Emel Seçen

Emel Seçen


Hayat

Hayat

Bir muhteşem film, HAYAT

Hayatın, tıpkı müzikte ki enstrümanlar misali, “tam yerinden” noktasından açılıyor. Ustamız ve dostumuz, sevgili Atilla Dorsay ile yazıyı yazmadan önce herkesin bildiği gibi mevcut Youtube kanalım üzerinden, film hakkında yorumumu iletmiştim. Ustamla ikimiz filmi, T24 de ki yer alan köşesinde Pazartesi günü yayınlanan yorumunda olduğu gibi dışarıda izledik. Yani basın ön gösterimsiz. Ben, diğer ortak dostlarımız olan Taksim’de ki Cinemajestic sinemasında.

Bizi, her daim evimizde hissettiren, Sinemamız. Bu vesile ile yeni aramızdan ayrılan, Şahin Dilbaz, beyefendiyi saygı ve rahmetle anarken, bu güzel sinemaya emek veren başta emektar makinist, Ali Koçoğlu ile sinemaya yıllardır devam eden ve edecek olan, Dilbaz Ailesine, selamlar ve kuvvet diliyorum. En son salgın döneminde, yanlarında olduğum gibi her zaman yanlarındayım.

Evet, Cumartesi paylaştım filmi izledikten hemen sonra ve baktım hemen hemen aynı kertedeyiz, sevgili Hocam ile. Tek farkla.

O, Zeki Demirkubuz’un son filmi,Hayat, için yorumları arasında, kendimce, olarak belirttiği ve -6 Silahşörler- olarak sıraladığı, yönetmen isimler arasında, bir ilave yapmak gerekiyor. Tabii ki bende kendimce ve kendisi de muhtemelen, 90’larda Türk Sinemasına adım atan, olarak açıkladığı gibi. Ama çoğalmak gerekiyor. 7 olsun, hatta 8 ve sonsuz olsun! Benim için de yıla bakmaksızın, (Tepenin Ardı-2012) açık ara fark ile kulvarı göğüsleyen, Emin Alper.

Emin Alper için bizzat geçmişte, Siyad Oscar adaylarını belirlerken, Kız Kardeşler (2019) için, “Bu film, bizi temsil etmeliydi!” doğru seçim yapamadık, diye seçici kurulu oluşturan ve haftanın neredeyse beş günü bir araya geldiğimiz dostlara söylediğimde, tercihlerini yapmışlardı. Yorumlar genelde, güzeldi ama…

İşte Türkiye’de bu var, beğenilir ama söylenmesi gerekir, ama…

Bende kendilerine demiştim ki: Bir gün, hepiniz Emin Alper’ci olacaksınız!

Ben SİYAD üyesi değilim, bu arada. Kendimce fikirlerim. Tıpkı, yıllar önce, Margot Robbie, hakkında fikirlerimi söylediğimde, nasıl kâle alınmadı ise gün geldi, devran döndü. HAYAT!

Elbette herkes bir anda Emin Alper’ci, herkes bir anda, Margot Robbie’yi, konuşur oluverdi.

HAYAT

Hayat da böyle değil mi zaten. En masum olanlar, önce ya suçlu olur ki, sistemin çarkına yüreklice dokunuş yaparlar, tüm bedelleri sırtlanarak. Öderler ve kaderlerini yaşarlar. Sadece dayatılanları, yaşamak istemedikleri için.

Çünkü aklı olanın ve sorgulayanın, diyecek sözü ve yapacak bir işi muhakkak vardır.

Hele hele ataerkil bir toplumda; dayatmalarda bir nefes bulmaya çalışan, aklı başında bir kadın isen.

Niye çoğalalım ve niye Emin Alper, dedim. 2019 yılında, Kız Kardeşler, filminin hakkını, biz Türkiye’de yerken; Berlin Film Festivalinde, ana yarışmaya seçildi. Olmadı, üçte ama dördüncü uzun metraj filmi, Kurak Günler (2022) CANNES Film Festivalinin, en önemli ayağı olan –Belirli Bir Bakış-bölümüne, girmeyi başardı. Sonrasında Siyad dâhil ödüllere layık bulundu.

İşte o önemli “Kız Kardeşler” filmi ile Dünya coğrafyasında, Türkiye yazgısının, ataerkil pergelinden yansıyarak, bir farklı bakış açısı olan ve unutulduğu düşünülen-besleme-unsuru ile sundu. Buradaki şehir, göçebe, hayaller, ihtiraslar, kadının kadına yapabileceği düşmanlıklar ve elbette kadınlar meselesi.

Değerli yönetmen, Emin Alper’in bu anlamda, Türk Sinemasına büyük katkılar sağladığını ve son zamanlarda çıkış yapan tüm filmleri de beslediğini düşünüyorum.

İsimlere baksanıza!

2019-Kız Kardeşler (Emin Alper)

2022-Kurak Günler (Emin Alper)

2022-Kar ve Ayı (Selcen Ergun)

2023-Kuru Otlar Üstüne (Nuri Bilge Ceylan)

2023-Hayat (Zeki Demirkubuz)

Temeli, Anadolu coğrafyasında, hâlâ mevcut olan çaresizlik ve bir türlü çözümlenemeyen olgular.

Dünya üzerinde bir cennet olan aziz vatanda, bizler neden debelenip, duruyoruz. Bu en önemli soru?

İnsan, açmazlar içinde midir, yoksa açmazları kendi ya da çevresi mi yaşatır?

Koşulları değiştirebilmek, kimin gayretindedir?

Uzunca bir aradan sonra seyircisi ile buluşan Zeki Demirkubuz, tıpkı toplumsal bakış açısının merceğinden, filmini başlatıyor.

Film dört bölümden oluşuyor.

Evden kaçan Hicran(Miray Daner) ve kaçınılmaz kötü yola düşecektir. Tabii burada –Asiye Nasıl Kurtulur?- yok. Peki, neden evden kaçmıştır. Acaba bayramlarda bile kocasının elini öpmek durumunda kalan annesi gibi olmak istemediğinden, olabilir midir? Saygı mı?

Peki, kendisine duyulan saygı nereye gömülmüştür? Kaçtıktan sonra köy kahvesine değil hiçbir yere çıkamayan babasının zamanla örümcek ağlarının da toprağa ve dalları sardığı yerde mi, sürekli çabalanmaktadır? Bir nevi, “Kızını dövmeyen dizini döver misali.”

Ya başta kendisinden büyük bir erkekle evlendirileceği için evden kaçmayı çözüm gören Hicran, bilebilseydi, ya konuşabilseydi sadece iki kez dar alanlarda görebildiği, fırıncı Rıza’ya(Burak Dakak).

Ne, ne kadar değişebilirdi? İşin kestirme yolu mümkünken, kulağını ters yerden gösteren toplumsal dayatmalar, olmasa.

Mutluk olabilmek, elbette mümkündü ancak insan, insana kendini düpedüz açabilseydi eğer.

Kim, kendini kime, tam anlamıyla açabiliyor.

Açmazların yamalı bohça hali çoğalınca filmler oluyor sanatın bir dalında ve olasılıklar ekseninde, bir dizi gibi ya da film gibi.

Darbenin hatırası, Dallas dizisi gibi mesela. Taşrada da değişmiyor, aynı kitleye ulaşıyor. Ewing Çiftliğinin, Lucy’si si, çok mu temizdi, eğer temel dayanak orası ve sadece oradan bakarsak. Yoksa o da mı, bacağı kırılıp oturtulmalımıydı ya da kalmalı, aç erkeklere bilhassa doğu kültüründe erzak oluşturmalıydı.

Usta Zeki Demirkubuz, hiç yormadan adeta lezzetli bir yemeğin muhteşemliğini, artıracak damak tadını oluşturan baharatları ne de güzel serpmiş, almasını bilebilene.

