Seçimden sonra herkeste derin bir hayal kırıklığı vardı. Çoğumuz kendimizi kandırılmış ya da güçsüz hissettik. Bu öyle bir hal aldı ki, artık siyasete dair beklentisizlik had safhaya çıktı. Egemenler açısından o kadar güzel bir durum ki aslında. Kendi kendilerine yönetmenin yolu bir kez daha açıldı.
Seçimden sonra hızla geçmişe dair geri dönüşler yaşadık ve bazı olaylar aklımıza geldi değil mi? O olaylardan hangisi şu anki duygumuzu belirlemede rol aldı diye düşündünüz mü?
Neden bunları soruyorum? 29 Mayıs öncesinde telaffuz edemeyeceğiniz en temel eleştiriyi sonrasında konuşabilir hale geldik ama çok geçti. Seçimler gerekçesi ile bizler de eleştiri hakkını askıya almadık mı? “Şimdi eleştirinin sırası değil” sözleri hayatımızda ne kadar belirleyici oldu. Muhalefetin bu tavrı rejimin sansürcü karakterini inşada çok önemli bir görevi yerine getirdi.
28 Mayıs seçimi mi değiştirdi bunları? Seçimler mi bardağı taşıran son damla oldu? Aslında hafızamızda bir dizi olay var ve ikinci seçimin sonucu bunun adını koydu. O akşam Anadolu Ajansı ve Anka verileri ile belki çoğumuz muhalif medyaya olan güvenimizi kaybettik.
Hislerimiz ister “kandırılma”, “aldatılma” olsun, ister “hayal kırıklığı” olsun bunun maddi bir gerekçesi daha vardı. O da iktidarın aslında bu seçimi kazanmasını imkansız oluşu idi.
İktidarın Kazanması İmkansızdı!
Toplumda yaşanan fakirleşme, katlanan sermaye transferi bu toprakların tarihinin en üst düzeyinde gerçekleşirken, yoksulluk önceleri gibi aritmetik değil, geometrik artarken bunun sorumlusu olanlar nasıl iktidarda kalabilirdi?
Elimizden sağlık, eğitim, barınma ve daha pek çok hak alınırken bunun sahibi bir zümre varlığını sürdürebilir miydi?
Geçmişte olsa en basit dört işlemi yaparak bir politika analizi yapan herhangi bir siyasi partiyi bırakın, küçük bir sosyalist örgüt bile hayatın her alanında kök söktürmez miydi?
İktidarın yarattığı yoksullaşmanın ekonomi politiğini üstüne henüz çalışan bir siyasi örgütümüz yok. Bunun popülizmini yapmayan da yok ama. Bunun çalışılması gerekiyor. Ancak bu yoksullaşma, bu sermaye transferi ve hak gaspı denilince böylesi bir politikanın sorumlusu olan iktidarın ayakta kalmasının imkansız olacağında hem fikiriz galiba.
Tabi bu politikaların gizlenmesi, yumuşatılması, sulandırılması, itirazların sönümlendirilmesi, sosyal politika yokluğu vs.. gibi tersine güçlendirici faktörleri eklemiyorum. Bunlardan biri bile değişse iktidar ayakta kalamazdı.
Çok iddialı geliyor ama bunların çok somut verileri var ortada. Siz görmek istemediniz hep. Size söylendiğinde yalanın peşinden gitmek kolay geldi. 5 yıl boyunca ne yaptığını hiç bilmediğiniz bir siyasi lideri ve bir meclisi bilmeden “bu sefer olacak” sözlerine inandınız değil mi?
İktidar bizim ülkede seçimlere 1-0 önde başlıyor. 2017 seçimlerinde ise şike ile neredeyse 2-0 önde başladı. Ama bu kadar yoksullaşma ve sermaye transferi ile artık bu da kesmezdi.
Bunu size kimse söylemedi ama yazımızın konusu bu. Peki iktidar 2-0 önde başlıyorsa sizin takımın 11 kişi değil bir buçuk kişi sahaya çıkması bu maçta şike var dedirtmez mi?
Koca bir seçim süreci boyunca “ben, ben, ben” diyen bir figür, sıfırlanmış bir teşkilat, sıfır işbirliği, sıfır politika, ittifak içi bencil tartışmalar ve yetmiyormuş gibi son turda “fark kapanmasın”, “sosyalistler, kürtler, sosyal demokratlar küssün” ve “sandığa girmesin” diye göze soka soka Ümit Özdağ görüşmeleri ve benzeri pek çok hareket.
Siz burada kötü bir siyaset görüyorsunuz ama burada aslında iktidarın kazanması için bir kasıt yok değil mi?
Burada bir nefes alalım ve yazımızı Bülent Ortaç’ın parçası ile ile tekrar düşünelim:
“...
Bu iş zor Yonca / Çünkü insanlar aylar boyunca / Hiç soru sormadan durur…”
Medya Masum muydu?
