Bütün toplumların ve toplum kesimlerinin çeşitli kaygıları vardır. Her birey ve toplum doğası gereği içinde biraz kaygı barındırır. Ölçülü kaygı biraz dinamizm katar. Hatta kendini koruma ve geliştirme adına olumlu katkıları bile söz konusu olabilir. Fakat uzun süreli ve çok boyutlu, yani toplumun birçok kesimi tarafından birden fazlası yaşanan, uzun süren kaygıların kişiler ve toplumlar üzerindeki olumsuz etkileri de muhakkaktır.
Ülke olarak yaşadığımız kaygılara baktığımızda insan “Bu kadar da olmaz.” demekten kendini alamıyor. Tam da yukarıda ifade ettiğim gibi uzun süreli ve çok boyutlu kaygılar bunlar.
Bir kısmı tarihten gelen, bir kısmı ise bizim sonradan içine düştüğümüz ve bir türlü çıkamadığımız sorunlardan kaynaklanan kaygılar.
Elbette bütün ülkelerin ve vatandaşlarının kaygılı oldukları alanlar vardır ama sanırım biz en azından belli ekonomik ve siyasi entegrasyon seviyesindeki ülkelere bakıldığında örneğine az rastlanacak ülkelerdeniz.
Toplum olarak yaşadığımız belki en derin, uzun soluklu ve büyük kaygımız Osmanlının son dönemlerinde yoğun olarak yaşadığımız ve o günlerden bugüne Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan bölünme, parçalanma ve işgal edilme kaygısı.
Bugün yaşadığımız kaygıların önemli bir kısmı ise bizim cumhuriyet tarihi boyunca kendi ürettiğimiz ve içinden çıkmayı bir türlü başaramadığımız yanlış ekonomik ve sosyal politikaların ürünü.
Gelecek kaygısını nesiller boyu hep yaşadık. Çocuk okuyacak mı? İş bulabilecek mi? Bulduğu işte ne kadar kalıcı olacak? İnşallah devlet memuru olur. İşi, maaşı garanti olsun. Bunlar mutlaka hepimizin kulaklarına yer etmiş ifadelerdir. Sağlıklı işleyen bir sistem olmadığı için yarınların kaygısı hep yanı başımızda. Plansız, sürekliliği olmayan günübirlik politikalarla yönetilen bir ülkede yaşıyor olmamız da bu kaygıyı körüklemekte elbette.
Ekonomik kaygıları Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere büyük çoğunluğu hiçbir zaman refahı görmemiş bir toplum olarak hep yaşadık. Geniş halk kitlelerinin refahını öncelemeyen istikrarsız ekonomik politikalarda bir değişiklik olmadığı sürece de yaşamaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
Siyasal tercihlerimiz bile umut etmekten, hayal kurmaktan öte bir başka siyasal oluşumun ülkeyi yöneteceği kaygısı ile oluşuyor.
Kadınların, çocukların ve diğer dezavantajlı grupların güvenlik kaygısı ise bugünden yarına çözülecek bir sorun olmaktan öte gitgide ağırlaşmakta.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi asıl sorun ülkemiz insanının çok büyük bir bölümünün bu kaygıların bir çoğunu aynı anda yaşıyor olmasında. Bu sorunların çözüleceği ve kaygıların giderileceğine dair umutsuzluğumuz yaşadıklarımızın etkisini daha da arttırmakta.
Sağlıksız ve sorunlu gelecek nesiller anlamına da gelen bu kaygı ortamından bir an önce çıkmamız bir anlamda var olma meselesi olarak ta değerlendirilebilir. Umarım bizi ve gelecek nesillerimizi kaygılardan uzak güzel, günler bekliyordur.
Yorum Yazın