek bundan çok daha derin ve sistematik: Kadın cinayetleri, sadece ruh sağlığı bozukluklarından değil, aynı zamanda ve daha ağırlıklı olarak, patriyarkanın kökleşmiş yapısından besleniyor. Kadın cinayetleri işleyenler her yerde. Sokakta, işte, toplu taşımada, evimizde… Elinde kumandası televizyonda zapping yapan bir baba, her gün otobüsle işe giden genç bir adam, yanımızda oturan, bizimle konuşan, bize mesaj atan sıradan insanlar… Şiddet, yalnızca bir hastalığın ya da sapkınlığın ürünü değil; aynı zamanda toplumun, kadınlar üzerindeki kontrol arzusunun, kadın bedenine ve yaşamına yönelik sistematik tahakkümün sonuçları.
Şunu net olarak ifade etmeliyiz ki, şiddetin psikolojik ya da ruhsal bir mazereti olamaz. Toplum, kadın cinayetlerini yalnızca bireysel patolojilere bağladığında, asıl sorunu gözden kaçırır: Erkek egemen kültürün kadına yönelik tahakkümü. Bu tahakküm, canavar maskesi takan sapkınlar tarafından değil, günlük hayatın sıradan erkekleri tarafından sürdürülen, sistematik ve derin bir nefretin sonucudur.
Bu noktada sorulacak en önemli sorulardan biri de, bu cinayetlerin arka planındaki yapıların, kurumların, ailelerin ne kadar sorumluluk aldığıdır. Saldırganların ebeveynleri, çocuklarının tehlikeli eğilimlerini görmezden gelerek, evde kasap bıçaklarını bulundurmalarına izin vererek aslında bu suça ortak olmuş olmuyor mu? Ebeveynlerin "kendi çocuğumuz zarar görmesin" diyerek başkalarına zarar vermesine göz yumması, aslında toplumsal sorumluluk duygusunun reddi değil midir?
Bu topraklarda gencecik iki kadın DAHA öldürüldü. Bir kez daha, yine, yeniden, vahşice… Henüz Diyarbakırlı Narin kızın cinayetini aydınlığa kavuşturamamış, olayın tesirinden çıkamamışken, henüz Beyoğlu’nda sokak ortasında cinsel saldırıya uğrayan kadını ve saldırıyı bile doğru düzgün konuşamamışken… Sıla bebeğin korkunç ölümünün şokunu üstümüzden atamamışken…
Bir süredir ülke olarak birbirinden kopuk gibi görünen, ama aslında aynı köklü sorunlardan beslenen şiddet olaylarına tanık oluyoruz. Yaşananları bir tür toplumsal cinnet hali, diye adlandırarak geçmek kolay olanı. Halbuki kadın cinayetleri özelinde, ardında yatan nedenlerin çok daha derin olduğunu görüyoruz.
Kadınlara yönelik artan şiddetin ve vahşetin neden bu kadar pervasızca süregittiğine dair samimi bir cevap vermek zorundayız.
Ne yazık ki toplumda, suça karşılık cezasızlık halinin işleyeceğine dair kökleşmiş bir inanç var. Kadın cinayetleri ya da diğer şiddet suçlarındaki cezasızlık, bu suçları işleyenleri adeta ödüllendiriyor. Adalet sistemimizdeki infaz indirimleri ve aflar, suçluları cezalandırmak yerine onları yeni suçlara teşvik eden bir yapı oluşturuyor. Düşünsenize; eski eşini hapisten çıkıp öldüren katillerin sayısının her geçen gün artması, artık "şaşırtıcı" olmaktan bile çıktı, sıradan bir haber haline geldi.
Kamuoyu dikkatini bu hayati meselelere hiçbir zaman tam anlamıyla veremiyor, çünkü her seferinde başka bir gündemle meşgul ediliyor. Örneğin, şimdi de İsrail’in vaadedilmiş topraklar hedefiyle Türkiye’yi tehdit ettiği, hatta Türkiye topraklarını da içine alan haritaların İsrail askerleri tarafından taşındığı gibi spekülatif gerekçeler üzerinden TBMM’de düzenlenen kapalı oturum bir anda gündemin merkezine oturdu. Suni gündemlerle toplumun, ekonomik kriz, insanların açlığa mahkum edilmesi, artan işsizlik ve kadın cinayetleri gibi ülkenin gerçek sorunlardan uzak tutulduğu bir ortam yaratılıyor. Oysa, her kadın cinayeti bu ülkede gerçek bir krizdir ve bu kriz, suni gündemlerle örtülemeyecek kadar derin ve kanayan bir toplumsal yaradır. İsrail'in saldırıları ve Orta Doğu’daki gelişmeler elbette önemli konulardır ve tartışılıyor da, ancak konuyla ilgili gerçeklikler dışında hayali gündemler tam vaktinde ortaya atılarak ustalıkla kullanılıyor ve kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, (ve ülkenin diğer tüm esas meseleleri) toplumun sürekli ötelenen, göz ardı edilen gerçeği olmaktan bir türlü kurtulamıyor. Gündem değiştirerek, gerçeklerin üstü örtülerek ne şiddet önlenebilir, ne de ülke yönetilebilir…
Vahşice öldürülen iki kadından birinin cesedinin parçalara ayrılarak İstanbul, Edirnekapı surlarından atılması, toplumda derin bir infial yarattı. Bu vahim olayın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Bakanı, infaz yasasında bazı düzenlemeler yapılacağını açıkladı. Ancak bu noktada gözden kaçmaması gereken asıl mesele, bu tür şiddet olaylarına karşı ihtiyaç duyulan düzenlemelerin neden 22 yıldır yapılmadığıdır.
Halbuki, her kadın cinayeti bu ülkede gerçek bir krizdir ve suni gündemlerle üzeri örtülemeyecek kadar derin ve kanayan bir toplumsal yaradır.
