Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer


İnsan türü nereye doğru gidiyor? -1-

İnsan türü nereye doğru gidiyor? -1-

1.İKİ BÜYÜK MÜCADELENİN SONUCU

İnsanoğlu geçmişten günümüze  iki büyük mücadele içinde olalgelmiştir:  Bunlar, kendisiyle ve doğayla giriştiği mücadelelerdir. Bu iki mücadelenin tarihsel süreçte üç önemli nedeni vardır: Kıtlığın yol açtığı açlığı yenmek; salgınların yol açtığı kitlesel ölümleri önlemek ve savaşların yol açtığı kıyımların üstesinden gelmek.. Çünkü, insanoğlu kıtlıktan, hastalıklardan ve savaşlardan çok çekti. Bugün geldiğimiz noktada bunları aşmış görünüyor. Artık açlıktan, hastalıktan ve savaşlardan dolayı ölenlerin sayısı geçmişte bu nedenlerle ölenlerin sayısından daha az.

Sözgelimi eskiden açlıktan kitleler şeklinde ölümler olurken, şimdilerde yemekten (yani obeziteden) ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerin sayısından fazla olmaya başladı. Yazar Harari, Sapiens adlı yapıtında 2014 yılı itibari ile  aşırı kilodan muzdarip  insan sayısı 2,1 milyar iken, yetersiz beslenen kişi sayısı 820 milyon kişide kalmıştır, diyor. (2017,18 ).

1.1.İnsanoğlunun Baş Belaları, Açlık ve Hastalık Artık Eskisi Gibi Değil

Tabi dünyamızın birçok bölgesinde hala açlık ve yoksulluk var, ama bu daha ziyade siyasi sebeplerle yaşanan açlıktır. Çağın getirdiği teknolojideki gelişmeleri ve tarımsal üretimi göz önüne alırsak; bu durumda doğal kıtlıktan ziyade siyasi kıtlığın olduğunu söyleyebiliriz.

Salgın hastalıklar da öyle. İnsanlar eski çağlarda olduğu gibi  artık vebadan, çiçekten, İspanyol gribinden ya da  tifodan kitleler halinde ölmüyorlar. Oysa yıllarca bilinç düzeyi yeterli olmayan insanoğlu bu ölümlerden kızgın tanrıları, şeytanları sorumlu tutuyordu. Bunlara yol açan bakterilerle virüslerin varlığından hiç şüphelenmedi. “Bu gün artık bu tarz  ölümlerin  yol açtığı insan sayısı toplam ölümlerin %1.5’nu geçmiyor. Gelişmiş ülkelerde bu rakam daha da (özellikle çocuk ölümlerinde 1,1’in altına) düşüyor.” (Yage; 22) Bu mucizeye, insanoğlu antibiyotikler,  tıpta ulaştığı yeni teknolojiler ve gelişmiş medikal altyapılar sayesinde ulaştı. Artık SARS (2002-2003), kuş gribi (2005) domuz gribi (2009-2010) ve Ebola salgınları önlenemez olmaktan çıktı ve insanoğlunu eskisi kadar korkutmuyor. İnsanın bağışıklık sistemini çökerttiği için diğer hastalıklara açık hale getirerek öldüren HIV’de artık eskisi kadar ürkütücü değil.

Tıp çok gelişti. Bazı araştırma laboratuvarlarında damarlarımızda dolaşıp her türlü virüsü tespit edip yok etmeye çalışan  “nano robotlar” geliştirilmiş durumda. Ne ki virüsleri teşhis edip yok eden teknoloji kötü ellere geçtiği taktirde bizatihi kendisinin öldürücü bir silaha dönüşmesinden korkuluyor.

1.2.Büyük Kıyıcı: Savaş(lar) Meselesi

Eskiden kol ve kılıçla yapılan savaşlar sonra ordularla cephe savaşlarına dönüştü. Üstünlük aynı zamnada sayı üstünlüğü ile de yakından ilgiliydi. İkinci dünya savaşı ile tank top uçaklar devreye girdi, kıyımlar devam etti. Şimdilerde insansız hava araçaları, güdümlü füzeler, savaşkan robotlar devri orduları küçülterek profesyonelleştirdi. Savaşlar sürüyor maalesef ama ölüm oranları eskiye oranla düştü. Örneğin, 2012 yılında tüm dünyada ölen 56 milyon insanın sadece 620 bini şiddet/savaş yüzünden hayatını kaybetti ki, bunların da 120 bini savaşlarda, 500 bini ise bireysel suçlarla öldürüldü. (Yage; 27) Eskiden tarım imparatorlukları döneminde (din kullanılarak- ki hala anakronik biçimde kullananlar  var) daha çok toprak için savaşılırdı. Kapitalist dönemde ise daha çok hammadde ve pazar için (etnik kimlikler üzerinden) savaşlar yapılıyor. Toprağın değerli olduğu zamanlar gittikçe geride kalıyor, zamanla buna hammade de eklenecek. Günümüzde ise toprak ve hammaddeden ziyade bilgi önemli.