Zaten doğası gereği, erkek olanın istediği zaman, istediği ile seks yapabileceği gerçeğini kırsaldan açarak, başlatan Zeki Demirkubuz, nişanlı Rıza’yı seks için gittiği evde gösterirken; kendi olmak ve severek, kendini anlayanı bularak evlenmek isteyen, Hicran’ın kaçarak çıkış yolunu, çapraz sorgu yapmaktadır, seyircide.

Demek ki, bakış açılarımızın eksenine doğru bakmak ve ona göre büyük resmi incelemek gerekmektedir.

Sanat, ne için var. Usta Zeki Demirkubuz, lirik bir anlatımla muhteşem bir filmi karşımıza çıkarıyor ve aradaki yedi yıllık farkı gözümüze gözümüze, tüm çıplaklığı ile sunuyor.

Önce yürekten tebrikler!

1.Bölüm Kaçış.

2.Bölüm, Rıza’nın yavaş yavaş erkekliğine yediremeyişi ile başlayan, sona doğru ise işte o dayatılanlar olmasa ve herkes olabildiğince, birbirine sevgi ile yaklaşabilse ve hep şeffaf olabilse, neler mümkün dü, kısmının her zaman olduğu gibi artısı ve eksisi.

3.Bölüm, başına bir halt geldiği için (kaçmak, tacize uğramak, dul kalmak, hamile kalmak) “Sen, bilirsin deyip, ardından da “bana kalırsa en doğrusu” olarak sunulan yakın akraba, dost vs çözümlerinden bilindik olan Emekli Öğretmen ve çocuklu Orhan (Cem Davran) ile hayatın diğer olası yüzü. Ve buradaki diyalog olağan üstü. Bir zamanların Şener Şen ve Meltem Cumbul (Yavuz Turgul, Gönül Yarası-2005) sahnesini anımsatıyor, biraz farklı olsa da. Sanki normal gibi görülen ki eğer kız tarafının geçmişinde bir sevgi açlığı varsa hemen kendini kaptırabileceği, hemen sığınabilecek bir liman gibi gösterilen ama arka planda baskıcı, kıskanç ataerkil hâkimiyet temsili. Ki bu bölüm, filmin üç güzel sahnesinden ikincisi.

Birincisi, kaçıp eve döndükten sonra babasından( Yine muhteşem bir oyunculuk ile Umut Kurt) dayak yediği. İkincisi, çıkış yolu yine tanımadığı ama bu kez damgalandığı için tecrit edilen hayatına, hayat katılması beklenen evlilik, bu kez yaşça büyük olan biri ile yatak diyaloğu, üçüncüsü de Avrupa da çekilmiş filmler kadar tüm sahneleri kıskandıracak nitelikte, muhteşem bir görüntü, muhteşem bir oyunculuk ile Hicran’ın, o babasının kendisi diye dövdüğü toprağının üzerine, adeta bir cenin gibi uzanıp, doyasıya ağlayışı. Koskoca bir hayat, nereden nereye sürüklendi.

Hayat, nereden nereye Hicran’sız gidebilir. Sevmek, dinlemek, saygı göstermek, kıymetlin ve emanetin olduğunu bir an olsun, aklından çıkarmadan.

Boyabat’ta, bir köy yerleşim yerinde tanıklık ediyoruz, sanki hiç oyuncu yok. Gittik, oturduk, bayramlarını gördük, kahvehanelerde neler konuşulduğunu, ilkokul kitaplarını, bakir alanlarının bir evin mutfağı ve salonu kadar yalınlığını.

Ve her kızın hayali gibi kendi evinin kadını olmak ve orayı kendi zevkince döşemek. Dayatılan değil fikri sorulan, saygı duyulan.

Bu yılın ve ileriki zamanlarında; EN İYİ TÜRK FİLMİ, ZEKİ DEMİRKUBUZ’DAN HAYAT.

Tekrar tebrikler.

Kaç yıl oldu, Issız Adam’dan beri pek çok iş ama hep güzel yansıma ile Melis Birkan, Hicran’ın Annesi rolünde.

Bir daha elbette izlerim, üç saat on üç dakika olsa da.

Çünkü her bölüm, ayrı bir film. Her film başka bir kitap.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar