Henüz çok yakın bir tarihte, 14 Ekim 2022’de Bartın’da, bütün bir millet olarak yaşanan maden kazası faciasına şahit olduk. Özellikle kömür madenlerinin insan hayatına oluşturduğu doğrudan tehdidi bir kez daha büyük acılar yaşayarak hatırlamış olduk. Ancak maden tesislerinin insan hayatına ve bölgenin ekolojik sürdürülebilirliğine etkileri ihmal kaynaklı kazalarla sınırlı kalmıyor. Ülkemiz yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin bir coğrafyada bulunuyor ancak bu aynı zamanda bizim için bir tehdit oluşturuyor. Bu durum hem yerli hem yabancı özel şirketlerin topraklarımıza göz dikmesi anlamına geliyor. Çok yakın zamanda, 2019 yılında Çanakkale Kirazlı köyü civarlarında Kazdağları bölgesi, Kanadalı Alamos Gold firması tarafından hedef alınmıştı. Firmanın bölgede aktifleştirmek istediği maden tesisleri için gösterilen direnci hepimiz hatırlıyoruz. Neyse ki bölgenin duyarlı halkı ve aynı zamanda STK’ların büyük çabalarıyla süreç tamamen durdurulmuş ve maden ruhsatları o bölge için iptal edilmişti. Ancak bu direniş tabi ki yeterli değildi. Aşağıda Şekil 9’da görüldüğü üzere, Çanakkale’den İzmir Bergama’ya kadar olan bölgenin %79’unun maden ruhsatlı olduğu bilgisi göz önünde bulundurulduğunda ülkemizin kalıcı çözümler için ihtiyacı olan bu gibi direniş eylemlerindense kanunlarla korunan sağlam bir “Doğa Koruma Statüsü”dür.
Ülkemizin 2001 yılında düzenlemiş olduğu bir Maden Kanunu mevcut olsa da, 2001’den günümüze tam 21 kez değiştirilmiş olup her seferinde ise doğa, tarım ve su havzalarından daha da fazla feragat edilmiştir. Bu çerçevede oluşturulan kanunların tam tersi amaçlarla hazırlanıp doğa facialarına ve gelecek nesillerin temiz toprak ihtiyacına balta vurması ise oldukça manidardır. Kanun güvencesi ve sağlam dayanaklar ile koruma altına alınamayan vatan topraklarımız maalesef ki kendi ülkelerinde asla bu tarz doğa katliamlarına girişimde bile bulunamayacak Kanadalı, Amerikalı şirketler için cazibe noktası haline gelmiştir. Tam bu noktada Aziz Nesin’in şu sözü zihnimde beliriyor: “Kirli çevre insanın ruhunu kirletir, kirli ruhlar çevreyi kirletir.”
Altın Madenciliği ile İlgili Anlatacaklarımız Var!
Şimdi gelin biraz altın madenciliği faaliyetleri nelerdir ve bu faaliyetlerin bölge ekosistemine zararları ne boyuttadır bunları gözden geçirelim. Altın madenciliği birkaç aşamada gerçekleştirilir ve her aşaması doğaya ayrı zarar verir. Bu aşamalar sırasıyla Arama->Projelendirme->Toprak Sıyırma->Patlatma->Ayrıştırma olarak sıralanabilir. Bu aşamalarda ormanlar delik deşik edilir, ormanların ve meraların kullanım izni madenlere devredilir ve yeryüzünde dinamitli patlatmalar yapılır. Buna bir de ayrıştırma sürecinde 1 gram altın için kullanılan 4 ton su eklendiğinde bilanço iyice ağırlaşır. En büyük sorunlardan biri ise kazılan alanlardan çıkan atıkların su ve hava ile etkileşime girip asitleşmesi. Bu yollarla toprağa ağır metallerin karışması on yıllar sonra ortaya çıkacak felaketlere gebe olabilir. Bu nedenle atık maden barajları patlamaya hazır bir bombadır.
Şimdi yukarıdaki bilgilere bakıldığında “O zaman dünyanın her yerinde maden faaliyetleri durdurulmalı mı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tabiki insanlığın madenlere de ihtiyacı vardır. Ekosistem sağlığı ve madencilik faaliyetlerini kontrollü yönetmek için “ADİL” ÇED raporlarına, Maden Atığı ve Su Çerçeve Yönergesi gibi uluslararası standartlara uyum sağlanmalıdır.
İşte tam de yukarıda verilen sebeplerden dolayı diyoruz ki maden ocaklarının etkileri sadece ihmal kaynaklı kazalarda kaybettiğimiz vatandaşlarımızla ölçülemiyor. Çok daha uzun vadeli ve ölümcül etkileri olan bir süreçten bahsediyoruz.
Yorum Yazın