1.Giriş
Aldığımız şeylerin nerden geldiğini ve attığımızda nereye gittiğini biliyor muydunuz ya da hiç merek ettiniz mi? Kullandığımız şeyler farklı evrelerden geçiyor: Bu evreler, kaynak edinimi, üretim, dağıtım, tüketim ve atıkların ortadan kaldırılması evreleridir. Bunların tümüne” “materyal ekonomisi” deniliyor. Düz bir hat üzerinde seyreden bu sistemin iyi işleyen bir sitem olduğu söyleniyor. Çizgisel ve sürekli. Ama bir eksiği var, o da İnsan.
Bu sistemde insan yok. O yüzden bu sistem iyi işlemiyor, çünkü insanın olmadığı, insanın yok sayıldığı bir sistemin iyi işlemesi düşünülemez. Bu sitem de o nedenle krizin içinde, çizgisel olduğu halde. Biz bu sınırlı dünyada bu sınırsız tüketime dayalı sistemi sürdüremeyiz. İşte bu yüzden kriz içinde. Oysa yaşam çizgisel değil, beyaz bir sayfanın üstünde, bir hat üzerinde işlemiyor, aksine yaşamın inişleri ve çıkışları var. Çünkü üretim ve tüketim sistemi toplumla, ekonomilerle, kültürlerle ve doğayla etkileşim halinde. İşte böyle baktığımızda en iyi eksikliğin insan olduğunu görürüz. Peki kimdir bu insanlar? Hükümetle başlıyalam ve sistemi adım adım gözden geçirelim evreleri.
2. Ürertimden Tüketime Yaşanan Yanlışlar
Kaynak Edimi: Hükümeti tankla sembolize edelim, çünkü toplanan vergilerin önemli bir kısmı orduya gidiyor. Öte yandan şirketler var şirketler için de kar önemli ve bunların çoğu birçok hükümetten büyük. Yer yüzündeki 100 büyük ekonominin 51’i şirketlerin elinde. Tabi şirketleri de sonuçta insanlar yürütüyor ve yönetiyor.
Kaynak elde etmek için; ağaçları kesiyoruz, madenler için dağları deşiyoruz, tüm suyu kullanıyoruz, hayvanları yok ediyoruz, doğayı tahrip ediyoruz. İşte ilk sınırla da burda karşılaşıyoruz. Çünkü kaynaklar hızla tükeniyor. Son 30 yılda insan oğlunun kullandığı kaynakların üçte biri yok oldu, nehirlerin %40’ı kullanılmaz hale geldi...
Bazı gelişmiş ülkeler nufuslarının çok üstünde kaynak tüketiyor. Örneğin ABD dünya nufusunun %5 ine sahip olduğu halde kaynakların %30 unu tüketiyor ve atıkların %30’unu üretiyor. Eski ormanların %80’i yok oldu yerine de yenileri ekilmiyor. Herkes ABD gibi tüketirse 5-6 dünya bile yetmeyecek bize. Öyleki bu sistemde çok şeye sahip değilseniz ya da tüketmiyorsanız hiç bir değeriniz yok . gelelim ikinci halka olan üretime..
Üretim: Zehirli kimyasalarla doğal kaynakları karıştırıp zehirli ürünler elde ediyoruz ve bunun için elektirik enerjisi kullanıyoruz. Üretime zehirli madde kattığımız taktirde evinize, işinize zehir alıyorsunuz demektir. Zehirli maddeler gıda zincirinde birikiyor ve biz onları hergün alıyoruz. En çokta bu tür işlerde çalışan işçiler maruz kalıyor bu zehirlere. ABD her yıl milyonlarca ton zehirli kimyasalı çevrelere atıyor ve kirlilik üreten fabrikalarını başka ülkelere taşıyor. Bir de göç var. Dünyada hergün 200 bin kişi doğal ortamları terkedip şehirlere geliyor. Dağıtım sürecine gelince..
Dağıtım: Dağıtım ağında tüketimin bir parçası haline getirilerek ürünün ucuza mal edilip çok satılması planlanıyor. Örneğin bir radyoyu ele alalım. Bu radyo Amerikada 4.99 sente satılıyor. Peki nasıl bu kadar ucuza mal ediliyor? Çünkü bu radyonun üretiminde kullanılan petrol Güney Afrikadan, metal Iraktan, plastik Çinden, parçalar Meksikadan getiriliyor.
