Son zamanlarda siyasi rejimlerle ilgili yazı ve kitaplar okumaya merak sardım. Havalar da böyle kapkara olunca, kendi adıma söyleyeyim canım çıkıp gezinmek istemiyor; okumak iyi geliyor.
Geçen gün ilginç bir makaleye rastladım. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Konusu “kleptokrasi” yani hırsızlar yönetimi. Çalışma hayatında hırsızlık yapmaktan kendini alamayan bir tanıdığım olmuştu. Adını kleptoman koymuştuk. Ne zaman odamıza girse bütün eşyalarımızı saklardık. Çünkü kaşla göz arasında bir şeyleri aşırıverirdi.
Daldan dala atlıyorum, biliyorum ama şunu da yazmadan geçmek istemedim. Çocukluğumda döne döne okuduğum “Ali Baba ve Kırk Haramiler” isimli bir masal vardı. Birden o aklıma geldi. Okumadıysanız tavsiye ederim. Bugün de zevkle okunabilir. Büyüklere masallar yani!
Şimdi gelelim kleptokrasiye. Bu sözcük Yunanca kökenli iki kelimeden oluşuyor; hırsız demek olan “kleptes ve güç, iktidar anlamına gelen “kratos…”
Yani kleptokrasi apaçık anlamıyla hırsızlar yönetimi demek. Yazıdan aktarıyorum:
“Kleptokrasi rejiminde iktidarda bulunanlar kamu yetkileri ve kaynaklarını kendi mal varlıklarını geliştirmek ve zenginleştirmek için kullanırlar. Bu tip rejimlerde yönetici sınıf kamu kaynakları üstünden kendisi ve yandaşlarının zenginleşmesinin önünü açarken yaygın yolsuzluk ağları nedeniyle toplum büyük zarara uğrar.
Bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal yahut dinci bir grubun o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir. Yani kısaca ‘hırsızlar rejimi’. Demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleşmediği ülkelerde görülen bu durum o ülkelerin gelişimlerinin önündeki en önemli engellerden biridir.
Nasıl demokrasi rejiminin olmazsa olmazı çok partili siyasal hayat, temel hak ve özgürlüklerin korunması, hesap veren kamu yönetimi ilkeleriyse kleptrokrasinin var olabilmesi de ancak otoriter hükümetlerin iş başına geçmesiyle mümkündür.
Bu yönetim bütün gücün tek elde toplandığı bir diktatörlük veya bir grubun elinde toplanan oligarşiler olabileceği gibi askeri cuntalar ya da diğer otokratik yönetimler olabilir. Bir kleptokrasinin yönetim biçimi pratikte baskı rejimidir ve hükümet topluma zarar verecek biçimde büyük bir güce sahiptir.
Demokrasilerde güçler ayrılığı ilkesi güçler arasında denge ve fren mekanizması kurarak üstün kamu gücü karşısında güçsüz olan bireylerin temel hak ve özgürlüklerini etkin bir biçimde korumak amacıyla yasal garantilere alınmıştır. Oysa kleptokrasilerde şeffaflık yoktur. Kamu kaynaklarını kullananlar bu kaynakların nasıl kullanıldığının hesabını vermezler. Hesap sormaya kalkışanın da başına olmadık işler açılır...”
Bir de dünyada kleptokrasilerden örnekler vermek istiyorum. Bu tip rejimlere yakın zamana kadar Afrika kıtasında çokça rastlamak mümkündü ama dünyada da bir hayli örneği var.
Eski Kongo bugünkü adıyla Zaire’in otokratı Mobutu Sese Seko…
Haiti’de “Baby Doc” unvanlı Duvalier…
Nikaragua’da Anastasio Somoza…
Filipinler’de Ferdinand Marcos…
Nijerya’da Sani Abacha...
Daha bir yığın örneği sıralamak mümkün ama gerek de yok…
Günümüzde bu otokratların (rejimin tek adamı) oluşturdukları yönetimlere pek az örnek geriye kalmış durumda. Tarihe baktığımızda halklarının iliklerini sülük gibi emen bu kleptokrasi rejimlerinin tepesindeki otokratların hemen tamamı ya dışardan ya da ülke içinden darbelerle devrilmişler, dünya aleme rezil olmakla kalmamış, bir de yaptıklarının bedelini canlarıyla ödemişler.
Eee, atalarımız ne demiş?
Eden bulur! Mutlaka!..
Yorum Yazın