Çünkü bilgi temel iktisadi zenginlik kaynağı. O yüzden dünyanın gelişmiş bölgelerinde toprak ve hammadde savaşları yok. Bu nevi savaşlar daha çok  eski usül hammadde ekonomisiyle yaşayan Ortadoğu ve Orta Afrika gibi belli bölgelerle sınırlı. Gelişmiş ülkelerde ise, gizli servisler ve onları destekleyen şirketler veya devletler tarafından bilgi ve teknoloji savaşları yürütülüyor. 

Sonuç  olarak  barış artık zenginliğin kaynağı. Eski nesiller barışı savaşın geçici yokluğu olarak değerlendirirken yeni kuşaklar savaşın mantıksızlığı üzerinde duruyorlar. Eskiden keşfedilen bir silah,  bir sebep yaratılarak günün  sonunda mutlaka (Çehov’un dediği gibi, ilk sahnede görülen tüfeğin son sahnede mutlaka patlaması gibi) denenmeye çalışırılırdı. Eğer patlamasa, o taktirde, bir savaş yaratılarak mutlaka patlatılırdı. Oysa Soğuk Savaş döneminde sahneye çıkan pek çok yeni silah (nükleer olanlar da dahil;  belki de dehşet dengesinden ya da insanoğlunun  akıllanmış olmasından  dolayı) patlamadı. Yani Çehov’un kanunu çiğnendi, iyi ki de çiğnendi. Fakat bu, çağımızın, yeni belalarına, asimetrik savaşlara, korku yaratarak, kitlelerin hayal gücünü ele geçirip isteklerini kabul ettirmeye çalışan terörizme açık olmadığımız anlamına gelmiyor.

2.SONUCUN SONUCU!?

2.1.Tatmin Olmayan Hırs

Sonuç itibariyle geldiğimiz noktada soru şu: İnsanoğlu kıtlığın,  salgınların ve savaşların üstesinden geldiğine göre şimdi neyle uğraşacak? Sanırım gezegeni bir bütün olarak kendi şerrinden korumak olacak  21. yy en büyük gündemi. Yanısıra hırsı, “madem kıtlığı ve ondan gelen ölümü yendim, o zaman nasıl ölümsüz olabilirim?”, sorusunun cevabının peşinden koşturtuyor onu. İnsanoğlu, kanaat etmek yerine her zaman daha fazlasını arzuluyor. O yüzden madem açlık ve kıtlığın üstesinden geldik, artık yaşlanmanın hatta ölümün üstesinden de gelebiliriz diyor, doymak bilmez bir iştahla. Demek istiyor ki, insanı küçük düşürücü sefaletten kurtardığıma göre artık onu mutlu etmeyi amaçlayabilirim.

2.1.Açgözlülüğün Götüreceği  Yer

Daha da beteri, “madem ki  insanları  hayatta kalma mücadelelerinde yukarılara taşıdık, o zaman daha yukarıya gözümüzü dikebiliriz” demesidir.. Şimdi artık insanları “tanrı” mertebesine yükseltmek için konuşabilir, Homo Sapiensi, Homo Deus’a dönüştürebiliriz diyor, doyumsuz insanoğlu.

Ne yazık ki, başarı hırsı, açgözlülüğü beraberinde getiriyor.  Stefan Zweig’ın “Amok Koşucusu” gibi. Elde ettiğiyle yetinmek  yerine, kendini tüketecek bir koşuya kaptırmış gibi. Yeni hedefi, ölümsüzlük  ve  tanrısallık! Bu da  giderek onu yarattığı teknolojinin kölesi haline getirme tehlikesi taşıyor. Köle ile efendi yer değiştirebilir. Yarattığı teknolojiyi ölümsüzlüğe kavuşturup, tanrı mertebesine oturttuğunda, onu yaratanları  kendine kul yapabilir. Diğer bir deyişle, kendine ve doğaya karşı başlattığı mücadele kendini ve doğayı tüketiyor. Çözüm  bir “U Dönüşü” olabilir. Evet, bu noktada bir “U dönüşüne” ihtiyaç vardır. İnsana ve doğaya dönmek, kendisiyle ve doğayla yeniden barışmak için.

3.ÖLÜMSÜZLÜK MÜMKÜN MÜ?