Peki kim ödüyor bunun maliyetini? Bu radyonun bu kadar ucuz olmasının bedeli astım hastalığı, kanserle yaşayanlar ve çocukların geleceğiyle ödeniyor. Sistemin lokomotifi olan tüketime gelince…
Tüketim: Tüketim sistemin kalbidir. Kapitalist dünyda birinci kimliklerimiz anneler, öğretmenler, çiftçiler olmak değil, sadece tüketiciler olmaktır. Parola alış veriş yap mal alışına hizmet ettir. Ve alınan her üründe kısa bir süre sonra kullanılamaz hale gelerek iskataya çıkıyor, yerine yenisi alınsın diye. Örneğin Kuzey Amerikada, yer altından çıkarıp hasat ettiğimiz herşeyin %99’u altı ay içinçe çöpe dönüşüyor, sadece %1 kullanılabilir halde kalıyor. Şimdi soruyoruz böyle bir tüketim oranıyla bu gezegeni nasıl çekip çevireceğiz? Ama kapitalizm için bu önemli değil kapitalist ekonominin nihai hedefi daha fazla tüketim maddesi üretmektir; eğitim, sağlık, güvenli taşıma değil, sürdürülebilirlik, adalet sağlamak hiç değil; varsa yoksa tüketimdir. Şiar; biriktirin ve tüketin’dir.
Bunu da sağlamak için eşyaların rengini, çapını, boyunu değiştirerek bize habire yenisini satmaya çalışırlar. Reklamlar ve medya da bu işte büyük rol oynuyor. Daha fazla tüketim, daha fazla mutluluk, diyerek yalan söylüyorlar bize. Çünkü tüketim çılgınlığı sadece bizi değil dünyamızı da tüketiyor.
Atıkların kaldırılması: ABD de kişi başına günde 2 kilogram çöp üretiliyor. Zehirli çöper ister gömülsün ister yakılsın, toprağa kalıyor, suyumuzu ve yiyeceklerimizi kirletiyor, zehirliyor, bizleri çeşitli hastalıklar adı altında ölüme mahkum ediyor. Tüketim maddelerinin çoğunda, özellikle de sentetiklerde dioksin denilen zehirli madde kullanılıyor..
Geri dönüşüm yeterli değil atıkların önemli kısmı dönüştürülemiyor. Ya zehirli ya öyle tasarlanıyor. Kriz içinde bir sistem mutluluğun sağlayıcısı olamaz bu sistem çalışmıyor. Bu sitem kriz içinde. Peki ne yapılabilir?
Ormanları kurtarmak, temiz üretim, işçi hakları, adil ticaret, bilinçli tüketim, atıkların yakılması, bertraf edilmesi, hükümetlerin halkın yanında olması gerekir. Yani insanları ve kaynakları harcamayan bir sitem gerekir. Bunun için de ihtiyacımız olan büyük resme bakmaktır. Yanısıra eski kullanım zihniyetinden kurtulmaktır. En başta da büyük zihniyet değişimi gerekiyor, özellikle de tüketimde.
Doğrusal sitemi değiştirerek, insanları ve kaynakaları harcamayan sisteme geçmek en temel öncelik. Eştilik ve sürdürülebilirlik içn yeni bir düşünce sistemi gerekli. Bu sistemde yeşil kimya, sıfır atık, kapalı döngü üretim, yenilenebilr enerji ve yaşayan yerel ekonomiler gerekir. Böylece bu dünyayı atalarımızdan miras almadığımız, çocuklarımızdan ödünç aldığımız gerçeğini bilince çıkarmış oluruz.
3. Açgözlülüğün Bizi Götürdüğü Yer
Biz bir yandan günlük ve konjonktürel hunharlıklarla uğraşırken diğer yandan dünya elimizden kayıp gidiyor. İnsanoğlunun güç arayışındaki gaddarlığı sadece güçsüzleri ezmekle kalmıyor doğayı da tahrip ediyor.. Çünkü doğaya karşı da aynı açgözlü saldırganlık sürüyor. Savaşlar, saldırganlıklar, onların yaptığı tahribatlar da cabası.. Hem insana, hem doğaya.. Bugüne saplanıp kalırsak geleceği göremeyiz. Böyle giderse insanoğlu bir süre sonra yapay yapraklar ya midical haplarla yaşamak zorunda kalabilir.
