İklim değişikliği ile mücadeleye önem veriyoruz çünkü şehirlerimizin yaşanabilirliği, yediğimiz gıdaların güvenliği, gelecek nesillerin yaşam kalitesi, dünyadaki hayvanların ve bitkisel yaşamın devamı ve gezegenin sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz. Bu farkındalığa sahip olanlar iyi eğitim almış insanlar, sivil toplum kuruluşları ve iklim değişikliğinin getirdiği yıkıma, kıtlığa ve zorluklarına bizzat katlanmış kişiler. Ne de olsa ateş düştüğü yeri yakar. Bir de denklemin öbür tarafı var. Onlar da iklim değişikliğine önem verir gibi yapan taraf ancak bu tarafın asıl derdi ekosistemin zarar görmesi veya insanların güvenliği değil. Onlar için önemli olan iklim değişikliği ile mücadelede ne kadar para harcanacağı veya bu süreçte kendi ceplerine ne kadar para gireceği. İşin acı tarafı ise gezegenin kaderine tam olarak da denklemin öbür tarafındaki bu çıkarcı grup karar veriyor. Hedef gösterirken biraz daha net olmak gerekirse bu çıkarcı grubu şöyle tanımlayabiliriz; dünyanın en büyük ekonomileri, sanayisi en gelişmiş ve en çok kirliliğe sebep olan ülkeleri.
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi bu lokomotif ülkelerin kontrolsüz ve çevre kaygısı olmadan büyümelerinin de bir bedeli var elbette. Bu bedeli dünya üzerinde yaşayan herkes öyle ya da böyle hissetmeye başlıyor. Özellikle son yıllarda hızlanan çevresel felaketler, aşırı sıcaklar, gıdalarımızın güvenliğinin bozulması ve daha birçok olumsuzluk dünyanın bazı bölgelerinde oldukça acımasızca ve yıkıcı bir kuvvetle gerçekleşirken bazı bölgelerde ise kıyasla, çok daha hafif hissedildi. Climate Central’ın yaptığı bir araştırmaya göre Kuzey Yarım Küre’deki ülkeler Güney Yarım Küre’ye göre çok daha hızlı ısınıyor. Üstelik bu olumsuz etkilerin şiddeti bazı komşu ülkeler arasında bile ciddi değişkenlik gösterebiliyor. Kuzey Yarım Küre’nin küresel ısınma yarışında önde gitmesinin önemli iki sebebi var. Birincisi Kuzey Yarım Küre’de Güney’e göre çok daha fazla kara kıtası var ve toprak okyanuslara göre çok daha hızlı ısınıyor. İkincisi ise dünyanın en büyük ekonomileri ve karbon salınımı gerçekleştiren ülkeleri Kuzey’de yer alıyor. Tabi bu bilgiler ışığında beklenen, en çok karbon salınımı yapan ülkelerde küresel ısınmanın daha şiddetli hissedilmesidir ancak durum böyle değil. Öyle olsaydı Güney Yarım Küre’de yer alan Amazon Ormanlarının ekolojik dengesinin bu denli bozulması beklenmezdi örneğin. Keza Kuzey’deki aşırı sanayileşme olmasaydı Avustralya’da yaşanan eşi benzeri görülmemiş orman yangınları da gerçekleşmeyebilirdi. Afrika ülkelerinde yaşanan kıtlıklardan, su sıkıntısından ve doğal yaşamın kaybından bahsetmek bile istemiyorum.
Tüm bunların gölgesinde, bizim de içinde bulunduğumuz coğrafya daha gelişmiş altyapı sistemlerine, “nispeten” planlı tarım politikalarına ve zengin biyoçeşitliliğe sahip olmasına rağmen iklim değişikliğine karşı en savunmasız bölgelerden biri. Durum böyle olunca, Güney Yarım Küre sakinlerinin iklim değişikliği ile mücadelede kaybolan canlarla, maddi ve manevi ödenen bedeller için şu soruyu sorduklarını hissediyorum; “İklim değişikliğinin faturası neden Alman usulü ödenmiyor? Neden ülkeler doğayı kirlettiği kadar cezalandırılmıyor?”
