Yunan ve Kıbrıslı Rum siyasetçiler on yıllardan beri Kıbrıs konusundan söz ederken, kendi emel ve politikalarına uygun düşen klişeleşmiş deyimlerle, kavramlarla konuşurlar. Ne bir eksik ne bir fazla!
Kıbrıs sorunu için kendilerine uygun düşen çözüm şeklini hep aynı kavramlarla ve cümle düzeni içinde tarif ederler.
Hiçbir Yunan ve Kıbrıslı Rum politikacının, “Kıbrıs Cumhuriyeti” (Republic of Cyprus) yerine “Güney Kıbrıs” dediğine şahit olmadım.
Aynı şeyi Türkiye için söylemem mümkün değildir.
Türkiye’de resmî demeçlerde veya gayrı resmî konuşmalarda, TV programlarında “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” isminin zikredilmesinden çok, “Kıbrıs” veya “Kuzey Kıbrıs” deyimlerinin kullanıldığını görüyoruz.
Terminoloji de “Kıbrıs” (Cyprus) coğrafî olarak adanın ismidir. Siyasî plânda “Kıbrıs”, “Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine kullanılmaktadır. (“Türkiye Cumhuriyeti” yerine “Türkiye” denildiği gibi) BM’de üyeler listesinde “Kıbrıs (Cyprus)” yazılıdır.
"Kuzey Kıbrıs" ise siyasî olarak Rumların tamamını kendi ülkeleri olduğunu iddia ettiği , uluslararası plânda da öyle kabul edilen Kıbrıs adasının "Kuzey" bölümü anlamına gelmektedir.
Özellikle AB resmî kaynaklarında "Kuzey Kıbrıs" (Northern Cyprus) şöyle tarif edilmektedir: "Kuzey Kıbrıs, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin etkin bir kontrol uygulayamadığı Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bir parçasıdır." (Northern Cyprus is part of the Republic of Cyprus in which the Government of the Republic of Cyprus does not exercise effective control.)
Kıbrıs konusu 1954’te BM Genel Kurulu’nun, 1964’te de BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine girdiğinden bu yana geçen on yıllar içinde uyuşmazlık hakkında belirli bir terminoloji oluşmuş bulunmaktadır.
Siyasî Partilerimizin Kıbrıs konusunda KKTC’nin ve Türkiye’nin belirlediği politikalara uygun terminoloji hakkında Dışişleri Bakanlığımız ile istişarede bulunmasında fayda olabileceğini düşünüyorum.
İnternette KKTC’den Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman ile Muhalefet Lideri ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel arasında yapılan görüşmeye dair açıklamaları okudum.
“Kuzey Kıbrıs’ın haklı davasını takip etmeye, Kuzey Kıbrıs’taki vatandaşlarımızın geleceklerine yönelik olarak en doğru, en kapsayıcı, en barışçıl çözüm için hep birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz” şeklinde ifadeler kullanılmış.
“Kuzey Kıbrıs’ın” değil “KKTC halkının” veya “KKTC’nin” veya “Türk Milleti’nin” “haklı davasından” söz etmek sanırım uygun düşer.
“Kuzey Kıbrıs’taki vatandaşlarımızın geleceğinden” söz etmek de yanlıştır. “Kıbrıs Türk halkının geleceği” veya "Kıbrıslı Soydaşlarımızın geleceği" bahis konusu olmalıdır. KKTC bağımsız ve egemen bir devlettir. KKTC için bizim "vatandaşlarımızın geleceğinden" söz edemeyiz.
“...en doğru, en kapsayıcı, en barışçıl çözüm için hep birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz” denmiş.
KKTC ve Türkiye’nin “federal çözüme kapıyı kapadıklarını” ve “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” hedefine yöneldiklerini ilân etmelerinin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül 2022’de BM genel Kurulu’nda KKTC’nin tanınması için çağrıda bulunmuştur. KKTC ve Türkiye çözümün adını koymuştur.
Hal böyleyken bugün siyasî plânda Türkiye’de muhalefet liderinin “en doğru, en kapsayıcı, en barışçıl çözüm için hep birlikte mücadele etmekten” söz etmesi ve bunun Kıbrıs Barış Harekâtımızın 50. Yıldönümünün arifesinde yapılmış olması şahsî görüşüme göre, Millî Davamız bakımından hiç de hayra alâmet olmayan bir zafiyet belirtisidir.
Kaldı ki KKTC'de "Cumhuriyetçi Türk Partisi" Rumlarla "federal çözüm" çerçevesinde birleşmekten yana olan ve Rum AKEL'e yakın duran bir siyasî Partidir. AKEL BM'nin Kıbrıs kararlarının uygulanmasını isteyegelmiştir. KKTC'nin 2. Cumhurbaşkanı Talât (CTP) GKRY eski Liderlerinden Christofiyas'ı "yoldaş" olarak nitelemiştir.
Hatırlatmak isterim ki, Millî Davamızın geçen 70 yılı içinde Kıbrıs Türk halkı ile birlikte atılan çeşitli ileri adımlarda, yapılan hamlelerde, Türkiye’de muhalefet iktidardan desteğini esirgememiştir. İktidar ve muhalefet "Millî Davayı" iç siyaset rekabetinin dışında tutmayı başarmıştır. Örneklerden birkaçını aşağıda kaydedeceğim:
?1953-54’te Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, İsmet Paşa’nın Lozan Antlaşması’nın taslağının 16. Maddesine itiraz ederek ve değiştirilmesini sağlayarak açtığı kapıdan İsmet Paşa'nın konuşmasına atıfla girmeyi başarmış ve Türkiye’nin Kıbrıs konusunda taraf devletlerden biri olmasını sağlamıştır.
?Türkiye 1955’te Londra’daki Konferansa “ilgili taraf” olarak davet edilince İsmet İnönü ve Osman Bölükbaşı Millî Dava’da birlik ve beraberlik havası yaratmak için Londra Konferansı boyunca iç siyasette “siyasî mütareke” ilân etmişlerdir.
?27 Mayıs 1960’da Menderes Hükûmeti’ni darbe ile deviren Millî Birlik Komitesi bile, devirdiği Hükûmet’in sağladığı 1960 çözüm belgelerini 3 ay sonra 16 Ağustos 1960 günü Antlaşma olarak Lefkoşa’da imzalamıştır.
?1965’de BM Genel Kurulu’nun Kabul ettiği Rum tezlerini içeren Kıbrıs kararına Demirel Hükûmetiyle birlikte muhalefet Partileri de karşı çıkmıştır. (TBMM’de Genel Görüşme açılmıştı).
?1967’de Keşan ve Dedeağaç Türk -Yunan görüşmelerinde Yunanistan’ın “Kıbrıs” için “enosis” teklifine Başbakan Demirel’in şiddetle karşı çıkmasına, İnönü destek vermiştir.
?1967 Kasım Kıbrıs buhranında Demirel Hükûmeti TBMM’den askerî müdahale yetkisi isteyince İnönü (CHP) destek vermiştir.
?20 Temmuz 1974 Cumartesi öğleden sonra TBMM (Senato ve Millet Meclisi) ortak olağanüstü toplantısında söz alan Muhalefet Lideri Süleyman Demirel Kıbrıs Barış Harekâtımız için Ecevit Hükûmeti'ne ve TSK’ya destek veren tarihî konuşmasını yapmıştır.
Yorum Yazın