Hepimizin içi kan ağladı. Terör kimden, ne amaçla, nasıl gelirse gelsin sağduyulu herkesin telin etmesi gereken bir olgu. Yitirdiğimiz, günahsız altı kurban. Kabul edilebilir gibi değil.
Peki ya gördüğümüz manzara ne?
Herhalde terör tarihinin en acemi profesyonel eğitim aldığı iddiasındaki bir maşa. Kaçarken koşan, yüzünü gizlemeye hacet duymayan, adeta yakala beni diye sürekli fotoğraf veren bir kadın. Hatta elindeki poşeti bir süreliğine oturduğu yerde bırakıp, yakındaki mağazadan makyaj malzemesi almaya giden bir ahmak. Polise verdiği ifadesinden anlaşıldığı kadarı ile, “ben poşette bomba olduğunu bilmiyordum, uyuşturucu var sanmıştım” mealindeki bir açıklama.
Ben bir terör uzmanı değilim ve bu yaştan sonra olmak gibi de bir derdim yok. Esasen bu satırları geç yazmamın nedeni olup biteni uzmanların anlatımları ile anlamaya çalışmaktı. Ama anladığım kadarı ile işin güvenilir uzmanları belki on yıllar geçse de tam bir sonuca varamayacaklarını ifade ediyorlar. Gerekçesi anlaşılamayan terör vakalarından bir tanesi olarak sis perdelerinin arkasında yer alacak.
Ama açık olan bir şey var. Sınırlarımız bu kadar göçe açılırsa, bu kadar göçmen topraklarımıza düzensiz, kaçak yollarla girer ve adeta bu topraklarda oturan bizler giderek azınlık haline dönüşürsek, daha çok patlamalarla karşı karşıya gelme riski ile karşı karşıyayız. Asla ırkçılık yapmaksızın, asla insani değerlerden uzaklaşmaksızın ülkemizdeki geçici göçmenleri anlamak ama amacı bizleri tedirgin etmek, korku algısı ile yönetmek olan terörizme karşı herhalde güvenliğimizden sorumlu birimlere de bazı sorular sormak gerekiyor.
Bu aşamada yakalanan kadının boyuna posuna bakarsak, ayakkabı numarasının 36.5 ile 37 arasında değişebileceği kanaatine vardığımı belirterek bu hassas konuda daha fazla yorum yapmayayım. Daha önce korkular üstüne yazdığım bir yazıda da belirttiğim gibi, ben aslında ödleğin önde gideniyim!..
Bu arada emniyet teşkilatının yıldırım hızıyla yakaladığı teröristin, yıldırım hızıyla alınan ifadesine bağlı olarak İçişleri Bakanımızın yaptığı açıklamalar fevkalade tatminkar oldu!..
Sayın Soylu’ya göre terörist Suriye’de PKK kamplarında yetiştirilerek Türkiye’ye gönderilmiş, Kobani’den emir alarak eylemi gerçekleştirmişti. Daha sonra emir aldığı yerin değiştirilerek Münbiç olduğuna karar kılındı. Bu arada İdlib’in adının geçtiğini de kayda aldık. Ama yine ilk açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla Suriye’den kaçak yollarla giren, eylemi İstanbul’da gerçekleştirdikten sonra Yunanistan’a kaçırılmak istenen teröristin (patlatma emrini verenin Yunanistan’a kaçtığı şüphesi çok kuvvetli) ABD bağlantılı hareket ettiği de aşikardı. Sayın Soylu “ABD’nin taziyelerini kabul etmiyoruz!” diyerek terör bağlantılarını tam olarak yerine oturtuyordu.
Ama heyhat, açıkça yapılan ABD suçlamasının hemen ardından, Endonezya’daki G20 zirvesi sırasında ABD Başkanı Biden’ın taziyelerini kabul eden ve F 16 konusunda Başkan’ın güvencesini alan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan İçişleri Bakanı ile çelişkili bir görüntüyü ortaya koyuyordu.
Sayın Soylu’nun görev tanımı, adı üstünde içişleri. Yaptığı açıklama dışişleri ile ilgili olunca yetki kargaşası kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Hani böyle bir açıklamayı Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu yapmış olsaydı, yine eleştirmekten geri durmazdık. Sayın Çavuşoğlu bu konudaki kanaatlerini Bakanlar Kurulu toplantısında sunar, (bu noktada Dünya’daki enerji problematiğinden başlayarak, terörden medet uman olan başta İran olmak üzere şüpheli ülkeler ve çatışan menfaatler sıralamasını büyük olasılıkla yapar) varılan olası ihtimalleri Sayın Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesine sunardı. Sayın Cumhurbaşkanı da ABD’ye savaş açmak ya da açmamak kararını verirdi.
Evet, açık bir yetki karmaşasının olduğunu saptamak zorundayız.
Bu arada son yazımda belirttiğim sivil Rus uçağı Kıbrıs Ercan’a inmedi ama Kıbrıs’ın tanınması adına bazı adımların atılacağı anlaşılıyor, ekonomi her gün biraz daha alarm vermeye devam ediyor, Avrupa ekonomisi resesyon alarmı verdikçe ihracat kapımız daralmaya başlıyor, baskı altına alınan kur nedeniyle Türk Lirası’nın aşırı değerlendiği söylemleri giderek artıyor. Hani bu söylemi yazarken bile utanıyorum desem yalan olmaz. Elçiye zeval olmaz diyerek şimdilik noktalayalım.
Seçim ne zaman mı olur? Biraz daha dikkatli bir analiz içinde konuyu tartışacağım…
Yorum Yazın