Tarih zamanın çıkışı içerisinde insanoğluna ait faaliyetlerin diyalektik gelişimi ile oluşan dinamik süreç.
Kültür deyince sahicilik ve otantiklik akla geliyor. Tam kelime anlamı ile Kültür; Belirli bir toplumun maddi ve manevi alandaki gerçek ihtiyaç ve imkanları çerçevesinde, o toplumun akıl ve his dünyaları arasında oluşan denge hali.
Mimarlık tarihinin tanımına uğradığımızda; Belirli bir toplumun gerçek ihtiyaçları imkânları çevresinde o toplumu ilgilendiren faaliyetleri duygusal yönden de destekleyen barınabilecek nitelikte mekân düzeni oluşturma becerisi.
Hâl böyle olunca mimarlık tarihi ile ilgili kitaplarımı, notlarımı kurcalarken buldum kendimi… Mimarlık yerleşmeye ve ihtiyaçları girmeye yönelik bir tutum gibi ilk bakışta ama görünen ve yaşanan hali ile yapı ve yapılaşma bir varoluşçuluk imkanların hatta ihtiyaçların çok ötesinde…
Bir İstanbul düşünün sarayların, hanların, hamamların, camilerin olmadığı, şehrin gerdanındaki yalıları kaldırın olmuyor işte.
Dünyanın herhangi bir yerinde nereli olduğunuzu sorsalar Türküm, Türkiye’de nereli olduğunuzu sorsalar önce bölgenizi, bölgenize gittiğinde hangi şehirden olduğunuzu, şehre gittiğinizde hangi ilçedensin, ilçeye gittiğinde hangi köydensin. Bu soruların her cevabı ayrı bir fotoğraf karesi ayrı bir kültür ayrı yapılaşma hali mevcut bir yapı ya da kalan bir duvar, bir hikâye.
Ben sıkça da bahsediyorum Artvin Arhaviliyim. Dağın eteğinde bir evde büyüdüm dağın tepesinde Kilise denen bir yer vardı çocukluk arkadaşım Yeliz ile oraya tırmanır o duvarın içini temizlemeyi orada yaşamayı hayal ederdik ve kilise ne demek bilmediğimiz bir yaştaydık, düşünsenize bir kültür mirasının içinde evcilik oynardık, şimdi düşünüyorum şu an bile patikalı bir yoldan gidilen dağın tepesine, önü deniz derya manzarasına tüm güçlüklere rağmen yerleşmişler, ibadet etmişler ve ne olmuşsa bizde tüm gücümüzle yok etmek için uğraşmışız. Bizim evde konuşulurdu ‘’orda küp küp altın bulundu’ ’diye kim aradı, kim buldu bilinmez ama ararken bize bir duvar bırakmaları iki kız çocuğunun hayal etmesine engel olamadı. Biz o duvara taş dahi atmadık sadece içindeki boyumuzca dikenliği nasıl temizleyeceğimizi düşündük, temizleyemedik de ama bugün ki yaşamlarımızı kurduk, yaşamak istediğimiz hayatların temellerini o kilise duvarının önünde attık küçük şeylerden mutlu olmayı öğrendik.
Adı : Kilise-Şapel
Envanter No: 130
Harita No: 130
Adres : Arhavi Hacılar Mahallesi
***
Çok az bir azınlık tamamen şehirden hatta kasabadan uzak yeterince bir hayatın içinde ya da gerçekten o sisteme doğmuş halde dünyadan bir haber sadece var olan ile yetinerek yerleşiyor ve yaşıyor. Derme çatma bir ev bile işini görüyor çoğu zaman ev diyorum çünkü nerde olursanız olun evsiz yaşanmıyor.
Hal böyle iken bile yolunuz bu yaşam tarzı ile kesiştiğinde ya da bu kurguya dahil olmak istediğinizde bilinen adı ile ‘’Tiny House’’ Türkçe çevirisi ile ‘’Küçük Ev’’ ihtiyaç haline dönüştü.
Şehir insanın herhangi bir ilçede köyü de olsa bir başka yere gitme yerleşme duygusu hiç geçmiyor hatta çoğumuzun Ege’nin kıyılarına inme hayali zamanla Ege’nin dağlarına çıkma hayali ile bile yer değiştirdiği, çünkü kıyılar dev yapılarla doldu. Bu bir moda mıdır? Zaman içinde göreceğiz ama ben de bu küçük evlere merak salmış haldeyim ne şanslıyım ki küçük bir ev tasarlayacak bir mesleğe de sahibim ama o iş öyle olmuyor olmadığını bu küçük evleri tanıyınca anladım. Eksik olmasın bu küçük evlerin ruhunun kelimelere döküldüğünü önce okuyunca sonra görünce anladım.
Hikâye önemli!
BiggerThanSmall
‘’Küçükten Büyük Evler ‘’
‘’Yaşamaya, nefes almaya, görmeye, hissetmeye daha çok alan bırakan her ev büyüktür.’’
Ben bu cümleyi okuduğumda keşke ben kursaydım diyecek kadar kıskandım…
Ve’’ BiggerThanSmall ‘’ Küçükten Büyük Evler markasın kurucu Sn. Uğur Erekul’a sordum.
