İkinci dünya savaşı sonrası devrimlerin en büyüğü, Almanya’da ilk opera binaları yapılarak işe başlanmıştır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ise, “Karmen” operasının afişini görür ve 'Bu insanların operası bile var. Bağımsızlığından daha birkaç yıl geçmiş opera sanatçıları var ''der, izler. Henüz Sofya ataşesi iken bunu planlamış ve ilk Ankara’da hayata geçirmiştir.
Müziğin evrenselliği tartışılmaz. Telefon bile müzik sesi ile dönüyor, her gün her akşam ailenize kavuştuğunuz kapının zili. Orada resim yok, heykel yok, grafik yok ama müzik var. Hepsinin içinde matematik, gizli bir hiyerarşi var. Hayatın ta kendisi ritim zaten. En basiti her gün metroda, caddede geliş ve gidiş senkronizasyonuna bakın. Akış tam değil. Dolayısı ile bizim ülkemizde ritmini bir türlü tutturamayan oluşum var. Bir kere dinlemeyi bilmiyoruz. Sadece konuşmak arzusu ve bu günden güne artıyor, nasıl olmasın ki? Herkes sadece konuşup, dinlemez ise iletişim nasıl olacak? Eninde sonunda patlak verecek. En sevindiğimiz, en sıkıntılı anlarımızda, en büyük kurtarıcı müziktir. Salgın boyunca işsiz ve mağdur kalarak notalarını duyuramayanlar, dünyanın birçok farklı ülkesinde müzisyenlerdi. Salgının ilk başlarında İtalya’da Opera sanatçılarının seslerini yenilemeleri ve prova tekrarları almak için balkonlardan kadınlı, erkekli serenatları içimizi aydınlatmıştı. Aşağı inemiyorsun ama sepetinle, oradaki kediyi beslemek gibi bir şey. İspanya keza. Küba, öyle. İtalya, diğer ülkelerden yardım beklerken akşamın ışıklarında konserleri ne güzeldi! Bizde de mağduriyet elbette çok ama değer yine yoktu. Hepsi bir yana bir buçuk yıl, enstrümanı satarak ya da artık hiçbir çıkış olmadığı için intihar etmek zorunda kalan müzisyenleri yazdım. En son HalkTv, Görkemli Hatıralar programında müzisyenlere destek sağlanmak istendi. Türkü nedeni ile yasaklandı.
Geçtiğimiz gün, İzmir, eski Baro Başkanı dostum sevgili Aydın Özcan beyefendi, işleri nedeni ile İstanbul’a geldi. Kendisine İstiklal Caddesinde ufak bir tur yaptırdım. Önemli yerlerden Orhan Kemal Müzesi ziyaretimiz sırasında o da hatıra defterine duygularını aktardı. Öneminin saklanması açısından kıymetli bir müze olmuş, dedi. O defteri yazmak için karıştırırken, bir şey fark ettim ve hemen kendisine sordum. Çünkü Yunanistan’ı, köklerini, orada eğitim almış ve yıllarda Batı Trakya Türkleri arasında köprü olan tek kişi olarak, yazılmış bir yazıyı sordum. Yanılmıyorsam, 29 Eylül 2021 tarihli bir yazı. Işık Öğütçü artık Antalya Kitap Fuarından dönüşte yine bakar. Yunancayı tercüme etti, Aydın Bey ve Yunan Başkonsolosluğu tarafından yazışmış hatıra yazısında özetle: Orhan Kemal’in dünyaca tanınmış biri olarak eserlerinin yaşaması ve yaşatılması çok önemli, diye bir duygu hatıra defterine aktarılmış.
İşte sanat, işte değer!
Burada siyasi bir şey yok ama halkın yüreğinden gümbür gümbür edebiyatı ile koskoca Orhan Kemal var. Yani şimdilerde komşu şöyle böyle demeyin, siz Orhan Kemal’i ziyaret ediyor musunuz? Anlıyor musunuz, anlatabiliyor musunuz, peki?
Yıllarca dostluk konserleri yaptı ve geçtiğimiz gün yine Zülfü Livaneli, dünyaca ünlü Teodorakis ‘i andı. Yıllarca Yunanistan’ın eski Başbakanı Yorgo Papandereu ile yine eski Dış İşleri Bakanımız İsmail Cem, bu güzel dostluğu yeniden örmedi mi?
2016 yılında ilk kez başlatılarak, Eski Dışişleri Bakanı, İsmail Cem'in ailesi ve Yorgo Papandreu tarafından hayata geçirilen ve ilki gerçekleştirilen "Cem-Papandreu Uluslararası Barış Ödülü" Türk Yunan Forumu ile iş adamları Şarık Tara ve Theodore Papaleksopulos'a verildi.
Orada Papandereu şöyle bir açıklama yapmıştı:
"Şanslıydım ki Türkiye'deki meslektaşım İsmail Cem'di. İsmail, karizmatik ve cesur bir politikacıydı. İlişkimiz güven üzerine kurulmuştu. İsmail ve ben yeni bir yerel söylem iş birliği içinde çalıştık. Bunun için sembolik hareketimiz Türkiye'ye en yakın ada olan Samos'ta beraber zeytin ağacı diktiğimiz zamandı. Ölümünden birkaç yıl sonra bir zeytin dalını mezarına koydum. Yıllar sonra iki ülke ve vatandaşları arasında İsmail Cem'in ailesi ve İpek ile beraber onun anılarının ve bizim ortak rüyamız adına böyle bir şeye karar verdik”
Düşünün bunlardan sonrada George Dalaras & Zülfü Livaneli konserleri gerçekleşti. Papandereu’nun çok güzel bir ifadesi var sözlerinde tıpkı yüzü gibi aydınlık olan “İlişkimiz güven üzerine kurulmuştu”Bu son derece önemli.