3.1.Ölümle Dans

Ölüm tarih boyunca hep gizemli bir konu olmuştur. İnsanoğlu soruyor: Madem doğduk neden ölüyoruz, maden öleceğiz o halde neden doğduk? Bu sorulara hala tatminkar bir cevap verilmiş değildir. Çünkü, ölüm yaşama dahil değil. Nasıl olduğunu bilmediğimiz bir sürece, yeni bir evreye geçiş anlamına geliyor. Sırrını çözemediği gibi, insanoğlu tarih boyunca en çok ölüm karşısında çaresiz kalmıştır. Değiştirmeye, yenmeye çalışsa da henüz değiştiremediği tek gerçek de odur. Ölümün gölgesi üstüne düşünce paniklemiş, yanına yakınına düşünce acıyla gark olmuştur. İnsanın mutluluk gibi acıları da kucaklaması, onlarla birlikte kendini tüketmeden varlığını sürdürmesi gerekir oysa..

Şimdi geldiğimiz noktada teknolojik gelişmeler ölümün üstesinden gelmek için çaba içine girmiş görünüyor. Bahse konu gelişmelerin nasıl olacağına bir göz atalım: Önce ölümsüzlük meselesine bakalım. Geleneksel olarak insan eceli geldiği için ölür, değil mi? Oysa günümüzde  tıp  artık  teknik bir aksaklığın buna neden olduğunu söylüyor. Yeterince kan gitmediği için kalbimiz durur, ya da yoldaki bir hapşırmadan akciğerlerimize mikroplar yerleşir, veya kanserli bir hücre bağışıklık sistemimizi çökertir ve ölürüz. Peki eğer teknik aksaklıktan dolayı ölüm meydana geliyorsa o zaman bu aksamalar  ortadan kaldırılamaz mı?

Google, 2012’de Kurzweill  isminde bir bilim adamı öncülüğünde “ölümü çözmeyi” hedefleyen bir şirket kurmuş bile. Kimi uzmanlar 2200 yılında, kimileri 2100 yılında insanların ölümü yeneceğine inanıyor. Google’ın yöneticileri Kurzweill ve Aurbrey de Grey ise çok değil 2050 yılında herkesin on yılda bir bedenini yenileyerek yaşamını uzatabileceğini; ölen dokularını yenileyip el, göz ve beyinlerini iyileştirecek klinikler kuracağını müjdeliyor. Bu olabilir mi?

Bir düşünelim: 20. yy ortalarında ortalama  yaşam 40-50 yıl idi; 21.yüzyıl başında bu rakamlar ikiye katlandı. Bir müddet sonra tıptaki gelişmeler sayesinde bu daha da yukarı çıkacaktır. Yani yarım asır sonra doğacak insanlar ömürlerini 150 yıl ve üstüne taşıyabilirler. Tabi daha sonra belki bunun iki katına ve dahasına...

3.2.Yüz Yıl Evlilik Olur mu?

Diyelim ki öyle oldu. Bu arada başka sorunlar baş göstermeyecek mi? Kısa ömrün can sıkıcılığı yerine uzun ömrün başa çıkılması zor sıkıntılarıyla başbaşa kalacak insanoğlu. Kırklarında evlense bile, bir evlilik 100 yıl, 150 yıl sürebilir mi? Siyasiler 100 yıl  işbaşında kaldıklarında çağı yakalayabilir mi? Nerde, nasıl yaşarlar, neyle nasıl geçinip, neyle uğraşırlar bu durumda? Bunlar henüz büyük kalabalıklar için ulaşılabilir ve inanılabilir görünmese de gelecekte cevap bulması gereken soru(n)lardır. Peki bütün bunlara götüren şey nedir?

İnsanın en temel duygusu korkudur. Bu korkunun en başında gelen ise ölüm korkusudur. Sanatsal yaratıcılığımız, politik bağlılıklarımız ya da dindarlığımızın büyük bir kısmı esasen ölüm korkusuyla beslenir. İnsanoğlu ancak ve ancak ölümü yenerek bu korkudan kurtulabilir. Şimdilik yenecek gibi olmazsa bile, bu yolda yürümek hem cazip hem de kapitalistler için büyük ve karlı bir pazar alanı. Üstelik de gittikçe artan ölçülerde cazip    olmaya devam edecek bir pazar. İnsanoğlu gerçekten ölümden kurtulabileceğine inanırsa yaşama arzusu, ideolojilerin ve dinlerin  yükünden kurtularak karşısına çıkanı önüne katarak bir çığ gibi büyüyecektir..

O taktirde, bu güne kadar yaşadığımız çatışmalar ve sorunlar bizi bekleyen savaşların ancak birer habercisi olabilirler.  Sonsuza kadar genç kalma mücadelesinin (ya da savaşının) yanında küçük kalan savaşlar. (Devam edecek..)

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar