Korkularımızdan başka korku yok diye seçim kampanyası yürütmüştü John F. Kennedy. 1961 yılında ABD başkanı oldu, 1963 yılında faili hala meçhul bir suikastın kurbanı oldu.
50 küsur yılı aşkın dostum (küsurat bende saklı kalsın ki yaşımız ortaya çıkmasın!) Bülent Karadeniz’in teşvikleriyle Romanya’yı ziyaret etmiştik. Romanya AB’ye yeni tam üye olmuş, Çavuşesku’nun saray yaptırma hevesi nedeniyle borç batağından henüz kurtulamamıştı. Yanlış hatırlamıyorsam 17 katlı bir saray, mermerleri dünyanın dört bir köşesinden itinayla seçilmiş. Çavuşesku hiç korkmadı, Sovyet sistemi çökünce eşi ile birlikte kurşuna dizilerek öldürüldü.
Ziyaretimiz sırasında emekli bir Romanya Büyükelçisinin yaptığı açıklamalar son derecede çarpıcıydı. “AB üyeliğiniz hayırlı olsun, beklentileriniz ne?” sorumuza verdiği cevap çarpıcıydı. “Bizim en büyük beklentimiz AB değil, NATO üyeliği” diye sözlerine başladıktan sonra “her ülkenin geçmişten geleceğe korkuları var” diyerek devam etmişti. Bu bağlamda Romanya’nın en büyük korkusunun bir kez daha Rusya’nın tahakkümü altına girmek olduğunun altını çizmişti.
O günden bu yana korkuların ne kadar belirleyici olduğunu, korkmanın hem devlet hem de bireysel düzeyde davranışlarımızı nasıl yönlendirdiğini düşünür dururum. Diğer ifadesi ile korkularımız bizleri yönlendiren esas unsurların başında geliyor maalesef. Bu noktada hemen itiraf edeyim, bendeniz de korkağın önde gelenlerindenim.
Önce Türkiye nelerden korkar, devlet karar alma biçimini nasıl etkilerden birkaç örnek vererek başlayalım.
Dış politikamıza yön veren en büyük korku, hiç kuşkusuz Rus korkusu olmuştur. Öyle ya, Osmanlı’nın Rusya ile yaptığı savaşlardaki toprak kayıpları nesillerin hafızalarında yerini almış, Türkiye’nin NATO’ya katılışının temel gerekçesini oluşturmuştur. Yoksa Kore savaşında binlerce gencimizin şehit düşmesinin gerekçesi başka türlü izah edilebilir miydi? Hani ara sıra eğer Rusya komünist olmasaydı, o günün koşulları altında Türkiye komünizmi seçebilirdi düşüncesi aklımdan geçmiyor değil. 70’li yılların “Komünistler Moskova’ya” sloganından bugünlere nasıl evrildiğimiz de bir başka soru işaretini içinde barındırıyor.
Korkular sırf Rus tehdidi ile mi sınırlı? Esasen iç politikamızı belirleyen iki temel korkunun altını çizmekte yarar var.
En büyük korku hiç kuşkusuz bölünme korkusu. Korkmakta haksız mıyız? Napolyon savaşları ile başlayan milliyetçilik akımları ile bölüne bölüne günümüz coğrafyasına gerilemişiz. Bölünme tehdidi devam ediyor mu? Kuşkusuz ediyor. Savaş sanayimize bunca yatırım yapmanın, bu kadar büyük ordunun maliyetine bunca katlanmanın gerekçesi bu korku değil mi?
İkinci büyük korku, “şeriat yeniden gelir mi?” korkusu. Geri getirmeye hevesliler ortada. İç politikamızdaki kamplaşma bu korkunun işlenmesinin sonucu değil mi? Belki bu noktada daha derine inip bireysel ölüm ve ölümden sonrasına yönelik bireysel korkuların da analizini yapmak gerekebilir ama bir büyüğümüzün de ifade ettiği gibi bu işin derin felsefesini yapmaya Türkçemiz yetmiyor (muş)!..
Bırakalım devlet korkularını bir yana, gelelim bireysel korkularımıza.
Ölüm ve sonrasına ilişkin korkulara yukarıdaki satırlarda yer verdik. Peki yaşarken hangi korkularla yüzleşiyoruz?
Önce yine Türkiye siyasetini belirleyen anlamsız çekişmelerden başlayalım. Yıllarca Türkiye siyasetinin belirleyici unsurunun beze dayalı söylemler olduğunu düşündüm. Bayrak ve türban çatışması, her ikisini kapıştırırsam kefen, ağlayana mendil, korkana don, vs…
Bu söylemler yüzünden bir türlü sağ ve sol ekonomi politika anlamında bir yerlere oturamıyor ve dolayısı ile bireysel korkularımıza çözüm üretemiyor.
Yaşarken karşı karşıya geldiğimiz bireysel korkular ne mi?
Ay sonunu nasıl getireceğiz?
Akşam evde kaynayacak çorbanın kalitesi ne olacak?
Bu ay kirayı nasıl ödeyeceğiz?
İş insanıysak çalışanların maaşlarını nasıl ödeyeceğiz? Çalışansak bu ay maaş alabilecek miyiz ya da işim devam edecek mi?
Genç isek, bu ülkede bana bir gelecek var mı? Kapağı nasıl yurt dışına atabilirim?
Vs. vs…
Eli kalem tutan, kendini ulu orta ifade edenler ise… Onların korkuları bambaşka.
Dedim ya, ben korkağın önde gideniyim. Cesurların yolu açık olsun.
Korkuları nasıl da güzel özetlemişsiniz. Bence burada ayrı bir kategori daha olmalı. Türkiye’de yaşayan kadınların korkuları! İstanbul Sözleşmesi 1 gecede kaldırılınca, kabus gerçeğe dönüştü…