Leyla Emeç Tavşanoğlu
“Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” Aziz Nesin’in 1977 yılında basılmış romanının ismi. Romanın kahramanı Yaşar aslında birey olarak var ama devletin hiçbir biriminde kaydı yok. Dolayısıyla yaşayan Yaşar Türkiye’de yaşamamış görünüyor.
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle bir yazı yazayım dedim. Ancak yazacaklarım Türkiye gibi ülkelerdeki kadınların içler acısı yaşamlarını size aktarmaktan başka işe yaramayacak. Bu yazı kör gözlere, sağır kulaklara ne kadar hitap eder orasını bilemem tabii.
Burada ele almak istediğim konu İstanbul Sözleşmesi. Resmi adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Bir dönem fena halde köpürtülmüş, Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çıksın, dayatması yapılmıştı. İyi de neden Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmalıymış? İşte size gerekçe:
Efendim, bu sözleşme eşcinselliği savunuyormuş, fazla haklar elde eden kadının ahlakı bozulurmuş, kötü yola düşebilirmiş!
Daha neler neler... Yahu sayın okur, bunlar değil mi daha ergen olmamış, büluğ çağına ermemiş kızlarımızı evlendirmek isteyenler, evlendirenler, baba kızına şehvet duyabilir, oğul anasını arzulayabilir, diyenler? Sonra da kalkmış, ahlaki çöküntü olur, diye İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi gerektiğinden söz ediyorlar.
Diyelim ki bu sözleşme kadının kötü yola düşmesini (o da ne demekse) teşvik ediyor ya da eşcinselliği cesaretlendiriyor. Size ne? Memleketin onca sorunu varken insanların bacaklarının arası mı kaldı uğraşacağınız tek konu? Yılda yüzlerce kadınımız, genç kızımız psikopatların elinde öldürülürken gıkınız çıkmaz ama onları koruyacak uluslararası bir anlaşma hayata geçince hep birden ayağa kalkarsınız. Özellikle de sizler ey Pelikancılar... Gerçi şimdilerde pek sesiniz soluğunuz çıkmıyor ama bir dönem başınızda bir kadın olduğunu unutmuş görünerek esip gürlediniz. Ne oldu? Haminizi kaybettiğiniz için mi sesiniz çıkmıyor?
Burada İstanbul Sözleşmesi’nin maddeleri nelerdir, ayrıntısına girmeyeceğim. Zaten Google’da var. Merak eden açar, okur. Bu sözleşme tabii ki önemli. Soruna yasal normlar getiriyor. Yalnız ufak bir pürüz. Türkiye nüfusunun yarıdan biraz fazlası kadın. Bu kadınların da istatistiklere göre çoğunluğu eksik eğitimli. Bu eksik eğitimli kadın erkek çocuğunu yetiştiriyor. Benim paşa oğlum büyüyünce ne canlar yakacak, teraneleriyle çocuğun beynini yıkıyor. Sonrası da malum. Bu telkinlerle yetişen erkek kadını tapulu malı gibi görmeye başlıyor.
Erkek böyle yetişiyor da kız çocukları farklı mı? Çekirdek aile içinde baba ve erkek kardeş baskısına boyun eğmesi gerektiği neredeyse kundaktayken ona öğretiliyor. Hem de annesi tarafından. Kadın kadının kurdudur, derler ya. Bizde bunların canlı örnekleri yaşanıyor. O anne öte yandan erkek çocuğunu evlendirince gelinini de ailenin tapulu malı olarak kabul ediyor. Eti senin, kemiği benim. Yersen, kızım!
Özellikle kırsal alan kökenli, dar gelirli ailelerde gelenek haline gelmiş bir evlat yetiştirme yöntemi. Kız evladın toplum içinde sadece kocaya karılık etmek, ev işleri yapıp çocuk bakmaktan başka fonksiyonu yok. Aile ve toplum ekonomisine katkısı sıfır. Hayatı boyunca hiç para kazanmamış, baba ya da koca eline bakmış hep. Eh, bu ezilmiş kadın kesiminden uygar erkek evlat yetiştirmesini beklemek abesle iştigal anlamına geliyor.
Geçende sosyal medyada gezinirken bir tweet gözüme çarptı. Tesettürlü olduğu fotoğrafından görülen genç bir kadın şöyle bir tweet göndermiş:
Kocam kafamı duvardan duvara vurabilir, caizdir.
Kadıncağızın duvardan duvara vurula vurula kafası ya gitmiş ya da geleneksel yetiştirilme tarzı nedeniyle böyle yazmış. Galiba bu tweet Türkiye’de kadının ne yaşar ne yaşamaz olduğunun en iyi göstergesi.
Yorum Yazın