Çoğunlukla olan bitenin Kıbrıs Türk halkına yakışmadığını, dünyanın bizim perişan halimize katıla katıla güldüğünü söyleyip dururuz ya, inanmayın.
Birkaç gündür Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa Birliği üst düzey yetkilileriyle Türkiye ve dünya gelişmeleri konusunda sohbetler ediyorum. Ukrayna hep ana konu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine “kırmızı kart” kaldırması oldukça büyük bir hayal kırıklığı yaratmış. Kıbrıs meselesine kimse fazla kafa yormuyor. Dışişleri bakanlıklarında ilgili bölümlerde görevli diplomatları bir tarafa bırakırsak, dünyada kimsenin pek de ne Kıbrıs sorunuyla ne de Kıbrıs Türk halkının içine yuvarlandığı acınası perişanlıkla ilgilendiği var.
Kendi kendine yeten Kıbrıs Türkü
Adada çözüm umudunun en azından görünür gelecek açısından kaybolması; Rumların federasyon diye diye topu hep taca atması, Türk tarafının da bir yandan iki devletli de olsa çözüm isterken, diğer yandan Maraş ve Doğu Akdeniz gerginlikleri sergilemesi sıkıntı yaratmış. Kıbrıs ile ilgi neredeyse sadece Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları ile sınırlı gibi görünüyor. Aslında haklılık payı da var. Eğer bir şekilde taraflar adanın etrafındaki hidrokarbon zenginliğini paylaşabilir işbirliğine girebilse, yani varlığı paslaşmaya başlasa, yokluk üzerinden afaki kavganın mantıksızlığı iyice ortaya çıkacak.
Bizim derdimiz iktidar oyunları. Taht kavgaları. Hadi söyleyelim, biraz da rant kavgaları. Küçücük adanın küçücük kuzeyini yemeyi bir türlü bitiremedik, ithal ağababalarla eğlenceye devam ediyoruz. Farkına varmıyoruz ki Ankara’ya el açmaya devam ettikçe, düdüğü Ankara finanse ettikçe, biz o düdüğü hiç üfleyemeyeceğiz. Kıbrıs Türk halkının kendi kendine yeterli olabilmesi için bir şekilde al-ver sürecinin başlaması, hidrokarbon konusunda ortak çıkara dayalı kullanma, Ercan’ın uluslararası uçuşa açılması, Gazimağosa limanının dünya ticaretine tekrar açılması gerekli değil, hayatidir.
“Ankara istedi, öyle oldu” sakat bir izahat Kimse kaşlarını çatıp, “Olur mu canım, daha dün % 60’tan fazla oyla parti genel kurulunda seçilmiş parti başkanı varken ve o parti başkanı ayak oyunlarıyla başbakanlık görevini güven oylamasına bile gidemeden bırakmak zorunda kalmışsa, nasıl olur de bir milletvekiline başbakanlık görevi tevdi edilir? Nasıl olur da birkaç saat içerisinde yine bilmem kaçıncı kez üçlü koalisyon kurulur? Ve nasıl olur da o partinin meclisteki üyeleri kuzu gibi bu duruma evet der, yeni hükümete gider güvenoyu verir?” demesin.
“Ankara istedi öyle oldu” gibi bir izahat eksik ve sakat. Bunu diyen arkadaşa hatırlatmak lazım, “Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin alt yönetimidir” denildiğinde hem fikir olup baş mı sallıyorsunuz, yoksa itiraz edip “Bu ciddi haksızlık, Kıbrıs Türk halkının iradesine saygısızlıktır” mı diyorsunuz?
Maalesef Kuzey Kıbrıs ile mevcut Türk hükümeti arasındaki çarpık ve ahlaksız ilişkiyi hep birlikte kurduk. Kimimiz az, kimimiz daha fazla ama gerek iktidarı ve muhalefetiyle siyasetçiler gerekse fikir oluşturucu olarak görev yapan hem lehte hem aleyhte katkılar sunan yazarlar, çizerler her birimiz bu durumdan sorumluyuz.
Kimse “ben masumum” demesin
Daha dün Ankara kapılarında ikbal için nöbet tutan bugünün istenmeyeni Faiz Sucuoğlu da, Ankara’nın desteği olmayınca seçilemeyen Mustafa Akıncı da ve Ankara gövdeyi ortaya koyunca her şeye rağmen ipi göğüsleyen Ersin Tatar da sorumlu bu durumdan. Kim daha fazla sorumlu? Anlamı var mı bu soruya verilecek cevabın.
Mahallede komşunun oğluna bozulup “Ben oynamıyorum” der gibi KKTC’yi ziyaret eden TC Cumhurbaşkanına arkasını dönerken sol muhalefet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öteki yanağını mı dönmesini bekliyordu? Erdoğan’ın ziyaret öncesinde ve sırasında yaptığı akıl almaz açıklama ve kışkırtmaları tabii ki bu saatte yerme veya destekleme gereksiz. Ancak, hani erler ya, “kavgada yumruk sayılmaz.” Ve maalesef mahallenin kabadayısı bizleri öyle haklı haksız diye ayırmadan fena dövdü.
Bu durum elbette devam edemez. Nasıl biter, normalleşme nasıl sağlanır? Sahi, normalleşme ne? Onu bile unuttuk. Türkiye’de Kıbrıs milli dava idi. Hassasiyetler, kırmızı çizgiler, öncelikler vardı. Bunların içerisinde adada politik İslam ile uyumlu, ahenkli bir toplum oluşturmak yoktu. Her okula, köye, kasabaya Atatürk büstü yerleştirmek, dağlara bayrak çizmek, ışıklandırmak, hatta Türkün gücünü anlasın gelen Rumlar diye Metehan’a kocaman bir anıt dikmek rutin işlerdendi eskiden. Şimdi, her mahalleye, akla gelen her noktaya, hatta in cin top oynayan ovaların ortasında yol boyuna neredeyse hepsi aynı kalıptan çıkma cami yapmak günün gerçeği oldu. Okul, okul malzemesi, yurtdışı burs gibi konular, Türkiye’de ilave yurt kontenjanı gibi sorunlar vardı eskiden. Şimdi imam hatip kursları, dini fakülteler oldu derdimiz.
Konu gerçekten ne Faiz Sucuoğlu ne de Ünal Üstel. Konumuz kaybolan kimliğimiz, onurumuz. Artık milli duruş göstermek durumunda Kıbrıs Türkü, sağıyla, soluyla bir bütün olarak.
Yorum Yazın