Bu ülkede kadınlar, yalnızca fiziksel şiddete değil, aynı zamanda yaşamlarının her anına müdahale eden baskılara karşı da savaşıyor. Nerede, nasıl doğum yapacaklarından tutun da sokakta ne giyeceklerine kadar sürekli müdahale altındalar. Hatta öyle ki ülkenin cumhurbaşkanı kadın-erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğunu söyleyebiliyor…
Tüm bu baskılar bireysel bir sorun değil; kadınları toplumun sınırlarına hapseden, onları özgürlüklerinden mahrum bırakan derin, köklü bir sistemin dayatmasıdır.
***
Bu noktada kadın cinayetlerinin "politik" olduğunu söylemek tam da bu yüzden yerinde bir tespittir.
Eğer bir suç sürekli tekrarlanıyor, toplum tepki gösteriyor ama engellenemiyorsa; devlet, vatandaşlarının bir kısmını koruyamıyor ve bu kesim her gün daha fazla güvensizlik içinde yaşıyorsa…
Eğer bir kadın şiddet gördüğünde yargıya ya da kolluk kuvvetlerine güvenemiyor, kendisini taciz edenlerden şikayetçi bile olamıyorsa…
Kadınlar sırf kadın oldukları için öldürülüyorsa…
Eğer suçu işleyen değil, ilk olarak kadının ne giydiği sorgulanıyorsa, suçun işlenmesini meşru kılacak bir değer sistemi yüceltiliyorsa…
Eğer kadına yönelik şiddeti önlemek, kadını korumak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla kaleme alınan, üstelik ismi İstanbul olan uluslararası bir sözleşme, öylesine çarpıtılıyor, öylesine yanlış biçimlerde tartışılıyor, büyük bir karalama kampanyasının nesnesi haline getiriliyor ve nihayet şahsım devleti buyruğu ile aniden söleşmeden çıkılabiliyorsa…
Ortada politik bir mesele vardır. Bu sadece bireysel bir şiddet değildir, derin bir toplumsal problemdir mevzu bahis olan.
İstanbul Sözleşmesi’ni 11 Mayıs 2011'de imzalayan ve parlamentosunda oy birliği ile onaylayarak kabul eden ilk ülke Türkiye’ydi. Ancak, 20 Mart 2021'de, Cumhur ittifakının ortağı olan HÜDA-PAR’ın dayatması sonucunda bir gece yarısı alınan Cumhurbaşkanlığı kararı aracılığıyla, yani tek bir kişinin “uygun görmesi” ile aslında hukuki olmayan bir şekilde Türkiye bu sözleşmeden çekildi. Sözleşmeye karşı çıkanların iddiaları ise şaşırtıcı bir şekilde "dış güçler" retoriğine dayanıyordu. Bu metnin Türkiye'nin aile yapısını bozmak amacıyla dışarıdan dayatıldığı iması, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini itibarsızlaştırmak için kullanılan bir perdeydi. Oysa gerçek şu ki, İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve 45 ülke ile Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemeyi amaçlayan bir uluslararası insan hakları belgesidir. Devletlerin bu konuda üstlenmeleri gereken yükümlülükleri net bir şekilde ortaya koyan bu sözleşmeden çıkmak, yalnızca Türkiye'deki kadınların yaşam haklarına yapılan bir ihanet değil, aynı zamanda evrensel insan hakları standartlarına karşı atılmış bir geri adımdı.
İstanbul Sözleşmesi’nin zamanla daha da geliştirilmesi ve adaptasyonu gerekirken, bu sözleşmenin yasal güvencelerle iç hukuk mevzuatına daha uygun hale getirilmesi beklenirken, tek bir kişinin kararıyla ortadan kaldırılması, kadınları şiddete karşı koruyan en önemli uluslararası dayanaklardan birini yok ederek şiddetle mücadeleyi daha da zorlaştırdı.
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’ne bir an önce geri dönülmeli ve aynı zamanda kadına yönelik şiddeti önlemek için çıkarılan 6284 sayılı kanun etkin bir şekilde uygulanmalıdır. 6284 sayılı Kanun, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde kritik bir rol oynayarak, şiddet mağdurlarını koruyan ve failleri caydıran düzenlemeler içermektedir. Ancak bu yasa tam anlamıyla uygulanmadığı sürece, şiddeti durdurmak mümkün olmayacaktır.
Aynı zamanda uzmanlar, Türkiye'de acil olarak Ruh Sağlığı Yasası çıkarılmasının da gerekli olduğunu belirtiyor. Tedaviye erişim ve ruhsal hastalıklarla mücadeleye dair kapsamlı bir yasa, özellikle şiddet olaylarının ve madde bağımlılığının yaygın olduğu toplumlarda kritik bir ihtiyaç olarak değerlendiriliyor.
Türkiye'deki hapishanelerde 450 bin civarında tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Uzmanların belirttiği üzere, bunların büyük bir kısmı, uyuşturucu gibi suçlarla bağlantılı kişilerden oluşuyor. Bu kişilerin tedavi edilmek yerine içeride daha da suça eğilimli hale geldiği ve cezasızlıkla halinin bir sonucu olarak tahliyelerle serbest bırakıldıkları gözlemleniyor. Tahliye edildikten sonra cesaretlenerek yeni suçlar işledikleri ise su götürmez bir gerçek. Uzmanlar, bu suçluların tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyor, ancak devletin yeterli bütçe, zaman ve uzmanlık ayıramaması nedeniyle bu suçluların rehabilitasyonu zorlaşıyor…
Halbuki bu insanalr tedavi edilmeli, tedavi edilemeyecek durumda olanlar toplumdan izole edilmeli ve cezalar mutlaka caydırıcı hale getirilmelidir.
Yeterli kaynak ve emek ayrılmadan, uluslararası sözleşmelerden birtakım "kaprislerle" çıkılarak, yetersiz, uygulanamayan yasalarla ya da organize suç örgütlerine ve uyuşturucu çetelerine sekiz af çıkartılarak bu sorunun çözülemeyeceği çok açık. Suni gündemlerle esas sorunların üzeri örtülmeye, bunlar halktan gizlenmeye çalışılsa da bu yaklaşımlar, ne suçun kökünü kurutabilir ne de toplumsal düzeni sağlıklı bir hale getirebilir.
