Fikir güzel, yer İstanbul olunca başkalarının, tüm çabalarına; kötü kalsın uğraşlarına, kendi fikirleri, iç dünyaları kadar olsun demelerine rağmen birileri, sanat ve İstanbul severler, İstanbul için yaşıyor ve yaşatıyor.
SON GÜNÜNDE HALİÇ TERSANE
Tersane İstanbul’un kapanış günündeyim. Günlerdir medya bahsediyor, benim önceliğim, daha önce duyduğum ama gidemediğim, sadece Halktv, Görkemli Hatıralar, programında ancak detaylı bilgi alabildiğim, muhteşem bir dönüşüm Baksı Müzesi.
Tersane İstanbul, ilk kez bizim gençliğimizin Spor ve Sergi Sarayı, sonra Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde gerçekleşen etkinlik, ilk kez bu sahada yapılıyor ve iyi ki de burada yapılıyor. Kültür açısından müthiş bir dinamik oluşturulmuş. Deniz, rüzgâr, yapı, tasarım ve sunum her şey mükemmel.
Ulaşmak dışında!
Ben halkım önce.
Herkesin aracı yok!
Araç olsa o daha da facia trafik kilitliğini aşarsan ara ki bulasın.
Şişhaneden, Kasımpaşa’ya toplu taşıma ile gelip, yürüyerek askeri hastanenin oraya tarif edildiği gibi geliyorum. Zaten sahil boyu seni rahatlatan ve düzelen kıyı, insanı dinginleştiriyor ama Kulaksız Mezarlığı, yani en bildik meydana gelip, insanlara sormak zorunda kalıyorsunuz. Teknolojiye danışınca mesafe 20 dk ama öyle değil! Kime sorsan, ileride deyiveriyor. Az gidip, uz gidip, dere tepe içinde mezarlıklara varmadan yokuşun başında bir kâğıt ile ilerisi gösteriliyor ama git, git yine bitmiyor… Mezarlıkları aşıyorum, bir beyefendi var başka in cin top oynuyor, öyle bir yer. Meğerse o beyefendide arıyor ama dönmeye karar vermiş, çok sinirlenmiş, aracı aşağıda bırakmış ama bu nasıl bir tarif diyor. Artık dönmeye karar verirmiş, doktor ve nöbetten çıkmış, gelmiş. Gelin, diyorum biraz daha gidelim bulamazsak dönelim. Vardığımız yer, sırtımızı döndüğümüzde epey uzaklarda, Unkapanı köprüsünü içine alan muhteşem deniz manzaralı yarı tepe ve bildiğin tersanenin bir diğer ucu. Devam ederken yolda karşılaştığım iki kadınlara danışınca “Evet ama yürüyeceksiniz nereden baksanız yirmi beş dakika” diyor. Bulduk ya! Dr. Emre Bey ile seviniyoruz. Yürüyoruz, yine hiçbir tabela, bilgi yok. Mıcırlı, bildiğin inşaat alanı sahaya varıyoruz sonunda ve inanılmaz bir kuyruk. Kuyruk, çatallanıyor henüz öğle saatleri bir taraf sadece HES kodu kontrolü, bunu aşınca tam 150 TL, öğrenci 80 TL olan ücreti ödeyip, bu muhteşem sanat etkinliğine girebiliyorsunuz!
Akbil olan öğrenci kimliğiniz yeterli değil, uzun kuyruklardan geçince bu seferde e-devletten öğrenci olduğunuzu ispatlamanız gerekiyor. Belirtilmiş bir nakit alanı, kredi kartlı ödeme bankoları yok. Uzun kuyrukları aşıp, eğer nakit ödeme yapacaksanız bankoların en başında olan kısma, tekrar kuyruğa girmeniz gerekiyor.
Yolda gelirken Dr.Emre beye diyorum, yani Sümela’ya da böyle vardık. Bir ülkede kültüre ulaşmak, ancak bu kadar zor edilebilir, her alanda.
İBB, neden aşağıdan Kasımpaşa meydanından, servis kaldırmaz!
Buraya engelli, yaşlı nasıl gelsin?
Dar gelirli halk, bu giriş ücretini nasıl ödesin? Onların sanat ile buluşması da gerekmez mi?
