Küçük yaşta kendisini çok sevmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam 1971 Ekim ayının ikinci yarısıydı. Yine yanlış hatırlamıyorsam güneşli bir gündü ve normal olarak okulda kazık cinsinden bir sınav vardı. Birden haber geldi, bütün öğrenciler sıraya geçtik, şimdilerde tekrar restore edilen, o sıralarda futbol sahası olan Çırağan Sarayının önüne dizildik. Kraliçe el sallayarak ve gülümsemesini esirgemeden üstü açık bir arabanın içinde önümüzden geçti. Okul kırmanın ve kazık bir sınavdan yırtmanın zevkine varmıştım.
Kraliçe Elizabeth’i yıllar sonra nasıl tanırdınız diye soranlara en güzel cevabı sevgili dostum Selim Kuneralp serbestiyet.com’da kaleme aldığı yazısında ayrıntılı biçimde yer vermiş. Son derecede bilgilendirici bu yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Kuneralp’den benim yapacağım alıntı şu şekilde: “Birleşik Krallık anayasal sistemini 19uncu yüzyılda irdeleyen Walter Bagehot adlı yazar devlet yönetiminin biri “dignified” (ağırbaşlı, onurlu) diğeri “efficient” (verimli) olmak üzere iki veçhesinin olduğunu; birincisinin monarşi, ikincisinin ise seçilmiş parlamento tarafından temsil edildiğini, bu ayırımın muhafazasının çok önemli olduğunu söylemişti.”
Kraliçe Birleşik Krallığın yazılı olmayan anayasasının birinci veçhesini 70 yıl boyunca çok başarılı şekilde temsil ederek sonsuza yol aldı. Belki de bütün dünyanın son istikrar sembolüydü.
Bir AB uzmanı olma sıfatı ile benim için Kraliçe’nin aklımda kalan ve kalacak olan en önemli özelliği, Birleşik Krallığın o günlerdeki adıyla Avrupa Topluluklarına girmesi ve günümüz adıyla Avrupa Birliğinden çıkması süreçlerini yaşamasıdır. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’ye alternatif olarak Birleşik Krallığın önderliğinde Kurulan Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (ya da İngilizce kısaltması ile EFTA) zaman geçtikçe yeterli olmayacak, Birleşik Krallık 1961 ve 1967’de Avrupa Topluluklarına tam üyelik için iki defa başvuru yapacak, her iki başvuru da Charles de Gaulle önderliğindeki Fransa tarafından veto edilecekti. 1968 gençlik hareketlerinin ardından daha ılımlı bir lider kimliğindeki Pompidou’nun Cumhurbaşkanı olmasının ardından 1971 yılında başlayan müzakereler, 1 Ocak 1973 itibarı ile İngiltere’yi Avrupa Topluluklarının tam üyesi haline getirecekti.
Sonrasında zorlu yıllar, iki kadının ara sıra ciddi görüş ayrılıklarına düşseler de (ikinci kadın demir leydi ünvanını alacak olan Margaret Thatcher) birlikte verdikleri AET içindeki bütçe savaşları, vs.
Lafı uzatmayalım, Brexit ve sonrası.
Başlığımıza geri dönersek, Kraliçe öldü, yaşasın Kral.
Kraliçe’nin hükümranlığı süreci hiç kolay olmamıştı. Monarşinin başına geçtiği an itibarı ile, üzerinde güneş batmayan imparatorluğun güneşi batmış, savaşın getirdiği ağır ekonomik sorunlar ortaya çıkmış, siyasi çalkantılar Birleşik Krallığın muhafazasını bile sorgulatır hale gelmişti.
Eski adıyla Galler Prensi yeni kimliği ile Kral 3üncü Charles’ı bekleyen görüntü daha mı iç açıcı?
Brexit sonrası Birleşik Krallığı birleşik olarak tutmak kolay mı? Galler’deki ayrılıkçı hareketler, İskoçya’nın “İngiltere AB’den çıktı, peki bizim günahımız neydi?” sorusunu yüksek sesle ifade etmesi ve yeni bir referandum olasılığının tartışmaya açılması, Kuzey İrlanda’nın AB ile gümrük birliğinde kalmak suretiyle adeta fiili bir ayrılışa yol açması.
Bütün bunlara Rusya Ukrayna savaşı ile başlayan sorunları da eklemek gerekiyor. Putin’in İngiltere’yi en büyük düşman olarak gördüğü bir gerçek. Güvenlik krizi, enerji krizi, ekonomik sorunlar.
Bütün bu görünüm altında annesi Kraliçe kadar soğukkanlılığını koruyabilecek mi? Yoksa ilk fotoğraflarda verdiği bazı sinirli görüntüler tahtı erken terk etmesine neden olacak mı? Bekleyip göreceğiz.
Bu arada değerli dost, değerli aydın Haluk Pekşen’i de yıldızlara yolcu ettik. Vefatının arkasındaki gerçekleri öğrenince söyleyecek çok şey var ama, sözün tükendiği noktayla buluşuyoruz.
Bir sonraki yazımda Şangay İşbirliği Örgütü ve Batı ile ilişkilerimizi irdelemeye çalışacağım.
Yorum Yazın