Anlayacağınız, dünyayı kirleten gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler iklim değişikliğinin etkilerinden ekonomik güçlerini kullanarak korunmayı veya hiç değilse yaşanan yıkımları telafi etmeyi başarsa da, gelişmekte olan ve ekonomik gücü sınırlı ülkeler bunu başaramıyor. Yaşanan her sel olayında, orman yangınlarında, sıcak hava dalgalarında daha da savunmasız hale gelen gelişmekte olan ülkeler bu yıkımın ve ekolojik felaketin yaratıcısı olan ülkelerden finansman bekliyor. Bu talebi en yüksek ve etkili şekilde dile getiren kişi belki de birçoğumuzun adını bile duymadığı bir ülkeden geldi. Karayipler’de konumlanan Barbados ülkesinin Başbakanı Mia Mottley. COP görüşmeleri sırasında gelişmekte olan ülkelerin en büyük ekonomilere kıyasla iklim değişikliğinde çok çok az payları olduğunu vurgulayarak ısrarcı bir şekilde kirletici ülkelerin fonladığı “Kayıp ve Hasar Fonu” kurulmasında etkili oldu. Tabii ilk aşamada COP28’de taahhüt edilen kayıp ve hasar fonu büyüklüğü oldukça yetersiz kaldı. Görüşmelerde mutabık kalınan miktar 700 Milyon Dolar iken sadece gelişmekte olan ülkelerin bir yıl içinde yaşanan sel, siklon gibi olayların yarattığı kayıp ve hasarın maliyeti 400 Milyar Dolar…
Görüldüğü üzere faturanın ağır yükünü ödeyen taraf iklim değişikliğine karşı savunmasız ülkeler. Söz konusu büyük ekonomilere sahip hükümetler bu konuda yapabileceklerinin en azını yapmaya ant içmişler adeta. İzninizle yazımın sonuna yaklaşırken, toplanan kayıp ve hasar fonunun bu ülkelerin ihtiyaçları ve gelişmiş ülkelerin ekonomileri yanında sadaka niteliğinde kaldığını ispatlayan veriler paylaşmak istiyorum.
COP28 Kayıp ve Hasar Fonu Katkıları:
Fransa: 108.9 Milyon Dolar
İtalya: 108.9 Milyon Dolar
Birleşik Arap Emirlikleri: 100 Milyon Dolar
Dünya’nın En Çok Gelir Elde Eden 3 Futbolcusunun 2023 Gelirleri:
Cristiano Ronaldo: 260 Milyon Dolar
Lionel Messi: 135 Milyon Dolar
Neymar Jr: 112 Milyon Dolar
Dünya’nın kurtuluşu ve gelişmekte olan ülkelerin kaderini belirleyecek bu hasar fonu için yeterli görülen miktarın muhakemesini sizlerin vicdanına bırakıyorum. İş iklim değişikliğine gelince aksiyon alma konusunda güvercin kesilen ancak söz konusu savaşlar olunca kesenin ağzını açan hükümetleri anlamakta zorlanıyorum…
İklim değişikliği ile mücadeleye önem veriyoruz çünkü şehirlerimizin yaşanabilirliği, yediğimiz gıdaların güvenliği, gelecek nesillerin yaşam kalitesi, dünyadaki hayvanların ve bitkisel yaşamın devamı ve gezegenin sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz. Bu farkındalığa sahip olanlar iyi eğitim almış insanlar, sivil toplum kuruluşları ve iklim değişikliğinin getirdiği yıkıma, kıtlığa ve zorluklarına bizzat katlanmış kişiler. Ne de olsa ateş düştüğü yeri yakar. Bir de denklemin öbür tarafı var. Onlar da iklim değişikliğine önem verir gibi yapan taraf ancak bu tarafın asıl derdi ekosistemin zarar görmesi veya insanların güvenliği değil. Onlar için önemli olan iklim değişikliği ile mücadelede ne kadar para harcanacağı veya bu süreçte kendi ceplerine ne kadar para gireceği. İşin acı tarafı ise gezegenin kaderine tam olarak da denklemin öbür tarafındaki bu çıkarcı grup karar veriyor. Hedef gösterirken biraz daha net olmak gerekirse bu çıkarcı grubu şöyle tanımlayabiliriz; dünyanın en büyük ekonomileri, sanayisi en gelişmiş ve en çok kirliliğe sebep olan ülkeleri.
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi bu lokomotif ülkelerin kontrolsüz ve çevre kaygısı olmadan büyümelerinin de bir bedeli var elbette. Bu bedeli dünya üzerinde yaşayan herkes öyle ya da böyle hissetmeye başlıyor. Özellikle son yıllarda hızlanan çevresel felaketler, aşırı sıcaklar, gıdalarımızın güvenliğinin bozulması ve daha birçok olumsuzluk dünyanın bazı bölgelerinde oldukça acımasızca ve yıkıcı bir kuvvetle gerçekleşirken bazı bölgelerde ise kıyasla, çok daha hafif hissedildi. Climate Central’ın yaptığı bir araştırmaya göre Kuzey Yarım Küre’deki ülkeler Güney Yarım Küre’ye göre çok daha hızlı ısınıyor. Üstelik bu olumsuz etkilerin şiddeti bazı komşu ülkeler arasında bile ciddi değişkenlik gösterebiliyor. Kuzey Yarım Küre’nin küresel ısınma yarışında önde gitmesinin önemli iki sebebi var. Birincisi Kuzey Yarım Küre’de Güney’e göre çok daha fazla kara kıtası var ve toprak okyanuslara göre çok daha hızlı ısınıyor. İkincisi ise dünyanın en büyük ekonomileri ve karbon salınımı gerçekleştiren ülkeleri Kuzey’de yer alıyor. Tabi bu bilgiler ışığında beklenen, en çok karbon salınımı yapan ülkelerde küresel ısınmanın daha şiddetli hissedilmesidir ancak durum böyle değil. Öyle olsaydı Güney Yarım Küre’de yer alan Amazon Ormanlarının ekolojik dengesinin bu denli bozulması beklenmezdi örneğin. Keza Kuzey’deki aşırı sanayileşme olmasaydı Avustralya’da yaşanan eşi benzeri görülmemiş orman yangınları da gerçekleşmeyebilirdi. Afrika ülkelerinde yaşanan kıtlıklardan, su sıkıntısından ve doğal yaşamın kaybından bahsetmek bile istemiyorum.
