Yapılan seçimde, bütün uygun koşullara rağmen muhalefet kazanmadı. Bunun üstünü örtmek yerine sebeplerini ortaya koymak gerekir. Çünkü hayat devam ediyor. Siyaset de. Bundan sonraki seçimleri ve süreçleri kazanmaya odaklanmak gerekir. Bunun için de doğru ve dürüst muhasebe yapmak şart. Levra hiçbir mazeret başarısızlığı haklı çıkarmaz ve hiçbir mazeret başarısızlığın yerini tutmaz. Bu çerçevede şimdilik akla gelen birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.
1- Büyük ortak olan İyi Parti kamuoyunun önünde Kılıçdaroğlu’nun aday olmasına resmen karşı çıktı. Toplum önünde yapılan bu karşı çıkış dolayısıyla yaşanan tartışma ve git gel meselesi işi zora soktu. Bu durum sürecin sağlıklı yürümesinde önemli bir gedik açmıştı ama görmezden gelindi, hızla üstü örtüldü. Oysa bu hem İyi Partinin tabanında bir kırılganlık yarattı hem de CHP tabanında bir kızgınlık yarattı, hem de öte taraftan kazanmaz olgusunu seçmenin kafasında yerleştirdi. Tabiri caizse ittifak bu hamle ile daha yarışa başlamadan ayağına sıkmıştı. Onların görmek istemediği ama seçmenin hissettiği bir yara ile koşacaklardı.
2-Akşener’e karşın diğer küçük partiler gerçekten Kılıçdaroğlu’nu istedikleri ve benimsedikleri için mi kabul etti? Bu soru irdelenmeye muhtaç bir soru gibi duruyor önümüzde. Kanımca diğer dört küçük parti lideri isteyerek ve kazanacağına inandıkları için Kılıçdaroğlu’nun adaylığına onay vermedi. Onlar başından itibaren çaresizdiler. Çünkü özellikle Deva ve Gelecek’in AKP’den kopuşları ve ardından yaptıkları çıkışlar toplumda karşılık bulmamıştı. Saadet ile Demokrat Parti’nin de zaten dişe dokunur bir etkinliği olmadığı önceki seçimlerden biliniyordu.
Bu partiler kendi adları ile seçime girseler belki milletvekili bile çıkarmayacak, silinip gideceklerdi. Bu durumda onlar için en iyi fırsat CHP’nin sırtına binerek meclise gitmekti. Ancak sorun şu ki yaptıkları pazarlık sonucu kopardıkları milletvekili sayısı onları bile şaşırtacak orandaydı. CHP hiç düşünmeden artısını eksisini hesaba katmadan adeta gözü kapalı kazanacak yerlerden bu dört partiye 38 milletvekili verdi. Bunun sonucunda kamuoyunda kendilerine peşkeş çekilen 38 milletvekili karşılığında adaylığı onaylamak durumunda kaldıkları gibi bir izlenim ortaya çıktı.
Bu bonkör savurganlık karşısında CHP’nin milletvekili listeleri darmadağın oldu. Bu hesapsız kitapsız durum parti tabanında, örgütte büyük moral bozukluğuna yol açtı ve onları de motive etti. Oysa söz konusu partiler tek başına girseler dördü birden dört milletvekili çıkaramayacakken kendilerine rüşvet gibi 38 milletvekili verilmişti. Seçim sonunda tahmin edildiği gibi oy da getirmemişlerdi. Aksine bunlar CHP’ye oy getirmek bir yana oy kaybettirdi. Hem çok az olan kendi tabanları CHP ve Kılıçdaroğlu’na oy vermedi hem de bunların duruşlarından rahatsız olan bir kesim sandığa gitmedi.
3-Peki, bu işin doğrusu neydi? Doğrusu bu partilerin CHP’den seçime girmemesiydi. Onlar (seçim öncesi de yazdığım gibi) kökleri sayılan Saadet Partisi çatısı altında seçime girebilirdi. O zaman hem CHP’nin önünü kesmemiş olacaklardı hem de (kendi deyişleriyle) CHP’ye oy vermeye elleri gitmeyen tabanları gelip kendilerine oy verecekti. Bu da hem millet ittifakının oy oranını yükseltecekti hem de Kılıçdaroğlu’na az da olsa oy kazandıracaktı. Bunu yapmak yerine acele bir zafer sarhoşluğuna girildi. Bu partilere istedikleri sayıda istedikleri yerlerden kontenjan ayrıldı. Kimse de buna itiraz etmedi. Genel merkez yöneticileri kendilerini listelerin başına ve ön sıralarına yazdırdı, listelerin geri kalan kısmı da ahbap çavuş ilişkileriyle yapıldı. Kimse ne örgütü dikkate aldı ne de söyledikleri gibi liyakati ve ehliyeti! Bunun iyi sonuç doğuramayacağı açık olmasına rağmen kimseyi ne dinlediler, ne de dikkate aldılar. Bu millet ittifakının ikinci kez kendi ayağına sıkması gibi bir şey oldu.
