Emel Seçen

Emel Seçen


Huzur Hakkı

Huzur Hakkı

Gazeteden çıktım, eve dönmeye çalışıyorum yeni metro inşaatı dolayısı ile Haliç, Unkapanı, Taksim, Aksaray, Eminönü yönü kilit. Herkes yürüyor, bu ülkenin tüm yükünü halk çekmiyor mu zaten?

Durmak yok, yola devam!

Haliç istasyonundan inip, İBB Fatih Reşat Nuri Güntekin Şehir Tiyatrosu sahnesinin yer aldığı yolu yürüyorum, yanımda Vefa. Saraçhane yoluna doğru tam gaz ilerliyorum, insanlar kalabalık ve hızla varış noktalarına ulaşmak istediklerinden arı kovanı gibiler. Toz, toprak ve insan güruhu.

Tam Aksaray yönüne doğru geçtikten sonra bir zamanlar müzik piyasasının kalbinin attığı yer İMÇ-Unkapanı Plakçılar Çarşısı’na vardığımda, adeta bir dağa, denize karşı boylu boyunca uzanmış bir insan manzarası ile karşı karşıya kalıyorum.


Bir yanında cami, karşısında Ayın Biri Kilisesi ve dibinde Vefa semti. Mutsuzluğun, yokluğun, yok sayılmanın, çaresizliğin resmi bu olmalı, diyorum. Bir zamanlar müzik piyasasına girebilmek için bu yolu aşındıranlardan değil yüksek ihtimal, belki son enstrümanını sattı ve yattı sonsuzluğa bir kuma uzanır gibi… Nerede, sesin soluğun müziğin kol gezdiği o zamanlar? Uzun bir süredir teknolojinin gelişimi ile dijitale dönüşen müzik dünyasında, pandeminin de etkisi ile bu çarşıdan ses çıkmıyor artık!

YORGAN TAŞ, UYKU TAŞ, GELECEK TAŞ

Belki de 2004 yapımı, senaryoda Levent Kazak, yönetmen koltuğunda Ezel Akay performansı ile “Neredesin Firuze?“ filmini hatırlatırcasına dillere pelesenk olan “İçim ürperiyor. Ya evde yoksan!” şarkısı çağlamıyor artık. Çünkü müzik sustu, evlere kapandık ama bazıları için ise sokaklar ev artık. 

Yani bu adamcağız ayakkabılarını asfalta bırakıp saygı duruşunda bulunur gibi yatıyor, İMÇ’ye karşı. Yan duvarlarında İstanbul’un yaşayanlarının bile bilmediği Bedri Rahmi Eyüboğlu taşlarına karşı. Cami olmamış, kilise olmamış, dualar nedense tutmamış ve yokluğa açıyor bedenini. Yorgan taş, uyku taş, gelecek taş!

Geçtiğimiz şubat ayında, İstanbul Müzisyenler ve Sahne Emekçileri Derneği yöneticisi Mert Baydeniz, “Son iki ayda intihar eden ikinci müzisyen kardeşimiz. Pandemide zor durumdayız, sosyal güvencemiz yok. İktidar yanlısı müzisyenlerin sesleri çıkmıyor, ülkemizde nam salmış sanatçıların arkasında çalan federasyon başkanının sesi çıkmıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği 3 bin TL ile bu işin dönmeyeceğini çok iyi biliyorlar” demiş ve arkasından intiharlar artarak gelmişti.
Kişisel uğraşlar ve Haluk Levent gibi duyarlı sanatçıların kurumsal yürüttükleri ile bazı belediyelerin çabaları elbette yeterli olmamıştı. Müzik sanatı ile uğraşanlar, savaş zamanı gibi tek tek sattılar önce enstrümanlarını ve sonunda bırakıverdiler canlarını.

Şimdi buz kesmiş musalla taşı gibi kaldırımın üstünde, sağından solundan arı kovanı gibi insanlara sırtını dönmüş kıblesi İMÇ önünde, bu adam yatıyor. Gecesi orada geçecek, içinden kaç müzik geçecek asla albüm olamamış ama bir zamanlar burası vızır vızır kaynar, insanlar çalışmaktan çay içmeye fırsat bulamazken Zeki Müren’in bile çare bulduğu yerdi. Stüdyosunda arıza olunca apar topar burada çözüm bulunmuştu. Kimler, kimler bu yolu arşınlamadı? Kimler, kimler taşı toprağı altın İstanbul’a gönül ve umut bağlamadı?

TÜKENMİŞLİĞİN RESMİ

Bu hazin tablo aslında sanatın, insanın, sefaletin tüm kokuşmuşluklara rağmen bitişin resmi. Türkiye Cumhuriyeti’nin müziği sustu, kalbi atmıyor, toplum reanimasyon ünitesinden çıkabilmek için yaşam savaşı veriyor.

Dünyada mutlak kulak, diye bir değer var. Dünyaca ünlü Chopin, Beethoven, Mozart, Handel gibi. Bunun karşılığı ise kusursuz perde. Bu özellik eğitimsiz kişilerde olabiliyor ama Farinelli gibi 18. Yüzyıl’da hadım edilerek hizmet ettirilen sanatçılar da olmuştur.

Doğada kastrasyon denilen ve memeli türlerinin erkeklerinde genital, üreme organları alınarak üremesinin durdurulduğu dönemler var. Çok eski zamanlara uzanan, hayvanlarla başlayan, insanlara kadar gelen ve özellikle muhafazakâr İtalya’da, 16. Yüzyıl’da kadın seslerinin kilisede yasaklanması üzerine soprano ses ihtiyacı için prebubertal dönemde ses ahenkleri muhafaza edilerek erkek çocuklar kullanılmıştır. 16 ve 18. Yüzyıl'da adı Kastrato olan bu ses sanatçılarının en büyüğü Farinelli’dir. Abisinin izni ile kastre edilmiş, güçlü ve güzel bir sese sahip olması ile de haklı ününü almıştır. Almıştır ama hizmeti, İspanya sarayında uzun yıllar Kral V. Philip’in depresyon tedavisine katkı sağlamak olmuştur. 

1994 yapımı Gerard Corbiau’nun Farinelli filmini muhakkak izlemelisiniz. Ve o çağlardan bu çağlara müziğin evrenselliğinden tutun da insanın her değerinin ne şekilde hadım edildiğinin öyküsüne tanık olun.

Bugün müzik sanatını icra edemediği için canını vermekten çekinmeyen ve yarın muhtemelen öleceği belli bu fotoğraftaki şahıs gibi manzaralar devam ederken birilerinin hala kendi türküsünü söylemesi, bir değil birkaç yerden “Huzur Hakkı” olarak ücret alması ne kadar üzücü ve utanç vesiledir.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar