Bu bir futbol yazısı gibi gelebilir sizlere başlangıçta ama bence sonuna kadar sabrederseniz daha keyifli olabilir diye düşünüyorum.
Yazının bir yerlerinde yazmam gerekeceği için baştan belirtsem daha iyi olacak. “Ben bir Fenerbahçe taraftarıyım” taraftar seviyesindeki hemen her insan gibi de bunu bir sebebe dayandırmam ya da savunmasını yapmam gerekmez.
Genelde zaten bu taraftarlık meselesi ‘aklım erdiği zamandan beri’ ya da kendimi bildim bileli” diye nitelenen bir şeydir, ama oradaki aklın ermesi ya da kendini bilme durumu sadece hatırlama anlamında kullanılır. O sebeple de “Futbol takımı tutmak gibi” diye bir deyim vardır. Bu deyimin asıl amacı takım tutarken aklın, mantığın devreden çıkışını anlatmaktır. Orada sanki adaletli olmanın gerekmediği bir alan açılmıştır insanlara. Yine de bu adalet duygusundan yoksun olma hakkının tasvip edilmeyen hallere dönüşmesinden duyulan endişe ile “Spor, dostluk, barış, kardeşliktir” ezeli rakip, ebedi dost” gibi değerlendirmeler de hep konunun bir yerinde tutulur.
Ama, sona eklenerek yaşanacakları engellemeye çalışan dostluk, barış, kardeşlik ifadeleri anlamını gittikçe yitiriyor. Bunun en önemli, sebebi Futbolun, spordan büyük bir endüstriye dönüşmüş olması. İkinci sebep ise sosyal medya ya, ya da medyada oluşturulan algılar.
Bilmem dikkat ettiniz mi ama daha birkaç gün önce Avrupa futbolunun patronu UEFA, her yıl olduğu gibi geride kalan 2023 yılının Avrupa Kulüp Finans ve Yatırım Raporu’nu yayınladı. Bu rapor nedense çok dikkat çekmedi kamuoyunda zaten sosyal medya taraftarları raporu görmezden gelmeyi tercih etti hatta. Raporda üye olan 55 ülkedeki 740 takımın incelendiği ve buradaki ekonomik büyüklüğün 24 milyar Euro ya ulaştığı belirtiliyordu. Ama asıl haber gelir gider dengesinde 55 ülke arasında en kötü durumda olan ülkelerden birisinin Türkiye olması idi.
Gelirlere yönelik olarak Türk kulüplerinin şu an için probleminin olmadığı dikkat çekiyor. Toplam gelirde 9'uncu, gişe gelirinde 12'nci, TV gelirinde 7'nci ve UEFA gelirinde 12'nci olan Türkiye, net transfer bilançosunda eksi 22 milyon Euro ile 49'uncu sırada. Vergi öncesi kâr açısından eksi 310 milyon Euro ile (yani zararla) 55 ülke arasında 52'nci. Türkiye toplamda eksi 814 milyon Euro net öz sermaye ve negatif öz sermayeye sahip toplam 18 kulüp ile iki sıralamada da UEFA'nın en kötüsü konumunda.
Şimdi bu rapor konusuna niye girdim onu anlatayım. Her hafta sonu sosyal medya da gündemi işgal eden iki futbol kulübü de bu raporun en önemli mesulleri olarak arzı endam ediyorlar. Dikkat ederseniz aslında kulüplerimizin gelirleri açısından da bir sorun yok ama giderleri oldukça yüksek. Çünkü gelirlerinin asıl kaynağı bizleriz, gişe ve tv yayınları gelirlerini sağlayan taraftarlar. Ama giderlerinden yine aynı taraftarlara aktarılan bir şey yok. Üretim olmadığı sadece transferlerle başarı kazanmaya yönlendikleri için de bu durumun değişmesi pek olası değil. Hatta alt yapılarda kullanılması şartı ile kendilerinden alınan vergilerden bile indirim yapılmış olmasına rağmen inatla üretim yapmamayı seçiyorlar.
İşte bütün bu ekonomik durumun ortasında biz ise medya ve sosyal medya da Galatasaray ve Fenerbahçe’nin hangisinin hakkının yendiği ile ilgiliyiz. Oysa ne yazık ki çok da uzun olmayan bir geçmişte bu ülke de 4 büyük kulüpten bahsedilirdi. Onların dışında da birçok kulüp yarışın içinde anılırdı. Şimdi ise ülke de sadece 2 kulüp varmış gibi davranılıyor. Hatta 4 büyükler olarak adlandırılan diğer iki kulüp Beşiktaş ve Trabzon bile bu iki kulübü desteklemek ya da karşısında olmakla konumlandırılır bir hale geldi. İşin garibi bu bir destekleme de değil aslında, sadece karşı olmak üzerinden dizayn edilen tavırlar dizgesi.
4 büyüklerin dışında kalan her kulüp de bu yarışın içinde görünmez oldular adeta. Eğer Fenerbahçe ve Galatasaray la oynamıyorlarsa ne gündem oluyorlar ne de o kadar önemli suçlamalara maruz kalıyorlar zaten. Yani kafaları o zamanlarda daha rahat aslında.
Baştan söyledim ben Fenerbahçeliyim ve bu konuda ben de tarafım, ama tarafımın temeli mantıksal bir çıkarıma dayanmadığı gibi Galatasaray düşmanlığından da beslenmiyor sadece. O nedenle de Fenerbahçe lehine yapılan bir haksızlıkta da rahatsızlık duyuyorum. Her şeye rağmen şampiyon olmayı ben de istiyorum ama bunu ülkede sadece iki takım varmış ve diğer bütün takımlar onları desteklemek veya kösteklemek için varmış gibi davranmayı kabul edemiyorum.
Bu iklimden mesuliyet duyması gerekenler sadece o kulüpler ve futbolu yönetenler mi? Futbol asla sadece futbol değildir kitabını 1990ların ortalarında okumuş birisi olarak bu sorulara şöyle cevap verebilirim kendi adıma. Simon Kuper bile kitabın adını koyduğunda bugün Türkiye’de yaşananları tahmin etmemiştir muhtemelen .
Kendileri futbol adına üretim yapmak konusunda bir şeyler yapmak yerine taraftarlarının koşulsuz desteği ile yürüyen, diğer takımların da bu anlamda yanlarında olmayanlarını diğerine çalışmakla suçlayan yapılar bilmem size futbol dışında da bir şeyler hatırlatıyor mu?
Yorum Yazın