***
Bu sırada Cumhurbaşkanı, kadına şiddet uygulayan erkeklerin önemli bir kısmının ya alkol ya da madde bağımlısı olduğunu, dolayısıyla alkolle mücadele etmenin kadına yönelik şiddeti önlemenin bir yolu olduğunu ifade ediyor. Ancak, kadına yönelik şiddeti sadece alkol ve uyuşturucu kullanımı ile açıklamak, bu derin toplumsal sorunun özünü kaçırmak demektir. Şiddetin kökeni, sadece bağımlılıklarla sınırlandırılamayacak kadar derin ve sistematik bir sorundur. Eğer kadına şiddet yalnızca alkol ve uyuşturucuya bağlanacak olsaydı, bu maddeleri yasaklamakla sorun çözülebilirdi, değil mi?
Ancak gerçek bu kadar basit değil; şiddetin asıl kaynağı alkolun ulaşamayacağı kadar derinlerde…
Jean-Jacques Rousseau, Emile adlı eserinde eğitimin insan doğası üzerindeki önemine vurgu yaparken, bir bireyin ahlakını ve karakterini, her biri yüzde 25 oranında şekillendiren dört temel unsurdan söz eder: Genetik miras, aile, sosyal çevre (sokak) ve eğitim. Rousseau’ya göre, bir çocuğun genetik mirası onun doğuştan getirdiği nitelikleri belirlerken, ailesi ve çevresi çocuğun ahlaki yapısını ve karakterini geliştirir. Sokak, yani sosyal çevre, çocuğun dünyayı deneyimleme alanıdır ve son olarak eğitim, bireyin toplumsal bir varlık olarak şekillenmesinde kritik bir rol oynar.
Yani toplum içindeki hiçbir sorunun kaynağı basit bir madde bağımlılığına indirgenemez. Rousseau'nun da belirttiği gibi, bireyin karakterini ve ahlaki yapısını şekillendiren birçok dinamik vardır ve bu dinamiklerden biri de toplumsal yapının kendisidir.
***
Bugün adalet, kadınlar söz konusu olduğunda her zamankinden daha da sık tökezliyor. Suçluların ceza almayacağına dair yerleşmiş inanç, şiddet döngüsünü daha da körüklüyor. Bu ülkede sadece adalet değil, hukuk güvenliği, yaşam güvenliği, hatta gıda güvenliğimiz bile kalmamış durumda. Ruhsatlı veya ruhsatsız silaha erişim o kadar kolay ki, insanlar merdiven altı atölyelerde silah üretebiliyor ve neredeyse ucuza silahlanmak bir norm haline gelmiş. Sokaklarda yaşam güvenliği tamamen yok olmuşken, kadınların kendilerini güvende hissetmesi nasıl beklenebilir?
Bu şartlar altında, kadın cinayetlerinin kişisel meseleler değil, derin politik sorunlar olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Eğer bu gerçeği kabul etmez ve kadın cinayetlerini politik bir mesele olarak ele almazsak, toplumsal çürüme devam edecek ve şiddetin önüne geçmemiz imkânsız hale gelecek.
Albert Camus’nun o unutulmaz sözünü hatırlayalım: "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, orada insanların nasıl öldüğüne bakın." Peki, bizim ülkemizde kadınlar nasıl ölüyor? Bu soruya vereceğimiz dürüst bir cevap, adalet sistemimizin derin kusurlarını ve toplumsal çürümeyi gözler önüne serecek.
Bir toplumun çöküşü, sadece savaşlar ya da kaybedilen topraklarla değil, insan ruhunun ve vicdanının körelmesiyle başlar. Kadınların, yani toplumun yarısının güven içinde yaşayamadığı, ekonomik, politik, sosyal, hukuk, adalet, liyakat, gelir dağılımdaki adaletsizlik başta olmak üzere her anlamda ve alanda uçurumun kenarına gelmiş, çöküşün eşiğindeki bir ülke, suni gündemlerle oyalanamaz. Eğer biz bu gerçeği görmezden gelmeye devam edersek, toplumsal çürümenin karanlığı hepimizi içine alacak ve sadece kadınları değil, toplum olarak tüm insanlığımızı kaybedeceğimiz o uçurumun dibine sürükleneceğiz.
Sadık ÇELİK
Başımız giyotine gitsede doğruları söyleyip savunmak aklı Selim'in bir savaşıdır gericiye yobaza cahile inat Bir PAPAZ ,bir HAKİM ,birde FİZİKÇİ Devlet tarafında suçlu bulunur ve halkın gözü önünde giyotinle idam edilme kararı verilir önce papazı getiriler papaz şöyle bir sakalını sivazlar tanrım tanrım beni kurtar ben senin yolunda ibadet ettim halkı sana inacinla sana siginmalarini hep söyledim der ve giyotin tam inerken yarıda kalır herkes şaşırır ve idam edemezler (demekki tam din adamiymis ) Sıra hakime gelir hadi bakalım eğer sende adaletli karalar verip adaletliysen kurtulursun hakim başlar giyotine giderken adalet adalet adalet diyerek haykırır o sırada giyotin hızla iner ve tam başı kopacakken yine giyotin yarıda kalır halk şaşırır (demekki hakim adaletliymis) Sıra Fizikçi ye gelir niyatinde okumuş aklı başında bilim adamı ,o arada cellat sorar hadi bakalım sen nasıl kurtulucan ne diycen fizikçi bu ya doğruları söyleyecek ya diğer ikisi şarlatan ikisininde kurtulma sebebi yukarı bakın ip düğümlenmis tam enseye inecek sikisiyor onlar o yüzden kurtuldu der ve kelle gider Asırlardır katliyamlar durmuyor suçları sadece kadın ,çocuk olmakmi yoksa yanlış corafyada dogmakmidir oysaki biz yuz yıl önce Avrupa'dan daha evvel kadinlarimiz ve çocuklarımızla alakalı en güzel yasaları cikarmamiza rağmen dünyanın gerisinde kalıyoruz çünkü doğruyu söylüyoruz Kaleminize ve yüreğinize sağlık
SADIK BEY ;bakın siyasi partilerin kapatılması, yönetimine ilişkin olarak S. P. K 'nın 5 KISMINDA 98_108 maddelerinde ayrıntılı kurallara yer vermektedir.bunda tüm hepimiz hem fikir olalım.ANAYASIN (değişik :23/07/1995-4121/7 maddesi) ve 69 maddesinin V. Fıkrasına göre;bir siyasi parti ve partilerin TÜZÜĞÜ ve de PROĞRAMINI 68.inci maddesinin 4.fıkrasının hükümlerine aykırı bulunması halinde TEMELLİ KAPATMA kararı verilmlidir.