4-Öte taraftan Erdoğan’ın ve örgütünün yıllardır üst üste seçim kazanan bir algı yaratma aygıtına dönüştüğü unutuldu. Bu sayede yarattıkları bir kitle olduğunu da. Bilindiği üzere AKP-MHP iktidarı, yerlilik ve millilik adı altında “AKP Türklüğü” denilebilecek bir Türklük inşasına girişti. MHP de buna teşne oldu. “Bunun için onlarca televizyon kanalında yayınlanan çarpıtılmış tarih anlatısına, abartılı kahramanlık hikâyelerine dayanan dizi filmlerden tutun da tarikatların faaliyetlerine, magazin ve kadın programlarından dini sohbet programlarına, okul müfredatından haber programlarına, afiş ve billboardlardan müziklere kadar her araç, yıllarca etkili şekilde kullanıldı. Yeni bir insan tipi yaratılmaya çalışıldı. Bunu yaparken öyle bir kültürel çöküş de yarattılar ki adaletsizlik, hırsızlık, yolsuzluk, zulüm, iftira İslam’ın şartlarıymış gibi sıkı sıkıya sarılan bir kitle var ettiler. Bu kitlenin bazı üyelerini zaman zaman sokak röportajlarında görüyorsunuz. Bahsettiğim o kitleyi bir mahallede tutmaya çalıştılar. Mahalleyi devletin imkanlarını sonuna kadar kullanarak konforlu hale getirdiler. Diğer mahallelerdeki herkesi de terörist ilan ettiler. Amaçları, diğer mahallelerin sesinin kendi mahallelerindeki kitleye erişmesini engellemek oldu.” Ve bunu başardılar.
5-AKP tarafından üretilmiş bu kitle yıllar içinde ona bağlı bir seçmen kitlesi haline geldi. Bunu görmek yerine ekonomik krizin AKP’yi götüreceği zehabına kaptırdı herkes kendini. Oysa oy verme davranışını belirleyen değişik etmenler vardır. Ekonomi bunun sadece bir kısmını oluşturuyor, hepsini değil. Seçmenin %65’i yukarıda belirttiğim saiklerle oluşmuş aidiyet duygusuyla oy veriyor. Yani birden fazla kez bir partiye oy verdiğinde bu bir siyasi alışkanlığa dönüşüyor bu alışkanlığı değiştirmek zorlaşıyor. AKP de 21 yıldır önce yoksullaştırıp sonra yardımlarla kendine bağladığı ve onlarca kez kendisine oy veren bir büyük kitle var. Bu kitleyi AKP’nin kendisi yarattı ve AKP’yi ayakta tuttu.
6-Ekonomiye gelince, bu faktör muhalefeti yanılttı, çünkü tencere tava iktidarı değiştirir sandılar, oysa ekonomik nedenlerle oy veren seçmen oranı sadece %25 civarındadır. Yani pahalılık bu seçimde ne yazık ki belirleyici rol oynamadı. Oynasaydı AKP’nin bu şartlarda %15-20 oy alması gerekirdi. İdeolojiye gelince, ideolojik nednle oy verenlerin oranı ise sadece %10. Hatta o da bu seçimde nerdeyse ortadan kalktı. En sağdaki parti en soldaki ile bir araya geldiği gibi en laikler en muhafazakârlarla bir arada oldular.
7-Belirtmek gereken bir nokta da şudur. Kılıçdaroğlu’nun son anda milliyetçi söylemlere sarılması sol ve Kürt seçmende hayal kırıklığı yarattığı gibi Ümit Özdağ’ın ortak yapılması, abuk-sabuk bir protokol imzalaması ve konuşmaları Kürt seçmeni irrite etti. Sahici lider kendi ilke ve doğruları doğrultusunda siyaset yapar. Biz Erdoğanların, Oganların, Özdağların yaratmak istedikleri anti demokratik dünyaya karşısında daha demokratik, hoş görülü ve gelişmiş bir toplum tahayyülü için siyaset yapıyoruz. Yoksa milliyetçilikte Ogan’la, yabancı düşmanlığında Özdağ’la, savaş tamtamlarında Erdoğan’la yarışmak ve onlara benzemek için değil. Kaldı ki bunların duruş ve politikaları bizim benimsediğimiz duruş ve politikalar değil, bu yüzden onları değiştirmek istiyoruz. Aksi takdirde bunun için oy verecek bir kitle varsa aslı varken gölgesine niye oy versin. Siyasette sahicilik ve ilkeli duruş çok önemli diye düşünüyorum.
Sonuç olarak denebilir ki, koşullar bu kadar uygunken bu seçim kaybedildi. İktidar kazanmadı, muhalefet kaybetti. Çünkü iktidar kaybetmek için her şey yaptı, ama muhalefet buna rağmen kazanamadı. Şimdi eğri oturup doğru konuşmanın ve özeleştirinin zamanı. Şimdi değişim zamanı.
Yorum Yazın