Herkes artık geri dönüşüm ile çalışıyor. Kağıt toplayıcılarının ötekileştiği bir dönemde kucaklayacak bir iş ortaya konulsa, belki üreticilere ve onlara farklı bir tek elden bir kaynak sağlanırken, artı kazanabilecekken!
Yani sırf HalkTv, Görkemli Hatıralara kaldıysak, zaten program, müzisyenlere destek gecesinde, bir türkü yüzünden yasaklı! Üstelik nereye kadar yetişecek? O zaman vay halimize.
Tüm bu engelleri aştığınızda, insanların kuyruklarda birbirileri ile didişmelerini de yok sayarak içeri girebiliyorsunuz.
Girmeden önce banko ve görevlilere sorduğunuzda, içerisi hakkında bir kitapçık, yol gösterici yok!
O kadar ücret ödeyip bu güzelliği, bu kadar kalabalık içerisinde seçmek, cımbızla seçebilmek gibi adeta. Neyse ki girişte, moralimi geri dönüşüm ile çiçek açtıran, OGGUSTO Platformu sağlıyor. Fotoğraf çekerken bilgilerimi alıyorlar, standı ziyaret eden ziyaretçi adına, TEMA’ya bir fidan dikiliyor!
İşte şimdi iyileştim, bütün yorgunluk gidiverdi, bir çırpıda!
İlerleyen alanlarda tatlı, naif bir hanımefendinin anlatımı ve sunumu ile kalabalıktan, yaka mikrofonuna rağmen duyumun az sağlandığı, 100 yaşında heykeltıraş İlhan Koman’ın başta olmak üzere, yaptıklarına ve diğer eser sahipleri hakkında, kısacık sunumu, kalabalığa rağmen kulak misafiri olabiliyorsunuz.
İLHAN KOMAN
30 Aralık 1986 tarihinde kaybettiğimiz, Türkiye’nin yetiştirdiği kıymetli heykeltıraşlardandır. En bildiğimiz eseri Akdeniz heykelidir. Yaşadığı ve ürettiği süreçte, bilim ve sanatı bir araya getirdiği için “Türk Da Vinci” olarak anılır. 1967'de Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksek Okulu'na öğretim üyesi olarak kabul edildi. Bu dönemde yeni geometrik türevler ve yel değirmenleri gibi bilimsel buluşları tescillendi. 1969'da İsveç'te Sundsvall'da bir alan düzenlemesi için açılan yarışmada birincilik ödülü, 1970'te de Örebro Belediye Sarayı önüne konulmak üzere yaptırılan heykel yarışmasında da birincilik ödüllerinden birini aldı. 65 yaşında iken kaybettiğimiz değerimizin, hala Stockholm sokaklarında eserleri vardır. Bahsi geçen Akdeniz Heykeli ise YKSS binasında yer almaktadır. Yapıtlarında hareketlilik vardır.
Sonlanması olmayan, baktığınızda süreklilik arz eden eserler yaratmıştır.
Sonrası, tüm alanları kendi başınıza keşfetmeniz lazım.
Tuvalet kapalı ileriye yönlendiriliyor. Orası da kuyruk ve yerler, açık alan ve yağmur dolayısı ile su içinde. Ama sanat muhteşem. Sadece oraya odaklı olduğumuz için sıkıyoruz dişimizi.
BAKSI MÜZESİ
Tüm bunları aklımla ve ruhumla yaşarken, dağların arasına bir kültür eylemini dönüştürüveren, beni buraya başta bunun için getiren BAKSI MÜZESİ alanına varıyorum. Sonrada görevli, iki üniversite öğrencisi olduğunu öğrendiğim gençler, bekliyorlar ve ortada bir televizyonda tanıtım. Bolca kitapçık, ama ne anlatıcı, ne sunum? Tabii gönlümde başka yerde olan Bayburt’a gitmek farz oldu!
Sadece Bayburt türkü albümünü alıp, dönüyorum.