Neden şaşırıyoruz ki Bu sistem 22 yıldır var ve sürekli karşımıza geliyor Ondan önce nasıldı ? Valla benim gençliğimde çocukluğumda biz mahalle olarak kızlı erkekli çocuklar yazin gece onikilere kadar muhabbet sohbet eder , kışın sabahlara kadar yine kızlı erkekli kartopu savaşları yapardık sonra yorulur evlerimize sagsalim giderdik..kimsede çıkıp bize ayip demezdi çünkü gençlik vardı çocuktuk ve en önrmlisi kıyıda köşede sinsice bekleyen ne suriyeli ne afgan nede bir kanı bozuk Türk vardı ortalikta..herkes güvendeydi sokak bekçilerimiz vardı bizi gözetip kollayan Ben ne bekçi görüyorum sabah altida işe giderken nede polis her an köseden bir kansız çikar diye tetikte arabama gidiyorum..eskiden böyle degildik bunu sebebi son 22 yıldır Teşekkur ederim ,, Sağlıcakla..Elinize sağlık.
Sadık bey bir de gözümüzden kaçırdığımız başka mevzu ve meseleler de var örneğin : TİK TOK olsun INSTAGRAM olsun __TOLLERİN __bu ülkenimin kurucusu MUSTAFA KEMAL ATATÜRK e yapılan hakaretler dahil acaba CUMHURİYET BAŞSAVCILARI ile CUMHURİYET SAVCILARIMIZ her ne hikmet ise bu durum karşısında sesleri solukkları çıkmıyor tahmin ediyorum ki bu rahatlıklarını bozmaya niyetleri olmadığı tam anlamıyla belli etmiyor mu sizcede ne dersiniz.heee şunu aklımızdan çıkartmayalım bu kişiler TROLLER zan ediyor mu acaba böylesine MUSTAFA KEMAL ATATÜRK yaptıkları yanlarına kalacak mert delikanlı gibi yazıyorum ben bu TROLLERİN 280 kişinin a dan z ye kadar herşeylerini bulduğum nerede toplantı yapmaktalar dedim ya bunları TEK TEK İFŞA edeceğim.bırakın kendileri düşünsün.öyle ya bu ülkemin kurucusuna kim ihanet ediyor iae kim hakaret ediyor ise kim küfürler ediyor ise VATAN'A İHANET ten yargılanacaklar bunu herkes iyi bilsin???
Sadık bey yazınızı okumaktan ve de maleaef yazılacak o kadar şey var ki kadın cinayetleri olsun, hüdapar genel başkanının hattaki AKP nin millet vekilleri olsun anayasa için özellikle çıkartmak istedikleri kanunlar var.peki o zaman bir sorum olacaktı CUMHURİYET HALK PARTİSİ malesef çok pasif kalıyor ya gülermisin ağlarmısın neymiş erken seçim için 2,5 sene sizden.2,5 bizden olsun 2025 yılında erken seçime gidelim diyor acaba CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI sen neyin pazarlığını yapıyorsun. amacın nedir yapmak istediğin nedir.bakın arkadaşlar bir parti belediye seçimlerinde olsun çoğunluk kazanır ise 3 ay içinde ERKEN SEÇİME gidebilir bu ANAYASAda vardır.inanın malesef şuna adım gibi eminim CUMHURİYET HALK PARTİSİ yönetemez bu ülkeyi neden mi ya yazar isem yer yerinden oynar kalın sağlıcakla ????
Son yıllarda kadinlara sidetli bir baskı var bazı cemaatlerin kadınlar üzerindeki baskıları kadınların sadece evde durması çocuk yapması yemek pisirmesini isteyen bı yapı var .öldürülen kadınların katilleri ne yazikki ya ceza az alıyor yada hiç almıyor bunun için teşvik edici oluyor İstanbul sözleşmesinin de bı gecede fes edilmesi açıları ve dramlari çoğaltıyor.
Kıymetli başkanım Ülkemizin içinde bulunduğumuz sosyolojik ve kültürel ekonomik durumu bilgece kaleme almışsınız yüreğinize kaleminize sağlık
Kaleminize sağlık Sadık bey. Israrla çözüm bulamayan hükümete de diyecek bir şey kalmadı artık
Sadık bey toplumumuzun kanayan yarası şiddeti konu edınmıssınız. Maalesef bırcok kadın şiddetle karşı karşıya Bende o kadınlardan bırı olarak yazınızı en derın en içten duygularımla okudum Ama en kötüsü insanın elınden bırsey gelmıyor. Umarım insanların bu şiddet duyguları azalır. Herşey güzel olur. Sızıde sevıyoruz. Iyıkı varsınız..
Ne yazacağımı dilim varmıyor kadın cinayetlerin asıl sorumlusu kadını ikinci sınıf gösteren AKP yönetimidir yargıyla muhdaleleridir 2024 Türkiye sinde asaletli yargılama olsaydı her gün kadın cinayetleri haberleriyle uyanmaz dik
İnsan kendi ülkesinde güvende hissetmeyecekse nerede daha güvenli olabilir ki ? Yaşanılan olaylar hep bir psikolojik etmene bağlanıyor bir çok neden ortaya atılıyor . Bunca şeye tanık olduktan sonra bizim psikolojik çöküntümüzü kim tedavi edecek ? Çözüm önerisi kısmında hep eksiğiz . Kadınlar güçlü bir toplumun öncüleri olması gerekirken , yaşam hakları canice ellerinden alınır oldu . Sesimizi birilerinin duymasını temenni ediyorum .Kaleminize sağlık ..
Toplumun en önemli sorunu can güvenliği sorunudur. Çünkü, yaşam hakkı en temel haktır..Yine , adaletin olmadığı, yani yargı bağımsızlığının yerle bir edildiği ülkede, sokakların güvensiz olması kaçınılmazdır. Devlet eliyle zayıf halkalar yok edilebilmektedir, çeşitli işkencelere ve cinayetlere maruz kalmaları adeta devlet tarafından onaylanmaktadir.. Her geçen gün hayvanlara yapılan işkence ve cinayet videoları sosyal medyada paylaşılmakta ve adeta bu vahşet, alıştırma niteliğinde olup çocuklar ve kadinlar üzerinde uygulanmaktadır. Tabii , keyfi bir kararla ISTANBUL SÖZLEŞMESI'nden çıkılması, bu işkence ve cinayetleri davet eder niteliktedir.. İlkel ve bağnaz topluluklarda türlü bahanelerle, kız çocuklarının küçük yaşlarda toprağa diri diri gömülerek öldürülmesi olağandır.. Pakistan ve Afganistan'daki 1950 li yıllardan bu yana görülen büyük çöküş, Atatürk'ün ne kadar haklı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Henüz Avrupa'da kadının seçilme hakkının olmadığı yıllarda, Türk kadınına seçme ve seçilme haklarını armağan ederek, onları insan olarak tescil ettirmiştir. Bir an önce İstanbul Sözleşmesi kabul edilmeli ve yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır Bu iktidarla bahsi geçen konular düzelemez. Hatta, her geçen gün daha da kötüye gittiğine tanık oluyoruz
Ülke iyice raydan çıktı maalesef. Bundan daha kötü ne olabilir ki dediğimiz olayların daha kötüsü her geçen gün katlanarak devam etmesi akıl almaz. Millet resmen cinnet halinde . Sagolsunlar vekil arkadaşlar da yaptıkları abuk subuk açıklamalarla bu sinir harbini daha da yukarılara taşıyorlar . Anayasa maddeleri hakkında açıklamaları sonrası çark edip geri vites yapan mı ararsın kredi kartlarından alınan deli dumrul vergisini savunmak için kılıktan kılığa girip fırıldak gibi dönen mi ararsın . Neyse biz yine bundan daha kötüsü olmaz diyelim de birkaç güne beterine hazırlık olsun ..
Elinize sağlık Sadık Bey şu son günler de ortalık iyice karıştı. Sizin gibi gündemi takıp edip olayları çözümleriyle beraber ele alan insanlar çok nadir günümüzde. O yüzden kendinize iyi bakın sizin gibi memleket derdine düşmüş insanlar lazım bu cendereden çıkmak için ...
Koskoca siyasi parti liderine Çürük Çöplük deyip sonra da siyaset gereği söyledim alındın mı gibi bir takım saçma sapan cümleler kullanıp diğeri de yok efendim alınmadım gibi aşağılık bir siyaset olduğu sürece Bu toplumdan da düzgün bir şey beklememek lazım
Kadın cinayetleri politiktir...Çok yönlü ele alınıp başta hukuk çerçevesin de ıslah edilmesi gereken günümüz bataklıklarından biridir... kış saati uygulaması son 4-5 senedir uygulanmıyor ama bu sene artık hiç bir kadın işe geç kalıp patrondan fırça yese de , kız öğrenci ilk dersi kaçırıp yok sayılsa da hava aydınlanmadan dışarı çıkmak istemiyor... kendi tanıdığımız bildiğimiz sitelerimiz, mahallerimiz bile artık güvenli değil...biz kadınlar bu ülkede günden güne nefes alamaz hale geldik...
Gute Erklärung für das Problem, nicht nur in der Türkei, sondern in vielen Ländern auf der WELT!! Ohne Frauen die sich gegen Gewalt und für Gleichberechtigung kämpfen wäre Die Welt noch schlechter!! LG TINA AUS ALANYA!!
Very good
Malesef toplumu çürüten şey uygulanmayan yasalardir toplum kendiliğinden degil toplumsal eşitliği sağlamayan siyasi iktidarın politikaları sonucu malesef yetersiz kalmıştır eğer önlem alınmazsa bu tür vakaların artacağını ön görmek mümkün
Yüzyıllardır süren kadın hakları mücadelesinin insan hakları mücadelesinden ayrı düşünülemiyeceği aşikardır. Ancak günümüzde bu bağlam yok sayılmakta. Feminizm teorisinin ve kadın çalışmalarının günümüzdeki konumunun yeniden değerlendirilmesi ve meselenin daha genel bir insan hakları mücadelesi bağlamında ele alınması bu çalışmanın ana eksenini oluşturmaktadır. İnsan hakları 20. Yüzyılda çok tartışılan fakat içeriği zenginleştirilemeyen , bütün insanların insanca yaşaması iddiasına ve söylemine dayalı olan Fransız devrimi sonrası burjuvazinin sundugu bir projedir . 20. yüzyılın başlarına kadar kadınlar insandan sayılmıyor ya da tam anlamıyla insan olarak kabul gören erkeklerle aynı haklara sahip olarak görülmüyorlardı .keza zenciler de insan hakları söyleminin nimetlerinden uzun süre yararlanamamışlardı. Bu durum nispeten azalsa da hala varlığını sürdürmektedir.Aradan geçen bunca zamana rağmen göz önündeki bu geri kalmışlık olgusu daha geniş bir perspektiften bakıldığında daha anlaşılır olmaktadır. Bugün demokrasi insan hakları ve sosyal etkinlik açısından oldukca ileri gitmiş ülkelerde bile siyasal yaşamda ve genel olarak karar verme süreçlerinde kadınların eşıt temsili söz konusu değildir . İskandinav ülkeleri dışında ise bir "temsil edilememe" gerçeginden söz edilebilir. Kadınlar eğitim,meslek seçimi ve çalışma olanakları açısından daha iyi koşullara sahip olsalar da,gerek özel ,gerek kamu kesimlerinde üst yönetim düzeylerine gelemedikleri gibi , siyasal yaşamda da pek varlık gösterememektedirler. Hemen hemen tüm dünya kadınları ekonomik,politik,cinsel vb. yönlerden sıkıntı içindedir. Bir eşitsizlik halinin yaygınlığı aşikardır. Ancak bakışımızı daha da genelleştirirsek bahsi geçen sorunların saltık anlamda kadınlara ait olmadığını görürüz .Genel anlamda bir eşitsizlik,daha net söylersek bir insan hakları sorunu vardır. "İnsan hakları,içerikleri keyfice belirlenebilen yapay kategoriler olmayıp ; tarihsel haksızlık pratikleri içinde ve bunlardan kaynaklanan ağır bunalımlara karşı geliştirilmiş çözümlerdir" Her hak talebi bir değişim talebidir . Mevcut durumun değişmesi talep sahiplerinin konumlarının daha iyi hale getirilmesi arzu edilmektedir. Haliyle bu isteklerin talep edildiği merciler bulunmaktadır ki bu merciler toplumsal güç merkezlerine tekabül etmektedir . Bahsi geçen güç merkezleri konvansiyonel olarak yasama,yürütme ve yargı olarak ifade edilirken 21. yüzyılda Sivil toplum ve Medya gibi nispeten yeni güç merkezleri de hak taleplerinin önemli zeminleri haline gelmiştir. . Esas şunu demek isterim ki İnsan ,varlığını cinsiyete ve belli etnik köken gibi kalıplara sıkıştırırsa yaradılıştaki mana ve önemi kavrayamamış ve bu kozmik düzendeki muazzam bir eşitlik ve denge unsurunu görememiş demektir her varlığın diger bir varlıgın var olma sebebi olduğunu anlayamamış demektir ve hala insanın varlık düşüncesindeki ilkelliği devam ettiği sürece kadına çocuğa güçsüze "ilkel düşüncenin bakış açısıyla" İşkence devam edecektir......
