Son günlerin en çok konuşulan konularından birisi Karadeniz’de kopan fırtına. Rusya Ukrayna sınırına yeniden yığınak yapmaya başladı. NATO’nun ortak üyesi konumundaki Ukrayna’yı Rusya’nın kucağına itmeyi göze alamayan Washington, savaş gemilerini Karadeniz’e göndermek için Montreux Antlaşması’nın gerekleri uyarınca Ankara’dan Boğazlar’dan geçiş izni istedi.
Biraz eskilere gitmekte yarar var. Sovyetler Birliği dağılıp Varşova Paktı lağvedilirken buna karşılık NATO’nun alanının genişletilmeyeceği konusunda bir mutabakata varılmış olmasına karşın, zaman içinde NATO Doğu Avrupa ülkelerine doğru ilgisini arttırdı. Arttırmakla kalmadı, 1999’da Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti NATO ittifakına dahil oldu. Ardından da Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin geri kalanı ile Baltık devletleri onları izledi. Karadeniz’e kıyısı olan Bulgaristan ve Romanya’da, ABD’nin kontrolünde oldukları apaçık bilinen deniz ve hava üsleri kuruldu. Bu gelişmeler haliyle Rusya Federasyonu’nu ciddi biçimde rahatsız etmeye başlamıştı.
Rusya bütün bu Doğu ve Orta Avrupa’yla Baltık ülkelerini kendi arka bahçesi olarak görüyordu. Derken 2008’de Gürcistan’da ABD destekli olduğu söylenen bir kadife devrim, ardından da Ukrayna’da turuncu devrim yaşandı. Rusya sonunda rahatsızlığını Ukrayna’ya ait Kırım Yarımadası’nı işgal ederek gösterecekti.
Öte yandan Washington ise 1990’larda alt yapısını oluşturmaya başladığı “Genişletilmiş Karadeniz” projesini tümüyle hayata geçirmek için var gücünü kullanıyordu. Burada, Karadeniz’in ne gibi bir özelliği var ki böylesine bir çatışma alanı haline geliyor, diye sorabilirsiniz. Çünkü Karadeniz, henüz miktarı tam olarak hesaplanamayan ama tahminen yüzlerce milyar belki de trilyon metreküp doğal gazın kaynağı. Bir önceki yazımda yazdığım gibi Karadeniz’in doğal gaz zenginlikleri ABD’nin ciddi biçimde iştahını kabartıyor. Ayrıca Karadeniz pek çok enerji boru hattının geçtiği stratejik bir bölge.
Karadeniz sadece zengin doğal gaz kaynağı ve enerji nakil terminali olmakla kalmıyor. Kıyıdaş ülkelerde yenilenebilir enerji kaynakları bulunduğu da biliniyor. Özellikle su bunların başında geliyor. Dünya enerji piyasası yavaş da olsa hidrokarbondan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme eğilimi gösterirken bölgeye ilgi ve iştahın artması ise kaçınılmaz oluyor.
ABD-Rusya arasında, şimdilik Ukrayna üzerinden olduğu gözlenen kapışma sürerken devreye üçüncü ve yeni yeni güçlenmeye başlayan bir aktör giriyor. O da Çin. Çin, bir süre önce kısaca “Kuşak ve Yol” olarak adlandırılan “İpekyolu Ekonomik Kuşağı” ve “21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu” girişimini başlattı. Burada dikkat çekici olan Türkiye’nin bu girişime destek vermesi. Destekçi ülkelerden diğer ikisi ise İran ve İngiltere.
Bu noktada Türkiye özeline gelirsek, Ankara “Kuşak ve Yol” girişiminde kilit aktör olarak bulunuyor. Türkiye, Çin’den Avrupa’ya uzanan kuzey hattını tamamlayıcı bir nitelik taşıyan ve Çin’le Avrupa arasında ek bir bağlantı koridoru açan “Trans Hazar Orta Yol” projesini hayata geçirmeyi hedefliyor. “Kuşak ve Yol” girişimini Türkiye’nin “Orta Yol” projesiyle uyumlu hale getirmek amacıyla Ankara bir süre önce Pekin yönetimiyle bir mutabakat muhtırası imzaladı. “Orta Yol” projesinin en önemli bileşenlerinden biri olan Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı 30 Ekim 2017’de Bakü’de düzenlenen törenle imzalandı.
Dikkatinizi çekerim; “Orta Yol” projesinin ilgi alanı tam da Karadeniz bölgesini kapsıyor. Karadeniz’in demin belirttiğim bunca enerji zenginlikleri karşısında Uzak Doğu’nun devi durumuna gelmekte olan Çin’in kayıtsız kalmasını beklemek bana göre safdillik olur. O nedenle, aman ha, derim; burada diplomasi oyunu çok dikkatli oynanmalı. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy’nin ağırlanması, Karadeniz bir barış denizi olarak kalacaktır, sözleri, Kanal İstanbul ve Montreux tartışmalarının tam ortasında konumlanılması, kapalı kapılar arkasında “kolay, hallederiz” diye verildiği söylenen sözler, Rusya Federasyonu Başkanı Putin’in Montreux’den vaz geçilmesinin söz konusu bile edilmeyeceğini söylediği, hatta Türkiye’ye turistik hava yolu seferlerini durdurduğu bir dönemde son derece temkinli davranmakta yarar olduğu düşüncesindeyim. Türkiye Ukrayna’ya insansız hava araçları (İHA) gönderiyor, sözlerine karşılık Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un şu yanıtını da bir kenara not edelim: “Moskova, Türkiye ve diğer ülkeleri
Kiev’in militarist eğilimlerinin teşvik edilmemesi konusunda uyarıyor…”
Yani diyeceğim, sevgi sözcükleri ve dost kisvesi altında sizi bazı badirelerden kurtarma karşılığı verilen tavizler de gün gelir geri teper ve sadakatinden hiç kuşku duymadığınız kişilerin ihanetine uğrarsınız. Çünkü uluslararası ilişkilerde dostluğa yer yoktur. Devlet adabının gerektirdiği, ülkenizin çıkarlarını hakkıyla korumak ve bunun için çalışmaktır; o kadar!
Uluslararası parametrelerin değiştiği, oyun kartlarının yeniden dağıtılmaya başlandığı günümüzde yanlış bir adımın ya da önü arkası düşünülmeden söylenecek sözlerin, kendini kapışmanın tam ortasında bulan Türkiye için hiç yararlı olmayacağını bırakın, hayati derecede zararlı olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Yorum Yazın