Kapaitalizmin biriktirme hırsı, mal mülk arayışı, para pul uğruna giriştiği vahşi katliamlar sadece insanoğlunu tüketmiyor doğa anayı da yokediyor. Öyle ki yalanlarına sadece kendileri değil bizi de inandırıyorlar. Hem de ele geçirdikleri mevki makamla bilimi de kendilerine yalancı şahit tutarak...
4. İktisaden Söylenen Yalanlar:
Bakın iktisat biliminden bir örnek vereyim. Okuyanlarınız bilir; bu bilim dalına şu yalanı söyletiyorlar, çıkarları için, efendim neymiş, “İnsanın sonsuz ihtiyaçarı varmış, doğada ise bu sonsuz ihtiyaçları karşılayacak sınırlı olanakalar varmış, ekonomi bilimi bu sonsuz ihiyaçlarla sınırlı imkanları giderme bilimiymiş..” YALAN. Külliyen yalan. Sırayla bakalım.
Yalan 1. İnsanın neden sonsuz ihtiyacı olsun ki? Sonuçta yediği, içtiği, giydiği şey belli. Varsayalım dört mevsime göre dört ayrı giysisi olsun. Yok hayır onları zengin etmek için herbirinden dört yerine kırk dört giysimiz olacak. Hatta bunu teşvik etmek için günler icat etmişler. Sözgelimi, “sevgililer günü”, “analar günü”, “babalar, günü” vb, domtes toplama günü, salça kurutma günü, daha aklınıza gelecek türlü rezillikler. Mallarını satsınlar, zengin olsunlar diye bizi bu oyunlarına alet ediyorlar, kandırıyorlar. Yoksa bir insan senede bir gün mü anasını, basaını düşünecek, sevecekk, böyle bir şeyi kimin aklı alır, kimin gönlü razı olur..?
Yalan 2. Sizn için güzel alışveriş merekezleri yapıyoruz, diyorlar. Bizim içinmiş.. Şimdi bu dev tapınma mabedlerindeki lüks avm’ler bizi düşündükleri için mi yapılmış yoksa satmayı hem kolaylaştırmak hem de çılgın bir tüketim toplumu yaratmak için mi? Elbette güzel mekanların olması herkesin beklentisi, ama maksat bu değil, maksat bu işi organize etemek.. Bir sakız almaya giren biri oradan binbir şey alsın diyedir bütün bu yapılanlar.
Sanayinin ilk dönemlerinde üretim kutsaldı, artık bu postfordist dönemde tüketim asıl şimendifer. Daha önceleri varolan kitleler için kütle üretimini şimdi esnek üretime dönüştürüp kitle tüketimine çevirdiler.
Yalan 3. Herkesi düşünür gibi yapıyorlar. Yalan. Bu dev tüketim mabedleriyle sadece küçük esnafın köküne kibrit suyu dökmediler, insanları bu mabedlere adeta tapınmaya çağırırcasına birer tüketim makinesine, gösteriş budalasına, marka sevdalılarına çevirdiler. İnsanlar var olmak yerine, bunlarla kendilerini gösteriyor, arkadaş seçiyor, çevre ediniyor adeta. Anlayacağınız bu devirde artık, var olmadan varlıklı olmak önemli.. Kafasında ne var, toplum için ne yapmış, ne değer üretmiş, bunlar önemsizleşiyor. Bunların yerine oturduğu ev, bindiği araba, giydiği elbise veya kullandığı telefonun markası önemli olmaya başlıyor.
Yalan 4. Doğa dostu yalanlarıyla sadece doğayı değil, zihinleri de kirletiyorlar. Bunca şeyi karşılamak için doğayı hızla türketiyorlar. Oysa insanın ihtiyaçları belli ve sınırlı... Günde üç öğün yemek yer ve üstü başına uyacak temiz giysiler giyer.. Hayır bu yetmez, lüks vilalar, arabalar, avm’ler olmazsa adam değilsin demek isteniyor. Çıldırmış ultra kapitalizm, bizi oyuna getirip tuzağına düşürüyör . Onlar bunu yaparken dünyanın da bizi besleyecek, barındıracak ve taşıyacak hali kalmıyor. Tek umursadıkları satmak, kazanamak ve biriktirmek. Marxın dediği gibi “biriktirin biriktirin dininiz de imanınız da biriktirmek”
Yalan 5. Bölüşmek mi? Sakın ha ondan hiç bahsetmeyin.. Kapitalizm büyümeyi sever, bölüşmeyi asla... Birileri haksız “kazançlarla” boğazına kadar dolmuş, öbürü açlıktan ölüyor, kimin umurunda.. Eşitliği, bölüşümü ve adalet duygusunu oluşturan vicdan da hak getire...
