Babası, Mustafa Süleymanoviç, Cumhuriyet’in ilanından önce İzmir’in, “katıksız Müslüman semti sayılan” Basmane’de dünyaya gelmişti. Babasının aile büyükleri, 1877’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak edildikten sonra Saraybosna’dan İzmir’e göç etmişti.
Babası Almanca ve Fransızcayı çok iyi bilir, dünya fındık ihracatının fiili merkezi olan Hamburg’da iş yapmak amacıyla her yıl bir ya da iki defa Orient Express treni ile Avrupa’ya giderdi.
Kaplıcaları ile ünlü Karlsbad’a bir gelişinde, Viyanalı, yanında on iki yaşında kızı ve onun mürebbiyesi ile yaz tatilini geçiren bir kadın dikkatini çeker. Sonradan adının, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan Barones Elfriede Karwinsky olduğunu öğrenir. Tanışırlar ve 1920 sonbaharında Viyana’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde nikahları kıyılır. Barones’in ilk eşi Birinci Dünya Savaş’nın ilk yılında cephede ölmüştür.
Nermin, 1921 yılının 18 Eylül’ünde Avusturya’nın başkenti Viyana’da dünyaya gelir. Dadısı vardır. Annesini genellikle akşamın ilk saatlerinde görür. Annesi odasına gelir, iştahsız ve kaprisli bir çocuk olduğu için aşçının hazırladığı yemekleri yememek için bahanelerine rağmen yemek yemesini sağlar. Annesi, Nermin’in adını tam telaffuz edemediği için “Nermerl” der.
1927 yılında İstanbul’a taşınırlar. Önce Pera Palas’a sonra o yılların en ünlü, şık otellerinden olan İstiklal Caddesi’ndeki Tokatlıyan’a yerleşirler. Daha sonra bir daireye taşınırlar. Dadısı İstanbul’a alışamadığı için ülkesine döner, bunun üzerine İsviçre’den bir dadı gelir. Anadili Almancadan sonra yeni dadısından Fransızca öğrenir. Babası çok istemesine rağmen Türkçe öğrenemez. Bunun nedeni, annesinin “kibar çocuklar okula gitmez” diye diretmesi ve bu nedenle ilkokula gönderilmemesidir. Okula gitmeyi çok istemesi üzerine yatılı olarak Dame de Sion’a yazdırırlar ama 1931 yılında babasını kaybedince annesi ile Budapeste’ye gitmek zorunda kalırlar.
Orada önce özel okula, sonra maddi olarak zorlanınca normal okula gider. Türkçeyi bilmese de Almanca ve Fransızca dergi ve gazetelerde, Türkiye ve Atatürk hakkında çıkan yazıları, övgüleri, “göğsü kabararak okur”. Türkiye’de tüm okullar, kız ve erkek çocukları için parasız olmuş, kadınlara yeni haklar tanınmış, “Türkiye, küllenmiş bir ateş ortasında Phoenix kuşu gibi yeniden dirilmiş, yeni demiryolları döşenmiş, fabrikalar yapılmıştır”.
Okulda kendisine her sorulduğunda, “Türk” olduğunu söylerken gurur duyar. Macarca ve İngilizce öğrenir. Budapeşte’deki Atilla heykeline bakıp, “demek atalarım buralara kadar uzandı” diye düşünür.
Başarılı bir öğrenci olmasına rağmen, annesi ekonomik durumlarının kötüleşmesi nedeniyle bir sonraki yıl okul parasını ödeyemeyeceğini söyler. Bunun üzerine, “Madem Atatürk Türkiye’sinde herkes için öğrenim ücretsizdir, okulların kapıları açıktır ve ben Türk vatandaşı sayılıyorum, o halde tahsilimi sürdürmek için tek çıkar yol Türkiye’ye dönmektir” diye düşünür. Henüz on dört yaşındadır.
Annesi karşı çıkmaz ama amcasının kendisini gelip almasını ister. Ama Nermin’in amcasına yazdığı mektuba cevap gelmez. Bunun üzerine bir cesaretle Türkiye Büyükelçiliği’ne gidip kapıcıya büyükelçiyi görmek istediğini söyler. Beklemediği şekilde büyükelçi kendisini kabul eder. Büyükelçi, Atatürk’ün yakın arkadaşı Behiç Erkin’dir. Fransızca konuşurlar. Babasını ve amcasını da tanımaktadır. Türkiye’ye dönüp okula gitmek istediğini anlatır. Büyükelçi, anlattıklarını ciddiyetle dinler, zile basar, bazı emirler verir ve üç gün sonra gelmesini söyler. Tekrar gittiğinde Türkiye’ye girişini sağlayacak bir göçmen pasaportu, üçüncü mevki bir tren bileti ve üç gün sürecek yolculuk boyunca yemek için kullanabileceği, vagon-restoranda geçerli kuponlar verir. Biletin tarihi 5 Kasım 1936’dır.
Annesini ikna etmeyi başarır ve Orient Express’le yola çıkar. Yol boyunca yolcularla pek sohbet etmeden, yolcuların destekleri ile İstanbul’a gelir. Trenden iner, Budapeşte’de kendisine verilen ve üzeri “İstanbul Sirkeci Garı Emniyet Müdürü” yazılı zarfı birisine gösterir ve müdürün odasını bulur. Fransızca bilen müdür, Nermin’in bir polisin refakatinde İzmir’e gidecek vapura bindirilmesini sağlar. Vapur İzmir’e varınca, faytona orada tanınmış bir işadamı olan amcasının adını söyleyince amcasının evine gelir, zili çalar, kapıyı açana Fransızca “Ben Nermin” der.
Prof Nermin Abadan-Unat’ın hikâyesi böyle başlıyor. Sonrasında Türkçe öğrenmek için çabaları, başarılı eğitim yılları, Hukuk Fakültesi, gazetecilik, senatörlük, profesörlüğe uzanan öğretim üyeliği, İzmir, İstanbul, Ankara ve İstanbul yılları.
1980’lerde, eski adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Basın Yayın Yüksek Okulu olan, şimdiki adıyla Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarımızda her biri dev olan öğretim üyelerinden ders almıştık.
Şimdi birçok üniversitede profesör ya da doçent dahi olmayan bölümlerde dersler yapılırken, bizler SBF’nin efsane öğretim üyelerinin birikimlerinden yararlanma imkânı bulduk.
Prof Mümtaz Soysal, Prof Sina Akşin, Prof Ünsal Oskay, Prof Türkkaya Ataöv, o tarihte asistan olan Prof Aydın Uğur dışında, Prof Nermin Abadan Unat’tan ders alabilen şanslı öğrencilerdendik.
Prof Abadan-Unat’ın, hiçbirini kaçırmadığımız, her biri tarihe yolculuk olan derslerini büyük bir dikkatle dinlerdik.
Prof Abadan-Unat, nasıl Atatürk sayesinde okuyabildiğini, Atatürk’e bağlılığını, Türkiye’nin Atatürk’ün attığı adımlarla nasıl yaşanabilir bir ülke haline geldiğini o tarihte de şimdi de anlatmaya devam ediyor.
Yorum Yazın