ÇAĞDAŞ DEVLETİN PİYASA DÜZENLEMEDEKİ ROLÜNÜN ÖNEMİ GİDEREK ARTIYOR..
Küreselleşmenin temelinde dünya üzerindeki 6 milyara yakın tüketiciyi hedef alarak üretim ve dağıtım yapmak fikri yatar. Yani üretimi, tüketimi ve şirket yönetimini küresel bir olgu olarak ele almak varsayımı öne çıkar. Böylece Araştırma ve Geliştirmeye, üretim ile reklamcılık ve tanıtma, lojistik ve depolama gibi fonksiyonları çok sayıda ürün ve tüketiciye yayarak birim başına maliyetleri düşürmek ana ilkedir. Sonuçta malların maliyeti düşeceği için ister istemez satış fiyatları da düşecek, böylece bir taraftan şirket karları büyürken, bir taraftan da fiyatlar düşeceğinden bu gelişmeden herkes fayda sağlayacaktır. Böyle bir düzende baş aktörler olarak ortaya çıkanlar elbette şirketler, daha doğrusu çok uluslu ve küreselleşmiş şirketler olacaktır.
Bu tablonun nihai amacı, tüm dünyayı tek bir iç piyasa şekline dönüştürerek, mal, hizmet, emek ve para ile bilgi akışının önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu ise dış ticarette serbestlik, iç ticarette serbestlik ve serbest rekabet kurallarının uygulanmasını gerekli kılar. Sonuçta David Ricardo’nun Political Economy yapıtında öngörülen “karşılaştırmalı avantajlar kuralları” işleyeceğinden, her ülke en iyi olduğu, en verimli olduğu alanlarda üstünlük sağlayarak göreceli olarak bu alanlarda avantajlı ve karlı çıkacaktır.
Kuramsal olarak gayet akılcı gelen bu görüş, bilim ve teknolojinin ulaştığı düzeyde, dünyanın küçüldüğü, bankacılık, sigortacılık ve para piyasalarının biribirlerini daha büyük ölçekte ve oranda etkilediğini göz önüne alırsak, kanun koyucu ve uygulamacıların da en az şirketler kadar aktif ve güncel olmalarını zorunlu kılar.
Amerikada ortaya çıkan “güvenilir olmayanlara verilen” ve sonuçta batık para haline dönüşen milyarlarca dolarlık mortgage-ipotek-lerin temelindeki en önemli sorun, bu çağda ülkenin bankacılık ve ipotek sisteminin 1940’ların kuralları ile yönetilmeye çalışmaktan kaynaklanmasıdır. Yani kanun koyucu, piyasa düzenleyici ve gözetleyici rolündeki Amerikan hükümeti bu görevlerini gerektiği gibi yapmamıştır.
Denetimden ve yasal temelden uzak, herkesin istediğini yaptığı ipotek piyasasındaki aracılar, hiç bir kredisi olmayanlara kredi verilmesi için sahte belgeler düzenlemişler, hayali varlıklar yaratmışlar, hatta bazı internet siteleri sahte “çalışma ve referans” belgeleri bile hazırlayıp satar olmuştur. Borç alanlara kredilerin koşulları tam anlatılmamış, borç alanlar ise “ev fiyatlarının gelecekte artacağı” varsayımı ve umudu ile ödeyemeyecekleri borçlara imza atmışlardır. Ayrıca belirli bir süre sabit, daha sonra değişken faiz haline dönüşecek olan kredi faizlerinin birden bire yükselmesi ile bu borçlular sorumluluklarını yerine getirememişler, evleri ellerinden alınmıştır. Bu sayı özellikle zenciler arasında daha büyük bir oranda gerçekleşmiş,sonuçta yüzbinlerce ev bankaların elinde kalmış, bu ise ev fiyatlarının büyük ölçüde düşmesine neden olmuştur. Daha üç yıl önce 600 bin dolar eden evler bugün 300 bin dolardan alıcı bulamaz hale gelmiştir. Amerikan Merkez Bankası faizleri yüzde 2’ye düşürerek, kredilerin ucuzlamasını sağlayıp konut sektörünü ve ekonomiyi canlandırmayı planlamıştır.
Burada ortaya çıkan gerçek ise devletin düzenleyicilik, denetim ve kanun koyuculuk görevinin daha da zorunlu hale gelmesine neden olmuş, altyapısı ve yasal temeli ve kuralları tam belirlenmemiş “azgın bir kapitalizm” bizzat kapitalist sistemi içinden yıkacak hale gelmiş olmasıdır. Bu konuda yayımlanan “Unleashed Capitalism-İpini Koparmış Kapitalizm” diye bir de kitap bulunmaktadır. Yazar Andrew Glyn’e göre, kontrolden çıkmış kapitalizm, küreselleşme olgusunu eşitsizlikler yaratan bir değişme yaratarak milyonlarca kişiyi açlık sınırına itmiştir. Böylece küreselleşmenin “şirketleri tamamen denetim dışı bırakarak, onların kar hırsını ve azgınlığını serbestleştirmesinin” bizzat şirketlere zarar vereceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Böylece küçültülmek istenen devletin rolünü yeniden tanımlamak, daha çok müdahale yerine, daha çok oyunun kurallarını belirleyen ve bu kuralların uygulanmasını denetleyen bir devlet haline geldiği görüşü öne çıkmaktadır. Yani küreselleşme “sadece şirketlere” bırakılamayacak kadar ciddi bir olgu olarak yeniden düşünülmelidir.
Yorum Yazın