O güveni yüreğinden gelen aslında, bir halkın olsa da tüm dünya halklarının da ızdırabı olan, öteki ve eziyet çeke duranın bir göstergesi değil miydi ki, Orhan Kemal’in yaşıyor ve yaşatılıyor olması.
Nazım Hikmet ile sadece hapishanede değil dostluklarının daimi kalması. Aynı yerden bakmak, müze eve giderseniz, hatta gitmeyin yolunuzu sık sık düşürün. Düşürün de orada ki siyah-beyaz fotoğrafları iyice bir inceleyin.
Orhan Kemal / Sait F. Abasıyanık / Fikret Oytam
Sait Faik Abasıyanık, Halk ile Burgazada’nın balıkçıları ile hemhal, yanında Fikret Otyam. Bir başka karede Ahmet Arif ama yanlarında birleştirici, hep Orhan Kemal, tıpkı 1969 yılında eşi ile Moskova ziyaretinde olduğu gibi orada da yanlarında, Nazım’ın emaneti Vera var.
Doğru olan kalıcı ve yaşayandır.
Müzik diyorduk, edebiyatın temeli şiir. Şiir olmasa müzikte olmazdı. Biz Orhan Kemal Müze evinden çıktık ve İzmir’e doğru yolcu etmek üzere Harbiye’den otobüse bindirdim, Aydın beyi. Durağa gitmeden önce birlikte kocaman bir alan olarak duran Taksim Meydanında, iki tane biri Güney Amerikalı diğeri sanırım Kuzey ülkesinden iki müzisyen, eser çalmaktaydı. Dönüşümde ise tam keman ile o kuzeyli izlenimi veren ve yaptığı işin piri olduğunu net ortaya koyan hanımefendi,kendini kaptırmış, “Besame Muco” çalarken, polisler durdurdu. Biz, izleyen olarak alkışladık, neden dedik? Kadıncağıza cep telefonundan görevliler gösteriyor, kendisi İngilizce lütfen anlatın, gözlüğüm de yok göremiyorum, diyor. Sonra sadece Galatasaray Lisesi önünde bunu icra edebileceğini, geç olduğunu, salgın olduğunu, bir video ile gösteriyor görevliler. Sokak müzisyeni hanımefendi ki yaşı sanırım elliyi çoktan aşmıştı. Israrla maskesini de göstererek, “orasının çok kalabalık olduğunu, havanın kararması müziğe engel olmamalı, bakın izleyen de memnun, yüzyıllardır müzik var!” dese de sonunda kemanını toplamak zorunda kalarak, üzgünce ayrılıyor. Sonra görevli kişiler kendilerinin de müzikten rahatsız olmadıklarını ancak Valilik tarafından böyle bir kural olduğunu ifade ediyorlar.
Doğup, büyüdüğüm güzel şehir İstanbul’um da, Valime sesleniyorum.
Güvenlik açısından meydanda müzik yapmanın bir sakıncası olabilir, ama İstiklal Caddesinde de dip dibe Lazca, Kürtçe, Meksika, Hint, İran, Arap, müzik örnekleri var üstelikte, neşeli bir müzik varsa etrafı saran maskesiz yüzlerce insan. Semazen bile olduğu günler oldu. Eğer salgın için ise aralıklı yapılması belki yine Harbiye yönü büyük alanda sağlanabilir mi? O sizin insiyatifinizde. Ancak istirham ediyorum. Lütfen, Taksim yönünden Topkapı, Aksaray, Bakırköy yönüne giden dolmuş duraklarını lütfen, ivedilikle denetleyin. Bir değil, iki değil üç değil. Sürekli kullandığım için ne zaman binsem araçların yüzde 95’i göçmen ve bu insanlar maalesef maskesiz biniyor. Maske takma diye bir kurala saygıları olmadığı gibi oturma düzeninde saygısız. Ayrıca şoförler kendi aralarında çözüm geliştirmiş yolcuya maske dağıtıyor. Herhalde minibüsçülerin üstelikte bu kadar yoğun İstanbul trafiğinde, yolcunun maskesi var mı yok mu denetleyecek durumu yok. Bu göçmen yolcular, maskeleri otururken de çıkarıyor. Gerekiyorsa kamera konulsun.
Dün akşamda, konserleri varmış beş kız bir erkek bindiler hiçbirinde maske yok. Olmadığı gibi ellerinde bira, uyarıyı anlamıyorlar. Delikanlı, üstüme düşmesin diye diken üstünde oturdum. Mecbur muyuz? Bu tür tacizleri, mağduriyetleri yaşamaya?
Boş şişelerin bazılarının sesini Aksaray’a vardığımızda, şoför dedi ki: Bu ses ne?
Biz de arkadaki yolcular anlattık, bilhassa benden özür diledi çünkü en mağdur olan bendim. Kâhya biliyor bakıp almaması lazım, dedi. Eğer kendi içlerinde bir iç hiyerarşi varsa bunun kontrolü, eğitimi olmalı. Bunlar sağlanmalı.
Müzik, salgın için engelleniyor ama her an bizler bu saygısız insanlar yüzünden sıkıntı yaşıyoruz. Almış başını gitmiş. Nereye kadar?
Bizim ülke olarak bira şişelerinin minibüslere bıraktığı sese değil birlik beraberlik içinde huzurlu, net müziğe ihtiyacımız var.
Yorum Yazın