Geçtiğimiz günlerde geçemediğimiz bir polemik gündemi belirlemişti. Sayın Ekrem İmamoğlu’nun, “Tiyatro oynamaya kalkmasınlar!”, sözü üzerine sayın Fırat Tanış, “Ahlaksızlığı tiyatro sanatıyla ifade eden bir yerel yöneticinin bağlı olduğu siyasî iradeden, kültür-sanat politikası üretmesini bekliyoruz.”, çıkışında bulunmuş; akabinde sayın İmamoğlu, sayın Tanış’tan özür dilemişti. Halbuki gayet net hatırlıyorum ki birkaç sene önce sayın Tanış’ın eleştirdiği siyasî iradenin başı sayın Kılıçdaroğlu, sayın Oğuz Haksever’in bir benzetmesi üzerine, “Tiyatro ciddi bir sanat dalıdır. Herkes o sanat dalını icra edemez!”, demişti de gene sayın Tanış’ın meslektaşı sayın Ahmet Uğurlu bu sözleri için Kemal Bey’e bir teşekkür mektubu yazmıştı. Balıklar lütfen gücenmesin ama maalesef balık hafızalı bir cemiyetiz. Neyse, meselenin o tarafına hiç girmeyeceğim ama asıl kıyamet bu özrün beraberinde kopunca da şaşırmadım değil! “Vay, efendim bunca mühim mesele varken bu iş için özür dilenir mi!”, diyenler kısa zamanda o günlerde henüz İstanbul’a kar yağmadığı halde çığ gibi büyüdüler ve gündemi kar değil ama “kâr” altında bıraktılar. Eee, burası Türkiye’dir; her konu gibi bu konudan da nemalanan bulunur!
Tiyatro dergileri ve gazeteler günlerce bu tartışma sayesinde sayfalarını doldurabildiler. Bilmiyorlardı ki zaman olaya gebeydi; çok değil birkaç gün sonra bir sanatçının beş yıl önce yazdığı şarkı sebebiyle istenmeyen kişi ilan edileceği sabahlara da uyanılacaktı… Öte taraftan “tiyatro yapmak”, doğruluğu-yanlışlığı şöyle dursun milletin havsalasında yer edinmiş bir deyimdir. Falanca kumpanya diye isim verilmediği müddetçe kullanılması da sorun ifade etmemelidir ancak bir tiyatrocu bu ifadeyi kendine hakaret addediyorsa ve kullanılmamasını istiyorsa karşısındaki yahut muhatabı kişinin bu deyimi kullanmaması tabii ki hem etik hem de yerinde bir davranıştır. Ona bakarsanız “siyaset yapmak” da halk lisanında yer bulmuş bir başka deyimdir ve, “amacına ulaşacak tarzda davranmak; menfaati lehinde iş çevirmek manalarına”, gelir. Siyasetçilere kızan bir tiyatrocu da yine hoşgörü çerçevesinde pekâlâ bu deyimle karşılık verebilir!
Yalnız dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu ki: Siyaseten tiyatro yapanlar, gerçekten tiyatro yapanların önüne geçti; geçmesin!
Bu siyasî temelli tiyatro tartışmalarının gölgesinde, yoğum bakımdaki tiyatromuzun kalbi tüm olumsuzluklara rağmen atmaya devam ediyordu. Bir yanda lokomotiflik vazifesini çoktan kaybetmiş, özel tiyatroların on yıllar evvel eskittiği piyeslerden medet uman Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatrosu; diğer yanda türlü imkânsızlıkla baş etmek uğruna da olsa tiyatro yapmaya inadına devam eden Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Tiyatrokare gibi özel heyetler… Aralarında en eskisi sayın Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu, yaklaşık elli üç yıldır hayatta kalma mücadelesine devam ediyor… Sayın Nedim Saban’ın müthiş bir özveriyle sürdürdüğü Tiyatrokare bu sene otuzuncu yılını kutluyor! Macide Tanır’dan, Erol Keskin’e; Nevra Serezli’den, Suna Keskin’e birçok usta ismi kadrosunda bulundurmuş Tiyatrokare’ye nice yıllar diliyorum…
Bir de yarım asrı geride bırakan Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu var ki kanaatimce senenin oyunu “Şıngır Şıngır Beyoğlu”yla hâlâ sahnede… Beyoğlu’nun bozuluşunu, tiyatronun tanınmayacak hale gelinceye kadar yaşadığı değişimi müthiş bir şekilde sahneye akseden bir piyes bu… Aynı zamanda Ali Poyrazoğlu tiyatrosunun ellinci yılına yakışan şık, sanatlı ve Türkçeli…
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu deyip de sayın Ali Poyrazoğlu’nu anmadan olmaz! Nitekim Ali Bey, Türk Tiyatrosuna oyunculuğunun yanı sıra çevirmen, yazar, özel heyet ve sahne sahibi, hoca, koleksiyoncu olarak hizmet etmiş tam tarifiyle bir tiyatro adamı; bir “Bay Tiyatro”dur.
Evet evet, sayın Poyrazoğlu’na bir unvan verilecekse kanaatimce bu mutlaka “Bay Tiyatro” olmalıdır. Tiyatro, Ali Bey’in soyisminden fazla ailesidir çünkü… Tüm kumpanyaların kan ağladığı hatta tiyatromuzda markalaşan Dormen Tiyatrosu’nun kapanmasına sebebiyet veren yüzyılın başındaki krizde bile tiyatrosunu ayakta tutmak takdir edersiniz ki zor iştir; bir nevi kan bağıdır, aşktır!
Meddahlıktan istifadeyle tulûatı da katarak Türk tek kişilik oyun tarzını değiştirip geliştirmiş ve bu türde birkaç piyes sahnelemiştir. Aziz Nesin, Haldun Taner, gibi efsanevî Türk yazarlarının yanı sıra; Jean Poiret, Ron Clark, Sam Bobrick gibi ülkemizde adı fazla duyulmamış yabancı yazarları da oynayarak tıpkı Kenter Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engiz Cezzar Tiyatrosu gibi bir repertuar tiyatrosu oluşturmuştur. Aynı zamanda asrın en büyük fars yazarı Ray Cooney ile Türk Tiyatrosunu tanıştırarak; sayın Cooney’in müthiş matematik barındıran eserleriyle birçok özel tiyatronun iflastan kurtulmasına, birçok turne tiyatrosunun hayatını idame ettirmesine gâh isteyerek gâh istemeyerek ön-ayak olmuştur.
Dolayısıyla kısır tartışmalarla uğraşacağımıza kafamızı biraz da gerçek tiyatro tarafına çevirirsek, hayat adına çok daha fazlasını yakalamış oluruz. Hâlâ yaşarken bu büyük sanatkârlarımıza lâyık oldukları kıymeti göstermeliyiz. Medeniyet yolundaki hakiki ilerleme de ancak böyle vuku bulur. Bu bahisle Faruk Nafiz Çamlıbel’in şu dörtlüğünü şiar edinsek ne kadar yeridir:
“Tahlil edince gördüm onların cevherini:
Cemiyette saffını bulmamış her bir değer.
Ön saftaki zekâlar bulamazsa yerini,
Alamaz hiçbir zaman cemiyet ön safta yer!”
Artık bırakınız günlük, dakikalık ömre sahip basit siyasete kapılıp, “Hay tiyatro!”,demektense; hak edene “Bay Tiyatro!”, demeyi daima yeğlerim. Tavsiye de ederim. Ne de olsa bir büyük sanatkârı yaşarken onurlandırmaktan güzel pek az davranış var dünyada…
Yorum Yazın