Kaleminize sağlık Sadık bey.
kadina yonelik siddettin sistematik olarak engel olmamayi benimsemis bir devleti guzel acikladiginiz icin tesekkurler…
Sayın Sadık ÇELİK; Öncelikle İkbal ve Ayşenur kızımız için çok üzgünüm. Yıllardır süre gelen kadın şiddetine karşı artık dur diyebilmeliyiz. Ülkece Yıllardır sesimizi duyurmaya çalıştık ama duyan, kulak veren olmadı. Hak, hukuk, adalet diye bahsediyoruz fakat neden bu tarz olayların önüne geçemiyoruz, dur diyemiyoruz. Neden her bir kadınımız vefat ettiğinde suçu hep kadınlarda arıyorlar? Neden her defasında yargılanan taraf kadınlar oluyor. Söz geliminde kadın ve erkek eşit diyoruz nerede bu eşitlik bu adalet? Sayısızca kadınımız aynı durumun farklı versiyonlarına maruz kalıyor. İkbal ve Ayşenur bu durum ile karşı karşıya kalmamalıydı. Ne kadar üzücü bir durum ne desek kelimelerle tarifsiz kalıyor. Peki gözü yaşlı arkada kalan İkbalin annesi ve gördükleri. Kim bu tarifsiz acının hesabını vericek , verebilecek. Biz kadınlar neden bu tarz olaylara maruz kalıyoruz? Bazı ülkeler bu konuda biraz daha yasalarla bu tarz olaylara dur diyebiliyor peki biz neden yıllardır dur diyemedik? Neden her sokağa çıktığımızda tedirgin oluyoruz? Akşamları dışarı çıkabilir , özgürce istediğimizi giyebilriz. Kimse "saat kaç oldu bu saatte senin dışarıda ne işin var, bu kıyafet ne düzgün bir şeyler giy" diyemez. Bunu kendilerine bahane olarak görmemeliler. Ortada çok ciddi bir suç var ve bunun üstünü bu şekilde örtemezler. Kadınlarımızın hepsi özgürdür ve kimsenin onların özgürlüklerini kısıtlamaya, almaya hakkı yoktur. Umarım artık bir son olur ve dur diyebiliriz. Sadık Bey size kadınlarımız için bir ses olduğunuz ve bir kere daha destek olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kaleminize sağlık...
Sadık bey güzel bır konuyu degınmıssınız kadınlarımız cefakar fedakar kadınlarımız Bende bır anne olarak kadınolarak d uygulanarak okudum yazınızı ne kadar içten samımı bı anlatımınız var Hep var olun
Siyasetin iki yüzlü yapıldığı ortamlarda Yok ben öyle söyledim ama siyaset gereği diyerek Ülkenin siyasi liderine Çürük Çöplük bir takım ağza alınmayacak laflar söyleyip sonradan kırıldın mı ben öyle söylemedim aslında gibi bir takım basit aşağılık düzeyde Diğeri de yok efendim kırılmadım falan filan… Yani baştan aşağı kokuşmuş bir yönetimde yaşayan insanların da kokuşarak ölmesi gerçekten de normaldir.
Kalemine sağlık sadık abi her hafta yeni bir felaket yaşanıyo çocuk cinayeti polis cinayeti şimdide gencecik kızlar ama yaşanılan felaketlerden ders çıkarıp bir daha olmaması için önlem alınmıyor konuşulup unutuluyor.Ekonomik kriz ya da savaşlar çözülebilir ama ahlaki vicdani çürümenin bir ülkeyi dönülmez çöküşe götürür
Ekonomik sorunlar, işsizlik, aşırı birden bire kentleşme ,eğitimde çöküş, çaresizlikler insanların içsel boşluklarını bağımlılık yapacak faydasız gereksiz yollara , düşüncelere yönlendiriyor, insanları kendilerini tanımaktan uzaklaştırıyor. Prof. Loanna Kucuadi ne demiş" 0kullarda felsefe öğretsek; yirmi yıl sonra farklı bir Türkiye olur" Doğru söze ne denir.