Baksı Müzesi, Doğu Karadeniz bölgemizin, 45 km Bayburt dışında ve Çoruh Vadisine bakan bir alan üzerine kurulu, hem gönüllü bir vefa işi hem ödüllü. Ve bana göre ödülden çok daha fazlasını hak ediyor. Kucak açmış, tüm güzel yürekli ve dünyayı sanat ile güzelleştirmek isteyen, yaratıcı akla ve yüreğe.
Tepede eski adı Baksı(Şifa,koruyucu) şimdi adı ile Bayraktar köyünde dalgalanıyor, özgünlüğü ile… Dünya milenyumu kutlarken, çocukken çimlere yatıp yıldızlara bakan ve şimdinin Prof.Dr.Hüsamettin Koçan’ı, eşi ile elele verip, olağan üstü bir yaratabilme, farkındalığa soyunmuş.
40 dönümlük arazi içinde; 2005 tarihinde hayata geçen Vakıf ile atölye alanları, müze, konferans salonu, sergi salonları, kütüphane ve hatta konukevi, bile düşünülmüş. Devletten hiçbir destek almadan 2010 Haziran ayında hayata geçen bu proje olağan üstü. Gittiğimde, eminim ki bu beni sonsuz heyecanlandıran gerçeklik üzere daha da çok yazacağım. Bir Toscana vadisinden daha görkemli beni karşılayacağına şüphem yok.
Bu, doğduğun topraklara vefa göstergesinin en büyük ve en güzel örneği. Göç nedeni ile yok olan çömlek ve kıymetli el sanatlarını aynı zamanda tarihe yeniden kazandıran bir oluşum, her bakımdan kıymetli. 80 hanede 480 kişinin yaşadığı bir köyde üstelik.
2013-2014 yılları arasında Avrupa Konseyi tarafından “Avrupa Konseyi Müze Ödülü” ve şimdiye kadar pek çok ödüle sahip büyülü, güzel yüreklerin düşünün, buluştuğu yer.
En merak ettiklerimden biriside de yine dünyaca ünlü seramik sanatçımız, Alev Ebuzziya’nın eserleri. Ve Şahmeran.
Diğer alanlarda;
İrem Tok.
Çocukluğumuzun sakızlardan çıkan o ilk üç boyutlu muhteşem güzelliklerini tasarımı ve yaratıclığı ile bütünlemiş. Hele kitap tasarımları oldukça çarpıcı. Yüreğine sağlık en beğendiklerim arasında.
Sema Topaloğlu
Diğer yandan yine birinci bölümde yer alan, içinizi kapalı alanda dahi huzurla buluşturan, Tasarımcı Sema Topaloğlu, 20 yıllık birikimini, “Reflective Garden” cam ve aydınlatmalı bahçe olarak sunuyor. Bodrum’un doğal toprağından etkilenerek, peyzaj mimarı Zeynep Akgöze tarafından düzenlenerek, Ege’nin ışıklarını, İstanbul’a taşıyor.
Birbirinden güzel, dinamik, tasarım harikası, önünde dakikalarca durabileceğiniz, sanatsal alanlar. Sahilde uçuşan tasarımlar ve deniz. Deniz kıyısında, yağmur birikintileri, yerde ki çamur ve mıcırlar olmasa, adeta Akdeniz’de bir beach de olduğunuz hissini veren alanlar. Hepsi güzel ama daha iyisi, öncelikle zaten ulaşamayan halkında kendini, vizyonunu geliştirebilme imkânı bulduğu, ulaşımı dâhil olmak üzere alanlar ve imkanlarda düşünülerek daha iyisi olmalı.
Hepsinden önce çok Avrupai. İç açıcı harika bir düşünüş ama belli ki böyle organizasyonlarda destek gerekiyor. Zaten kültürde, toplumu örgütlü bilinçlendirme işi ise onun gereği de imkânlar zorlanarak yapılabilmeli elbette.
Çıkışta, kuyruk daha da artmıştı. Hatta kavga edenler vardı. Bir Pazar gününü aynı yolu yeniden yürüyerek yani tam tur Haliçi boydan boya, İstanbul’umu adeta yeniden keşfederek ama içimde sanatın birbirinden geniş yelpazesinden, kendi payıma güzellikleri ile açarak geçtim.
Darısı daha iyisine.
Baksı mı? İlk fırsatta.
Orası cennet olmalı?
Yorum Yazın