Bazı mevzular var; onları farklı günlerde farklı kişiler farklı ekranlarda ya da farklı sayfalarda o kadar sık tekrar analiz(!) ediyorlar ki aynı şeyler hakkında yazmaya kalksam kendimi tuzağa düşürülmüş gibi hissediyorum açıkçası.
Ama elbette bunların bir kısmı gönüllü olarak tuzağa düşmeye değer. O bakımdan bazen aynı konulara farklı açılardan ve farklı zamanlarda girmeyi tercih ediyorum…
Bugün de yeryüzünde tek bir devletin yalanladığı ve tek bir insanın bu yalanlamaya şüphesiz şekilde inandığı bir konuya girmek istiyorum. Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri meselesine…
Evet dünyada sadece Uygur Türklerine zulüm uygulayan Çin Halk Cumhuriyeti’nin yalanladığı bu zulüm konusunda Çin’e inanan tek insan da sanırım Doğu Perinçek. Üzücü olan Perinçek’in mihmandarlığında onunla aynı ya da benzer tonlamalarda konuşanlar da iktidara yakın bazı isimler.
İktidarın elbette daha akıllı olanı(!) kendisi konuşurken Perinçek ağzı ile konuşmasa da icraat olarak o mihmandarlığa uygun davranıyor.
Hatta aykırı davranıp Doğu Türkistan konusunda Çin’i uyaranları, “aramızı bozmakla ve aşıların gelmemesinin sebebi olmakla” suçluyorlar.
Meseleye buradan bakanların Perinçek icadı bahaneleri ise ABD-Çin arasındaki kavga. ABD’nin bu kavga nedeni ile Uygur Türklerini kullandığını, aslında Uygur Türklerinin hiçbir sıkıntılarının olmadığını, hadisenin tamamen ABD uydurması olduğunu iddia ediyorlar.
Elbette bunun inandırıcı bir tarafı yok. Ama ABD’nin Çin’in bu zulmünü dünya kamuoyuna taşıyarak kullanması mümkün. Türkiye’nin ise “Madem bu durumu ABD kullanıyor o zaman biz hiç olmamış gibi davranalım” demesi ise ne mümkün ne de kabul edilebilir.
Ama ne yazık ki şu ana kadar olan biten, ortaya çıkan manzara bu… Çin’le aramızı bozmayı göze alamayacağımızı savunanlar da var. Doğal olarak bunu ulu orta dillendirmiyorlar (Aşı meselesi hariç!) pek. İnsanın inanası gelmiyor ama durum da bundan ibaret…
Peki biz bunları yaşarken Çin Dışişleri Bakanı’yla “çak” yaparken, pandemi bahanesiyle Uygur Türkleri eylem yapmasın diye ev hapsinde tutulurken dünyada neler oluyor?
Birçoğundan haberdarsınız zaten. Altında Türkiye’nin imzası olmayan bir sürü kınama metinleri yayınlandı mesela. Birçok ülke parlamentosu Çin aleyhine kararlar aldı. Sonuçta zulmü tescil ettiler…
En son olarak cuma günü İngiltere’nin Başkenti Londra'da, Çin’i bu zulümleri için yargılamak üzere bağımsız Uygur Mahkemesi kuruldu.
Mahkemenin hemen başında Mahkeme Başkanı Geoffrey Nice, iki danışman avukat ve esir kampında bizzat yaşadığı ve tanık olduğu zulmü anlatacak Uygurlu bir şahidin Çin Devleti’nin baskısı nedeniyle mahkemeden çekildiklerini açıkladı. Masum Çin Devleti (!) her nedense İngiltere’deki mahkemeye müdahale etme gereği duydu.
Öncesinde 8 bin saatlik bir çalışma ve analiz yapılarak hazırlanılan mahkemede, ilk gün birçok kamp şahidi dinlendi. Tüyler ürperten ifadelerle esir kamplarında yaşanan zulümleri anlattılar.
Kamp şahitlerinin ifadelerini burada yeniden yazmak bile inanın çok zor ama Perinçekgiller’den merak eden olursa internette bulabilirler. Yazmayalım, dedim ama “Kampların iki kuralı” diye ifadelerde yer alan maddeleri kayda geçirmek faydalı olabilir:
1- Hiç kimsenin kaçmasına izin verilmez
2- Hiçbir cesedin görülmesine müsaade edilmez…
Yani dünya, “Çin, Müslüman Türklere zulmediyor” diyor. Çin vatandaşı Müslüman Türkler de “Bize zulmediliyor” diyor. Bir tek Perinçek, “Yalan yok öyle bir şey” diyor. Biz de Perinçek'e, “Peki!..” diyoruz. Yok demiyorsak bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ama bizim yerimize İngiltere bir şeyler yapıyor.
Muhtemelen bu mahkemenin sonucunda Çin Devleti Müslüman Türklere zulmetmek suçundan mahkûm edilecek. Ardından kararın uluslararası bir geçerliliği olması için de adımlar atılacak.
Bakalım o zaman Perinçek’in sözünü dinlemediğini iddia eden, Çin’deki Müslüman Türklerin acısıyla da Türk olmayan Müslümanların acısıyla dertlendiği gibi dertlendiğini iddia eden yöneticilerimiz mahkeme kararı ile ilgili nasıl bir tavır sergileyecekler.
muhteşem bir analiz-yorum yazısı