Öncelikle şu konuya değinmek istiyorum çocuk istismarına ve kadın cinayetlerine kesinlikle idam yasasının çıkması şart adalet bakanı hapishane ler yetersiz yenilerini yapacağız diyor büyük ihtimalle içeride bu iki suçtan yatan yüzlerce mahkum vardır tasarrufmu istiyorsun al sana tasarruf hem yeni hapishane yapmana gerek kalmaz hemde insan silüetinden çıkmış o kişileri buşuna beslememis olursun özetle bir gazetecinin narin cinayetiyle ilgili bir soruya sus işareti yapan bir içisleri bakanımız varsa ve her mikrofon uzatıldığında sonuca çok yaklaştık deyipte 52 gündür o sonucu bir türlü sonuçlandıramayan bide adalet bakanımız varsa vay bizim halimize.
Korkunç tek kelime ile Korkunç. Gündemden uzak kalmışım biraz. Bu yaşananlar Afganistan'da mıyız noluyoruz Allah aşkına dedirtiyor. Ne bu çile, kime bukadar zulüm, reva gördüğünüz işkenceler, dar jargonlar, aşağılamalar, durun biraz nefes alsın kadınlarımız, kızlarımız. Cennet analarımızın ayakları altında değilmiydi hadis var bre gafiller of bile demeyi yasaklamış Yaradan. Bunlar anamız, bacımız değilmi. Şuraya bak nefes alırken zorlanıyor bu hayvani havada insanım diyen. Bir komutan Yaşar Kemal'e itafen bunlar hep garip, yoksul, bitap köylüleri yazıyorlar devleti küçük düşürüyorlar deyince Yaşar Kemal bunları yazmayana yazarmı denir, insanmı denir, yoksulluğu bu millete yakıştıramıyorum içim yanıyor içim diye feryad ediyor. Bügün de kadınlarımızın hallerini yazmayan yazar değil, insan değil.Yaz ağam sesleri duyuluncaya kadar yaz...
Tüm Okur Yazar Dostlar a Selamlar, TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE KADIN OLMAK!!!! İnsanlık Tarihinde ilkler yazılan ve malesef yüz kızartıcı yazılara konu olan Esrarengiz Güzel Ülkem Ülkem de Kadın olmak belli başlı tabular ile Doğduğu günden itibaren yaşam mücadelesi vermeye başlayan Kadınlarımız sistematik Aile içinde Başlayan ön yargılar baskılar ve Etnik mezhep kargaşası içinde bir hamur gibi eğitim den Uzak özgürlüğün ne olduğunu tam anlamıyla yaşayamayan ve başlık parası ile başlayan pazarlanan satılan çocuk yaşta cinsel istismar gören aynı zamanda vahşi biçimde öldürülen KADINLARIMIZ!!!! Dünya ya geldiğinde Kutsal olan Kadınlarımız İlk Evladını Dünya ya getirdiğinde çocuğunun Kokusunu ilk aldığında DNA sı hemen orada devreye giren Kutsallarımız Annelerimiz!!!! Evladını yetiştirmek için olağan üstü emek çaba sarf eden yeri geldiğinde değil her zaman kendinden Evladı için fedâ Eden Annelerimiz!!! Bu yazıyı okuyan eminim ki bir çoğunuz Aile içinde şiddet gördüğünde onu siper eden Annelerimizi, Futbol maçında veya çocukluk arkadaşlarımız ile oynadığımız oyunlar da canımız yandığında hatta anladığımız da ilk sarf ettiğimiz Cümledir ANNE!!! Masumiyet ve Annelik Duyguları nı bir Erkek den daha yoğun öngörü ve bilgisi ile geleceğe ışık tutan ANNELER!!! Bir ATATÜRK ü Bir FATİH 'i Bir Başarıyı ve Başarısızlığı Meydana Getiren yine Elleri Öpülesi Annelerimiz dır!!!! Gelişmiş Toplumlarda incelendiğinde Ülkenin İleriye Gitmesi için Kadına verilen önem ve Değer , Erkeğe verilen önem ve değer den daha ileride yer alır çünkü bir Anne adayı bir kız çocuğu ne kadar doğru eğitim içinde olursa ondan gelecek nesiller de ondan daha gelişmiş ilim irfan içinde olurlar Malesef ve Malesef ki Ülkemizde Yok Oluş Yok Olmaları için Gösterilen Çaba Ölen Her bir Kadın Ülkeye içerden vurulmaya çalışılan en Büyük Darbe dir ve bizler bu durumları bize Dizi film izletir gibi Reyting derdinde olan Haber Kanalları na endişeli gözlerle Bakarak takip etmekteyiz Şimdi aranızdan belirli bir süreliğine ayrılırken sizlere soruyorum Erkek olarak Hayatta ki en Büyük Acziyet Bir Kadına Uygulanır Ne Kadar Aslan Ne Kadar Kaplan olduğunuzu Bir Kadına Uyguladığınız Şiddet Olmadan Önce Düşünün..... Sevgilerimle Hakan YILDIZ
Artık televizyon kanallarının çoğunda kavga eden insanlar var. Yemek programında kavga-hakaret; dizilerde keza aldatma-cinayet-kavga .... Bu programları izleye izleye insanlara her şey normal gelmeye başladı. Adaletin de olmadığı yerde herkes her şeyi yapar duruma geldi. Çok üzücü maalesef...
HÜDA-PAR nedir?Neden dayatmaları bu kadar önemlidir,ve neden bu ülkenin başına bela edilmiştir?Kadın ve çocuklarla ilgili yaşanan çoğu olayda neden hep bağlantılı ilişkiler çıkmaktadır,orası ayrı mevzu...En önemlisi bizim değer yargılarımız,ahlak etik yapımız neden bu kadar hızlı değişiyor?Toplum nezdinde birlikte yaşamak ve toplum yapısını devam ettirebilmek için adalet ve kurallar,ihlali halinde sert yaptırımlar, kayıtsız şartsız uygulanması gerekirken,neden şehrin göbeğinde,dağbaşında yaşıyormuşuz gibi,insan kılığında gezen,akıl hakkaniyetinden yoksun mahluklar,birilerinin canından can koparıyor,ve biz haketmeyenler, bu mesnetsiz varlıkları,''insan hakları'' adı altında ya serbest bırakıyoruz,ya da hapishanelerde beslemeye devam ediyoruz?Kantarın topuzu kaçtı yerlerde yuvarlanıyor,birileri dengeleri tekrardan kurmaz ve adalet sistemiyle ilgili sağlam bir reform yapılmazsa,psikolojisi tamamen yerle bir olmuş toplum,batık ekonomisiyle ayağını sürüyerek yol almaya devam edecek.Daha kendi ülkesinin kadınlarına,çocuklarına,milli güvenliğine sahip çıkamayan bir yapılanmanın ne kalkınmasını ne de turizm,ekonomi ve yeni yatırımlar konusunda güçlenmesini bekleyemeyiz.Dediğiniz gibi ruh sağlığı yasasının çıkartılması şart,toplum genelinde psikolojik çöküntü yaşanmaması yılanların başları küçükken iyileştirilmeli,gerekirse,hadım edilmeli.Aksi takdirde toplumu 4 koldan sarıp boğması,bir seçim dönemi daha iktidarın zaferine bakar…Kaleminize sağlık,sizin gibi aydınlara daha çok ihtiyacımız var.
