İnsan denen varlık, korktuğu zaman yalan söyleyebilir, iftira atabilir, haksızlık yapabilir, akla gelebilecek her türlü suçu işleyebilir. Çünkü korku kalbi daraltır, mantığı ezer. İnsan sevdiğini korur, o üzülmesin diye yanlış yapmaktan çekinir, onun için yaşam boyunca çabalar. Peki, Tanrı seviliyor mu yoksa korkuluyor mu? “Bak! Böyle davranırsan, bunu söylersen, bunları düşünürsen Tanrı günah yazar sonra,” diye korkutuluyorsa çocuklar o toplumdaki Tanrı inancı korku üzerine kurulu demektir. Korku içindeki bireyler ise tehlikeli hatalar yapmaya oldukça açıktır.
Kutsal kitaplara göre Tanrı, insanı yaratırken ona kendi ruhundan ruh üfleyecek kadar özenmiştir. Ve bu özenle yaratılmış varlık, karşıt duygularla birlikte var olmuştur. Tanrı, insanın içinde yaşayacağı doğaya da yine aynı özeni göstermiştir. Doğa, güzellikleriyle ve doğal davranışlarıyla birlikte var edilmiştir. Doğa, olması gerekeni yapar ve zamanı geldiğinde ondan alınanı geri alır sadece. Doğa, “Tonlarca ağırlıkla beni sıkıştırma, denizlerimi doldurma, dağlarımı delme, ağaçlarımı kesme, buzlarımı eritme, ormanlarımı yakma, güzelliklerimi kirletme! Benim kadar senin de ihtiyacın var onlara,” diyor. Doğasına yapılan aykırı hareketlere karşılık veriyor. Kader, hep birlikte şimdinin içinde var ediliyor, seçimlerimizle ve doğamızla.
Aslına bakarsanız kendi doğasına aykırı davranan insandır. Ona bahşedilmiş, sadece öğrenme üzerini kurulu bir aklı ve üretme gücü üzerine kurulu bedeni doğru çalıştırmadığı için. Tanrı, seçim hakkı vermiştir. Tanrı, zekâ ile donattığı insana baş edebilme ve önlem alma yetisi vermiştir. Zekâyı geliştirecek faaliyetlerde bulunmamak, oku ve anla emrine uymamak, zor olan üzerinde çalışmamak… Kısaca, verilen yetileri kullanmamak, Tanrı’ya karşı gelmektir. Kolay olan şekilcilik ile fazilet, oldubittiye getirilmektedir.
Yorum Yazın