Bu süreçte medya da bu oyunun değirmenine çok su taşıdı tabiki. Hatırlayın “kazanacak aday” söylemlerini, Akşener’in masayı terk etmesinin gündemde tutularak depremin birinci ayında depremi bile unutmamızı, içi boş siyasi söylemleri “bu çok önemli” diyerek dillerde dolaştırılmasını. Hatta sonrasında yaratılan eleştirisizlik havasını düşünün. O kadar sorun vardı ki haber bile olamıyordu. Medya özelleştirilen siyasetin kurumu olan anket şirketlerinin halka ilişkiler departmanı gibi çalışmadı mı? Kamusal bir tartışma olmasın diye iyi ile kötüyü ayırmak, elemek anlamına gelen eleştirinin (1) bu kadar yok edildiği bir dönem olmadı.
Eleştirisiz, iyi ve kötünün elenmediği bir seçim. 5 yıllık yasama döneminde eleştiri olmayınca, iyi ve kötüyü ayıklamayınca seçimlerde de ne olabilirdi ki?
Var mısınız bu seçimlerde neden aldatıldığımızı bilmek için 5 yıllık yasama sürecinin eleştirisine.
Çünkü Zarlar Hileli!
Bu şartlar altında iktidarın kazanması için üç şey gerekiyordu. Birincisi sorunsuz yönetmek. Yoksullaşma geometrik olarak arttıkça bunu devam ettirmek gerekiyordu. İkincisi seçim kanunu değiştirmek ve böylece maça daha önde başlamak. Üçüncüsü ise bunlara karşı çıkanlara karşı sınırlama getirecek bir düzenleme, yani sansür.
Bu üçünü de çok iyi biliyoruz.
En basitinden sorunsuz yönetim meselesi. İktidar bir şekilde meşruluk sağlamak için yasalara ihtiyaç duyuyor ve bunu da TBMM üstünden hakkını vererek yapıyor. Burada muhalefetin ne yaptığına baktığımızda genelde meclisin işlevsiz olduğunu bize anlattılar. Yetmedi iktidar vekillerinin el indirip kaldırdıklarını söylediler ve o da yetmedi iktidarın istediği her yasayı geçirdiğini tekrarlayıp durdular.
Bu seri söylemler çok dar açıdan bakılırsa doğru gibi görünmekte aslında pek çok gerçeği saklamak gibi yıkıcı bir etkiye sahipti. Çünkü AKP’nin yasama süreci olmadan meşruluğu olmazdı ve buna izin vermek için yasamanın önemsizleştirilmesi gerekiyordu. Yasama konusunda dar bir kadro ile merkezi çalışıyorken iktidar, muhalefet de kendi tekliflerini aynı şekilde teslim ediyordu. Böylesi bir süreçte iktidar gibi muhalefet de el indirip kaldırıyor, hatta ilkelerine aykırı olan kanunlara bile kabul oyu verebiliyordu. Üçüncü söylem olan iktidarın istediği yasaları geçirmesi koca bir palavra idi. Bunu bizlerin önlediği iklim ve enerji düzenleme ve maddelerinden biliyoruz. Ama onlar bildiğimizi, deneyimlediğimizi bilmiyorlar.
Bu söylemlerin somut verisini de paylaşalım mı?
- 27. Yasama döneminde
- 310 kanun teklifi Meclisten geçti ve
- 271 kanun teklifi açık oylandı.
Bu açık oylamada 158 bin oy kullanılabilecekken
- Muhalefet 67 bin oya sahipken
- 51 binini kullanmadı ve
- Sadece 7 bin oyunu RET olarak verdi.
- Kalan 8 bin oyu ise iktidar vekilleri gibi kabul oyu olarak kullandı.
Karne çok açık ve çok acı değil mi?
Bu kadar yoksullaşma, bu kadar sermaye transferi, bu kadar sosyal devleti çökertme varken iktidar nasıl kazanabilirdi ki? Bu sorunun cevabı 5 yıl boyunca istediği politikayı üretip, istediği yasama çalışmasını yapıp üstüne muhalefetin de desteği ile mümkündü. Düşünsenize muhalefet meclise gelmiyor, gelse bile daha çok kabul oyu veriyor ve böylece seçmenine iktidara itiraz ediyor havası satabiliyordu.
İktidara muhalefetin bu desteği ile yetinmeyecekti. Muhalefet de verdikçe ve de kendini sağlama alma zorunluluğu doğdukça fazlasını isteyecekti.
Onu da yarın konuşalım mı?
(1) “Kökü, “ele-“ fiilidir, seçme, ayıklama, ayrıştırma anlamlarını taşır. Fakat sonraki “-ş-” eki müştereklik anlamı katar kelimeye, “-tir-” eki de, “eleme” işini öznenin bir başkasına bıraktığını söyler.”
N. Mert, Nitelikli Eleştiri ve Ortamı İçin, TDK, makalenin tamamı için: https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/257.pdf
Yorum Yazın