Eğitimsi toplumlarda malesef rastladığımız bir durum 23 yılın çürümüş meyvelerini toplamaya başladık malesef ne bekliyorduk ki; toplumsal cünsiyet eşitsizliği, ataerkil kültür şiddetin normalleştirilmesi adaletsizlik ; suçlunun bir de neredeyse alkışlanıyor gibi hemen salıverilmesi. Ülke heryeriyke yozlaşmış afedersiniz gırtlağımıza kadar pisliğe gönülmüş bir toplum. Hiçbir şekilde yönetilemiyor. Ya bizi seçmeye devam edeceksiniz biz de soymaya devam edelim yada daha beterine hazır mı olalım sizin gibi düşünmüyorsak ölelim mi yani nedir sonu bu şiddetin ?toplumsal cinsiyet rolleri üzerine sorgulama yapamayan , eğitim hukuk ve sosyal politikalarla kapsamlı reformlar gerçekleştiremeden kadına şiddet konusunu çözmemiz hele kadını 2. Aınıf gören bu iktidardan beklememiz mümkün gözükmüyor.Ellerine sağlık Sadık abicim.
Kalemine ve yüreğine sağlık Sadık Bey gerçekten içimizi acıtan bir konuya temas ettiniz eski Türklerde kadın erkeğin bir adım önündeydi Vahabi Selefi Müslümanlığı daha doğrusu gericiliği kadını eşya konumuna düşürdü toplum cehaletten beslendiği için bu ilkel adamlar için kadını boğazlamak Serçe kafası koparmak gibi kolay geliyor Allah kahretsin bunları
Kadınlarımızın bu durumdan kurtulması,bayagı zor ,ve uzun zamana baglı.Albert Camus dogru analizi kısa yoldan acıklayıvermiş.
Hocam emeğinize sağlık ???
Söyleyecek okadar çok şey varki nafile sanki bataklık içine içine çekiyor. Kadın olmak suç. Kadın olmadanda hiç birşey olmuyor nasıl bir zamandayız bilemedim. Evden çıkınca geri dönebilecekmiyiz bilmiyoruz. Kadının adı yok …??????
Sn. Çelik; yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil. Harika bir özet. Teşekkür ederiz. Ülkemin geldiği nokta çok üzücü. Daha da üzücü olan artık gerçekten mazoşist yanlısi bir toplum olduk ve şiddeti hatta vahşeti , gittikçe siradanlastirdik. Sanki böyle bir toplum olmamız isteniyor.
SADIK BEY öncelikle rahmetli olan kardeşlerimizin ailesine Allah sabır versin Bu önemli ve hassas konularıda kaleme aldıgınız için size ayrıca teşekkür ederim Kaleminiz daim olsun inşallah
Değerli Sadık Çelik dostum; emek vererek güzel yazılar yazıyorsun, üstelik tek işin olmadığını bildiğim halde. Dilerim toplumda yazılarına hakkettiği karşılığı verir. Selamlar, kolay gelsin.
Kadın Cinayetini ön tetikçisi ülkedeki Adalet yargı cezalarının yetersizliğinden dolayı her gün çoğalmaya devam ediyor kadınların dayanacagi olan İstanbul sözleşmesini Yok sayan O zihniyet bu gün her türlü kadın cinayetlerin olmasına çanak tutanlardir İstanbul Sözleşmesini Rafa kaldırıldığında ülkede bir ayaklanma oldu itirazlar yapıldı fakat her zaman olduğu gibi AKP'nin meclisteki temsilcileri bu günkü cinayetleri olacağını bilmeleri yerine yukarıda onların vereceği kararlarına ipotek koyan tek kişilik yönetim ile yapılan oylamada sadece kaldır indir ile Mecliste İstanbul sözleşmesini kaldırdılar . Ülkede Erkek egemenliğin önünü açtılar kadına her türlü işkenceyi yapan alçaklar bir takım elbise giyerek pişmanlık duydum saçmalık ile cezayı indirim almasının önünü açtılar Oysaki Kadın hayatımızın en önemli bir parçasıdır kadına karşı çok daha dikkatli davranmak her insanın uyması gerekir bu güne kadar cinayete kurban giden bütün kadınlara Allah'tan rahmet diliyorum bütün katilleri ve onlara çanak tutanları nefretle kınıyorum yüreğine sağlık Sayın Sadık bey.
Sadık Bey yine yüreğimizin sesi olmuşsunuz, sağ olun, var olun, yine yazın, yine yazın.
Bu banaz zihniyeli kişiler bu ülkenin başında olduğu sürece hiç kimse kadını, çoçukları, hayvanları doğayı koruyamaz Biran evvel bu ülkenin huzura erişebilmesi için bu banazlardan kurtulması lazım.
Ülke gündemimiz öyle bir hal aldı ki ekonomiyi ve yaşam güçlüğünü konuşmamız gerekirken konuştuğumuz konulara bakın! Ruhum daralıyor artık. TV asla izleyemiyorum, yazılarınız sayesinden gündemi takip ediyorum.. Sonumuz hayrola!.. Eğitimli, bilgili insanlara ihtiyacımız var, yollarımız sizin gibilere çıksın Sadık Çelik ..