Biraz gündemi geri saralım, herkesin konuştuğu konudan biraz uzaklaşalım istedim. Bir süre önce hepimiz için çok önemli bir müjde verilmişti, hani şu Biontech aşısının ülkemize geleceğine dair ikna olduğumuz gün.
Ne olmuştu da ikna olmuştuk o gün? Firmanın Türk asıllı sahibi Uğur Şahin'in anlaşmanın yapıldığını ve aşıların Türkiye’ye ulaşacağı takvimi bizzat açıklaması sayesinde ikna olmuştuk değil mi?
Hatta Sayın Sağlık Bakanımız bile “artık gelecek-olacak sözlerini değil somut olanı görmek istiyoruz” diyerek sürecin başından beri oluşan ruh halimize işaret etmişti.
Evet Uğur Şahin başarılı bir bilim insanı, Türk asıllı olması nedeniyle bizim üzerimizde ayrıca olumlu bir etkisi var. Hepsi tamam ama neticede Uğur Şahin bir firma sahibi. Onu kamuoyu önüne çıkarıp açıklamalarını teyit ettirense Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı!..
Anlıyorum herkes için zor zamanlar bunlar. Sadece biz değil bütün dünya aşıya ulaşmakta güçlük çekiyor. Çinliler sözlerini tutamadı ya da tutmadılar!.. Onlar sözlerini tutmayınca Sayın Bakan da halka verdiği sözleri tutamadı ve bu sefer söz veren kişiyi halkla direk karşı karşıya getirmeyi tercih etti.
Uzun zamandır tek aşıya bağlı kalarak yapılan planlamayı eleştirenler vardı ama BioNTech’le bir ilişkinin başından beri olduğunu da Sayın Bakan devamlı dile getiriyordu. İşte o gün bu iddiasının doğruluğunu da Uğur Şahin’e teyit ettirdi.
Neticede geçen haftaki o basın toplantısında topyekûn, ikna ve memnun olduk. Bu memnuniyete rağmen Sayın Bakanın kendi halkını ikna etmek için seçtiği yol beni rahatsız etti açıkçası ve bu durum üzerine kimse konuşmadı.
Hâlâ ülkenin en itibarlı bakanlarından olan Fahrettin Koca’nın böyle bir yol izlemek zorunda kalması aslında genel bir soruna işaret ediyor.
Uzunca bir süredir umudu yönetmeyi, asıl yönetimin önüne koymayı siyaset etme biçimi olarak belirlemiş olan iktidarın kullandığı vaat yöntemi hem sürenin çok kısa olması hem de meselenin hayati olması nedeniyle aşı meselesinde böyle bir sonuca evrildi.
Yani gittikçe aşınan güven hissinin tedavisi için Sayın Bakan halkının karşısına bir şahit eşliğinde çıkmak zorunda kaldı. Halk ise verilen müjdeye o şahit sayesinde inanıp o kadar mutlu oldu ki oluşan tuhaflığın üzerinde durmadı. Hatta belki de son dönemdeki vaatlerle gerçekleşenler dengesi içinde kanıksadığı iç olumsuzluklar nedeniyle bu güven bunalımı aklına bile gelmemiş olabilir.
Bir başka güven bunalımını da gündemin en önemli konusunda Sayın İşçileri Bakanı Soylu, Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı Mustafa Çalışkan, AK Parti Milletvekili Selami Altınok ve devletin ajansı Anadolu Ajansı arasında gözlemliyoruz.
Ortada dolaşan iddiaların mesuliyetini her kes bir başkasına atarken devletin ajansı da mesuliyetsizlik oluşturmaya çalışıyor. Lakin kaş yapmaya çalışırken çıkarılan göz nedeniyle, mesuliyetsizlik sonucu çıkarmaya çalışırken daha tehlikeli bir mesuliyet oluşturuyor. Ak Parti Milletvekili Selami Altınok Ajansa itiraz ediyor.
Emniyet Genel Müdürü Mustafa Çalışkan da bağlı olduğu bakana karşı “Kimi görevden alacaklarmış, görelim bakalım” diye meydan okuyor.
Siyasiler arasındaki güven bunalımı da sonuç olarak bir yönetim sorunu muhakkak. Ancak burada asıl önemli olan siyasetçiyle bürokratının arasındaki güven sorunu ve her haberinin tartışmasız doğru kabul edilmesi gereken Anadolu Ajansı’nın taraf olması.
Bu iki durum yukarıda bahsettiğimiz ümidi yönetme alternatifinin de olmadığını, sadece olanı yönetmemenin aşikâr hale geldiği son derece tehlikeli bir durum ne yazık ki...
Yorum Yazın