Önce sizi tanıyalım ?
Uğur Erekul. İzmirliyim. 1993 ylında ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünü bitirdim. O günden bugüne projeci ve uygulamacı olarak devam ediyoruz.
Neden küçükten büyük evler?
’’Yaşamaya, nefes almaya, görmeye, hissetmeye daha çok alan bırakan her ev büyüktür.’’ Bu cümle bir hayat biçimi aslında. Ev dediğin de ihtiyaçla yapılır. Öncelikle kendi yaşam tarzımız ve ihtiyaçlarımızdan yola çıktık. İnsanların dilinde son yıllarda bir azalma sadeleşme ihtiyacı dolaşsa da, bu henüz temenniden uygulamaya emekleme aşamasında diyebiliriz. Çünkü öncelikle kafaların bu sakin düzene yaklaşması gerekiyor. Evet, sonrasında da küçüğün aslında küçük olmadığı ve bize sadeliği, doğallığıyla çok daha büyük bir hayat sunduğu kısmına geçebiliriz. Çocuksu neşenin olgunlaşmış hali olur bu.
Kültürümüze uygun mu ? Bu bir kültür mü ?
Kültürümüzün temelinde bu anlayış var. Yaşamanın tabiatın bir parçası hatta uzantısı olması bu gün hala köy gibi kalabilmiş yerlerde görülebilir. Belki ölçü olarak çekirdek aileye dönüşün getirdiği bir küçülme söz konusu olması beklenirdi. Ancak insandaki faydasız lüks ihtiyacını m2 ile doldurmaya çalışmasından doğru yönde gelişemedi. Yani sağlıklı bir küçülme yaşanamadı. Eski evlerde kalabalık hayatlar yaşanırken de öyle büyük alanlara ihtiyaç duyulmuyordu. Ama bahçeler vardı. Bu bir kültür mü? Evet bu bir yaşam kültürü.
Foça’daki Otel projeniz çok ilgi gördü. Bu projede yapısal olarak gönderme yaptığınız formların nedeni?
Bu proje bir butik oteldi. Sahiplerinin bu yönde isteği oldu. Sevdikleri bir dizinin şehirlerinin isimlerinden, o şehirlerin ve hatta bulunduğu ülkenin ruhuna göndermeye dönüştü. Aslında bir yandan, göndermeden daha çok ülkelerin karakteristik yapısal özelliklerinin modern ve yerel bir yorumu oldu da diyebiliriz.
Kimler tercih ediyor? Ya da yaptık ama yaşayamıyoruz diyenler oldu mu?
Zihnen bu hayat tarzına geçmiş olanlar, zaten öyle yaşayanlar veya çok niyetli olanlar diyelim. Yaşayamıyoruz değil de, iyi ki yaptık diyorlar. Ama bazen eski alışkanlıklarla, ihtiyaçlar konusunda hızlı gitmeye çalışanlar oluyor. Onu herhalde fren mesafesi saymak lazım. Çıkılan hayatlar hayli yorucu; kalabalık ve gürültülü. Geçiş biraz zaman isteyebiliyor. Pandemiyle birlikte artan karavan ve benzeri hafif yaşam isteği, sanıyoruz ki bu konudaki geçişi de hızlandıracak ve alışma süresini kısaltacak. İnsan sosyal bir varlık. Ortak aldıkları bir arsada bu evlerle kendi ütopik köylerini kurmak isteyenler de var. Bu düşünceyle yola çıkılmış proje aşamasında iki projemiz var.
Sizin ölçülülük tanımınız neler?
Denge ve sadelik, her zaman ve her dönemde hem fonksiyonel hem estetiktir. Ama artık dünyanın buna her şeyden çok ihtiyacı var. Mekân da bir nevi terbiye edici bir unsurdur. Mekân dediğin, bir ağacın altı da olabilir. Ölçü, dünya ölçeğinde insan olmalı diyebiliriz. Kullandığımız malzemeler ve onları kullanma biçimimize kadar bu ruhtan ayrılmamaya çalışıyoruz. Elbette teknolojinin verdiği imkânları kullanmayı reddetmiyoruz ama esiri de olmuyoruz.
Çünkü doğa ne kadar doğal haliyle kalır ve yaşanabilirse o kadar sanattır ve o zaman yaşamak zaten sanattır.
KUZEYLİ
Küçükten Büyük Evleri tanıdığımda yine aynı duyguya kapıldım. Bu evler hadi eşkenar bir üçgen kuralım, kare olsun ya da dikdörtgen eni boyu şu olsunun çok ötesinde …
Bu evler mesleğin sanat ve zanaata dönüşmüş hali.
Benim favorim ‘’KUZEYLİ’’
‘’Soğuk ülkelerin tasarıma sakladığı sıcaklığı, hayatı içerde çoğaltan çatı katını, ben aslında bir sanat eseriyim diyen yaşam dilini bulduğumuz bir diğeri.’’
Teşekkürler Uğur Erekul ayırdığın zaman ve bizi bu harika evler ile tanıştırdığın için.
Sevgiler
Yorum Yazın