Tüm bunların gölgesinde, bizim de içinde bulunduğumuz coğrafya daha gelişmiş altyapı sistemlerine, “nispeten” planlı tarım politikalarına ve zengin biyoçeşitliliğe sahip olmasına rağmen iklim değişikliğine karşı en savunmasız bölgelerden biri. Durum böyle olunca, Güney Yarım Küre sakinlerinin iklim değişikliği ile mücadelede kaybolan canlarla, maddi ve manevi ödenen bedeller için şu soruyu sorduklarını hissediyorum; “İklim değişikliğinin faturası neden Alman usulü ödenmiyor? Neden ülkeler doğayı kirlettiği kadar cezalandırılmıyor?”
Anlayacağınız, dünyayı kirleten gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler iklim değişikliğinin etkilerinden ekonomik güçlerini kullanarak korunmayı veya hiç değilse yaşanan yıkımları telafi etmeyi başarsa da, gelişmekte olan ve ekonomik gücü sınırlı ülkeler bunu başaramıyor. Yaşanan her sel olayında, orman yangınlarında, sıcak hava dalgalarında daha da savunmasız hale gelen gelişmekte olan ülkeler bu yıkımın ve ekolojik felaketin yaratıcısı olan ülkelerden finansman bekliyor. Bu talebi en yüksek ve etkili şekilde dile getiren kişi belki de birçoğumuzun adını bile duymadığı bir ülkeden geldi. Karayipler’de konumlanan Barbados ülkesinin Başbakanı Mia Mottley. COP görüşmeleri sırasında gelişmekte olan ülkelerin en büyük ekonomilere kıyasla iklim değişikliğinde çok çok az payları olduğunu vurgulayarak ısrarcı bir şekilde kirletici ülkelerin fonladığı “Kayıp ve Hasar Fonu” kurulmasında etkili oldu. Tabii ilk aşamada COP28’de taahhüt edilen kayıp ve hasar fonu büyüklüğü oldukça yetersiz kaldı. Görüşmelerde mutabık kalınan miktar 700 Milyon Dolar iken sadece gelişmekte olan ülkelerin bir yıl içinde yaşanan sel, siklon gibi olayların yarattığı kayıp ve hasarın maliyeti 400 Milyar Dolar…
Görüldüğü üzere faturanın ağır yükünü ödeyen taraf iklim değişikliğine karşı savunmasız ülkeler. Söz konusu büyük ekonomilere sahip hükümetler bu konuda yapabileceklerinin en azını yapmaya ant içmişler adeta. İzninizle yazımın sonuna yaklaşırken, toplanan kayıp ve hasar fonunun bu ülkelerin ihtiyaçları ve gelişmiş ülkelerin ekonomileri yanında sadaka niteliğinde kaldığını ispatlayan veriler paylaşmak istiyorum.
COP28 Kayıp ve Hasar Fonu Katkıları:
Fransa: 108.9 Milyon Dolar
İtalya: 108.9 Milyon Dolar
Birleşik Arap Emirlikleri: 100 Milyon Dolar
Dünya’nın En Çok Gelir Elde Eden 3 Futbolcusunun 2023 Gelirleri:
Cristiano Ronaldo: 260 Milyon Dolar
Lionel Messi: 135 Milyon Dolar
Neymar Jr: 112 Milyon Dolar
Dünya’nın kurtuluşu ve gelişmekte olan ülkelerin kaderini belirleyecek bu hasar fonu için yeterli görülen miktarın muhakemesini sizlerin vicdanına bırakıyorum. İş iklim değişikliğine gelince aksiyon alma konusunda güvercin kesilen ancak söz konusu savaşlar olunca kesenin ağzını açan hükümetleri anlamakta zorlanıyorum…
Kose yazarinin sectigi konular hakkinda yaptigi arastirmalar ve kisisel goruslerini, cok farkli ve merak uyandiran basliklar altinda degerlendirmesini ilgi cekici buluyorum. Basarilarinin devamini diliyorum.