Erdoğan, Hatay'da deprem sonrası atılan temeller üzerinden kendisini eleştiren Akşener'i hedef alarak "Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Tayyip, soyadım da Erdoğan. Erdoğan'a da dikkat et, Tayyip ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni, kendinle de uğraştırma" dedi.
“Hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti.” derler ya… bu sözleri duyunca öyle oldum.
Ama gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp geçen hayatım değil, çocukluğumdan bu yana izlediğim çizgi romanlar, filmler, kısa filmler, televizyon dizileriydi.
Nasıl ki Marvel Sinematik Evreni, DC Genişletilmiş Evreni var… Bu da benim kişisel evrenimdi. Benim kişisel evrenim her ikisinden de daha geniştir. Çünkü Marvel ve DC evrenlerinin yanı sıra, Tarkanlar, Karaoğlanlar, Malkoçoğlular, spagetti westernler, Amerikan polisiye dizileri, Japon çizgi filmleri, Teksaslar, Tommixler, Asterixler ve çok daha fazlası var benim evrenimde.
Benim evrenimde de kahramanlar Marvel evreni gibi, DC evreni gibi hep iç içedir. Mesela James Bond, pembe incili kaftanı kuşanıp, Tebriz’de şah İsmail’e ayar verebilir; Karaoğlan, Clint Eastwood ile at sürebilir, Malkoçoğlu, Rambo ile birlikte Bizans’a dünyayı dar edebilir.
İşte, benim kahramanlarımın gözümün önünden akıp geçmesine sebep, Erdoğan’ın deminki sözleriydi. Bir “kahraman repliği klasiği” olabilecek bu sözleri, benim kahramanlarım da niye kullanmasın ki?
Bu sözler o kadar natürel bir “kahraman repliği” ki…evrenimin tüm kahramanları bu sözcükleri kesin kullanmışlardır gibi geldi bana.
Malkoçoğlu, Bizanslı Nikolay’a Osmanlı tokatı patlatmadan önce "Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Ali, soyadım da Malkoçoğlu. Malkoçoğlu’na dikkat et, Ali ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni, kendinle de uğraştırma" dememiş midir?
***
Sinema tarihinde “Ben Bond… James Bond!” repliğinin üzerine çıkılamaz diye bir kanaatim verdi. Tıpkı tiyatrodaki “Olmak ya da olmamak!” gibi.
Ama "Bizim adımıza dikkat et. Benim adım James, soyadım da Bond. Bond’a da dikkat et, James ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni, kendinle de uğraştırma" sözleri; biraz uzun olmakla birlikte “Ben Bond, James Bond!” repliğine açık ara fark atar.
***
Rambo, geldiği küçük kasabada yemek yiyebilecek ve geceyi geçirecek bir yer ararken şerifle karşılaşır. Şerif, Rambo’yu kasabadan kovmak ister. Rambo’nun “Burada yemek yemeğe karşı bir yasa var mı?” sorusuna şerif: “Evet ben!” diye cevap verir.
Rambo serisinin ilk filmi “İlk kan (1982)” böyle başlar.
Halbuki Rambo, şerifle polemiğe gireceğine "Bizim adımıza dikkat et. Benim adım John, soyadım da Rambo. Rambo’ya dikkat et, John ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni, kendinle de uğraştırma!" demiş olsaydı, Rambo serisi daha birinci filmin başında biterdi.
Hiçbir yönetmen, bu kadar güçlü bir başlangıçtan sonra, konuyu daha ileri taşıyıp aksiyonu daha fazla tırmandıramaz. Rambo’nun ezik bir tavırla homurdanması, konunun ilerlemesi için yönetmenin elini güçlendirmiştir.
***
“Bizim adımıza dikkat et…” repliğinin oturmadığı durumlar da var. Mesela Asterix.
Asterix Romalılara karşılaştığında konuşmaya "Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Asterix…” diye başlarsa, devamını getirmez. Astrix’in soyadı yok.
“Soyadım da… soyadım da…” diye kekelerse, bu boşluktan yararlanan Romalılar hemen üzerine çullanır. Buraya “Ben Kemal, geliyorum!” repliği daha uygundur. “Ben Asterix. Geliyorum!” deyip Roma ordusunun içine dalar. Zaten Asterix’de, bu replik daha baskındır.
İlk Kan (1982) filminin sonlarına doğru aksiyonun tırmanmaya başladığı sahnede, Rambo; hareket halindeki askeri kamyonun üzerine atlayarak, sürücüyü aşağı atar ve direksiyonu geçer. İstikameti, kasabadır. Kendini devlet sanan şerife haddini bildirecektir.
Direksiyon başındayken konuşmaz ama konuşsaydı “Ben Kemal. Geliyorum!” repliğini kullanırdı. Buraya da tam oturuyor.
“Ben Rambo, Geliyorum!”
***
Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftanında, Şah İsmail’e elçi gönderilecektir.
Muhsin Çelebi, masraflarını kendisinin karşılaması koşuluyla, elçi olarak gitmeyi kabul eder. Evini, çiftliğini, mandırasını rehin bırakarak 10.000 altın toplar. 2.000 altını tüm yol masraflarına ayırıp, 8.000 altınla Pembe İncili Kaftanı alır. “İtibardan tasarruf edilmez” meselesi o zamanlar da önemlidir.
Dönüşte az bir eksiğiyle kaftanı iade edecek, malını mülkünü ipotekten kurtaracaktır.
Muhsin Çelebi, Tebriz’e varır. Pembe İncili Kaftanı ile Şah İsmail’in huzuruna çıkar. Mektubu verir. Oturacak bir yer yoktur. Şah İsmail koltukları, kanepeleri, yastıkları minderleri falan toplatmıştır ki, elçi ayakta, hürmet vaziyetinde kalsın.
Muhsin Çelebi, Pembe İncili Kaftanını çıkartır, yere serer. Üzerine bağdaş kurup oturur. Diyeceklerini der. Sonra müsaade dahi istemeden kalkar kapıya doğru yürür çıkar.
Arkasından “Kaftanınızı unutuyorsunuz” diye yetiştirirler. Ama o, Şah İsmail’in duyacağı bir şekilde:
“Hayır, unutmuyorum. Onu size bırakıyorum. Sarayınızda büyük bir padişah elçisini oturtacak seccadeniz şilteniz yok... Hem bir Türk yere serdiği şeyi bir daha arkasına koymaz... Bunu bilmiyor musunuz? der.
Bu sözler benim kendi evrenimde, etkilendiğim kahraman repliklerinde ilk beşe girer.
Ama şimdiki aklımla Muhsin çelebi olsaydım:
"Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Muhsin, soyadım da Çelebi. Çelebi’ye de dikkat et, Muhsin ismine de dikkat et. Konuştuğun zaman buna göre konuş. Beni, kendinle de uğraştırma" derdim.
Yorum Yazın