Bu sözlerimle gelişmeye ilerlemeye karşı olduğum sanılmasın. Tersine bunları savunan ve gereğini yapmaya çalışan biriyim. Ama bilim insanı namsu aynı zamanda yalanları teşhir temeyi de gerektirir. Sadece kendimiz için değil gelecek kuşaklar için de buna ihtiyaç var.. İşte size dünyanın gidişatından bazı örnekler.
5.Dünyanın Limiti Aşıldı
Dünya artık bize yetmiyor. Küresel Ayak İzi Ağı’na göre (Global Footprint Network), şu anda 1.6 dünyaya ihtiyacımız varmış. Doğal kaynakları öylesine hızla tüketiyoruz ki, gezegen kendini yenilemeye fırsat bulamıyor. Kaynaklar azalıyor. Aşırı avlanma yüzünden denizlerdeki balık stokları tehlikede. BM gıda örgütü FAO, raporunda Akdeniz ve Karadeniz’deki aşırı avlanma “kaygı verici” seviyeyde.. Böyle giderse 2050’lerde avlayacak balık bulmayacağız...
Okyanusların giderek asitlenmesi bir başka büyük sorun. Doğaya saldığımız karbondioksitin yüzde 30’unu okyanuslar emiyor. Okyanuslardaki asit seviyesi bu yüzden yükseliyor. Kabuklu canlılar ve özellikle de planktonlar tehlikede. Planktonlar okyanuslardaki besin zincirinin temel halkası.
Ormanlar tehlikede. Her saniye bir futbol sahası büyüklüğünde orman alanı yok ediliyor. Yıllık orman kaybı 5.8 milyon hektara ulaşmış. Nüfus artıyor ama tarım arazileri azalıyor. Nedeni yoğun yapılaşma.
Kömür, petrol gibi fosil yakıtlar havayı hızla kirletiyor. Bu yüzden iklimler değişiyor. Sıcaklık artışı durdurulamazsa durum felaket. Tatlı su kaynakları sınırlı. Daha da azalıyor.
Bu yıl “Dünya Limit Aşım Günü” 8 Ağustostu. Doğanın dengesini bozmadan tüketebileceğimiz kaynakların tümünü sekiz ayda tükettik. Giderek daha hızlı tüketiyoruz. Ne olacak şimdi? Gelecekten borç alacağız. Oysa Kızılderili atasözünde ne diyordu: “Yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.” Yeryüzünü çocuklarımızdan çalıyoruz. Böyle devam ederse 2030 yılında bir yıllık kaynağı 6 ayda tüketmeye başlayacağız. Gezegen daha hızlı tükenecek.
Sonuç: Çare Ne?
“Acilen bir U Dönüşü gerekli” “İhtiyacımız kadar tüketmeyi öğrensek sorun kalmaz”. “Bu gezegende misafir olduğumuzu bilsek, gelecek nesilleri de düşünsek...” “Her şeyi çöpe atmak yerine geri dönüşümü sağlamalıyız”, “Fosil enerjilerden vazgeçip güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklara yönelmeliyiz”, “Nüfus artış hızını yavaşlatmalıyız”, “Hayat tarzımızı değiştirmeli, sadeleşmeliyiz”, “Tüketim çılgınlığına son vermeliyiz”... En önemlisi “Eşitsizlikleri gidermeliyiz”
Örneğin dünyadaki herkes Almanlar gibi tüketmeye başlasa, 1.6 dünya değil, 3 dünya bize yetmez. ABD yurttaşı gibi tüketse herkes, 4 dünya az gelir. “Kapitalizmden kurtulmalıyız”. Peki politikacılar neden çözüme yanaşmıyorlar? “Hani gelecek nesillere bırakacaktık. Kendimize bile yettiremedik. Ne açgözlüsün ey insanoğlu.”
Yorum Yazın