Hafta sonu, hava sıcak ama yanında kola kola gezdirdiği ılık rüzgâr, yağmurun ayak seslerini de beraberinde getiriyor. Sanki tılsımlı bir melodi gibi caddelerden geçiyor. Geçerken ona biri vokal yapıyor, eski mahalleler arasında dolaşıyoruz. Karşımıza bir eski kıraathane ve arka fonda “Ali Desidero” çalıyor.
Hem hala yaşamakta olan, direnen mahalleler ve o mahallelerin insanları, kendi güncel olağan akışlarında, hiçbir taşkınlıkları olmadan, müziğe kaptırmış ve tavla oynamaktalar. Biraz önce adımlara eşlik eden o güzel, genç kızlığımın melodilerini; canından can ile söylercesine bizlere tüm samimiyetini geçiren, sürekli gülümseyen ama bir yandan tedavileri devam ederken, beklenen aslında mecburen aramızdan fiziken ayrılacak olan Sanatçı Özkan Uğur’un habercisi olacağını kim bilebilirdi ki, doğadan başka? Doğa, her zaman yanıtını verir, eğer duymasını biliyorsan.
Hangimiz dinlemedik; Güllerin içinden, Ali Desidero, Diday diday day ile Eurovison, Sude, Ele güne karşı, Mazeretim var asabiyim ben, Sakın gelme, Sarı Laleler, Mecburen, Yalnızlık ömür boyu, Ne bileyim ben, Tam ortasındayım, Peki peki anladık, Buselik Makamına, Sen ve Ben.
MFÖ, muhteşem üçlünün seksenlerin ortası, sonu ve sonrası okula, işe giderken bile “Erken kalkmak mecburen, işe gitmek mecburen, ev dönmek mecburen, mecburiyetten. Oh sesleri, of olunca, her kafadan ses çıkınca. Şaşırınca, bunalınca. Mecburiyetten.”
Yıllar önce yani eski AKM salonunda bir oyun sonrası kuliste ilk görüp, merhabalaşmıştım. Henüz ne Eurovision var, ne bu kadar olay. Hatta MFÖ’nün kadrosundan Ayhan Sicimoğlu’nu bile bilmiyorum ki elbette ergenlik zamanlarım. Ne tiyatro, ne sinema kaçırmıyorum. Taksim aşağı, Taksim yukarı. Kenter Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Orta Oyuncular, Muhsin Ertuğrul, Deve Kuşu Kabare. O yılları görmeyenlere, anlatmakla olmaz. Eski AKM’nin önünde bilet kuyruğu beklemediyseniz, Emek Sineması önünde festival filmleri için kuyrukta heyecan yaşamadıysanız, anlamınız zor bizleri. Dolayısı ile bahsettiklerimin hepsi bir kuşak ve inanın ki çok şey yansıtıyorlar.
Bas gitar ve vokal denince; sürekli pozitif, devamı gülümseyen, neşeli ve en önemlisi de hep olduğu gibi olan. Eski AKM’nin üst katında, kuliste tebrik sırasında ne ise, hep aynı Özkan Uğur. Aynı Özkan Uğur, sahnede de aynı adam, müzisyen, söz yazarı, sanatçı. Neşeli, cıvıl cıvıl. Yaşıyor ve yaşatıyor.
Kısacık zamanın olduğunu, bilircesine. Öyle ya, altmış dokuz, yaş nedir ki? İçinde hastalıkla kaybedilmiş sürecide katarsak. Hastalıklarda, durup dururken çıkmıyor. Bakmayın siz; neşeli, gülen ve güldüren insanlara. Onlar en derinden acı ve mutlulukları yaşarlar. Duyarlılıkları açıktır. Hissediş yüksektir, haliyle yaratıcıdırlar.
Ne yaptı ise kendi varlığının özünü tamamı ile koyarak var olan biriydi, Özkan Uğur. Salı günü AKM’nin, yeni halinde, İlhan İrem’den sonra, en son İlham Gencer’den sonra şimdi, Özkan Uğur’u ilk gördüğüm ve her gördüğümde hep o gülümseyen yüzü ve gözleri ile bakan haliyle uğurlayacağım.
AKM, benim içinde özel bir yer.
ÖZKAN UĞUR, MECBUREN, gitti. Elbette fizikken.
Ancak şarkılar, albümler, filmler, söyleşiler, konserlerin kayıtları, gitar şovları ve her konuşmada neşesi, hiçbir yere gitmiyor. Bir de ne gitmiyor, biliyor musunuz? Bize, ne kattığı. O yüzden her zaman söylerim; size, sizi mutlu eden, hissettiren, beraber olduğunuzda iyi gelen, değer veren ve değerinizi bilen insanları kaybetmeyin. Üstüne üstlük, daha da kıymetini bilin, bu kısacık dünyada. Çünkü geriye dönüp baktığınızda, belki bir daha aynı yerde bulamayacaksınız.
Teşekkürler, Özkan Uğur, bize kattıkların için. İyi ki hayatlarımıza dokundun. İyi ki!
Işığın daim olsun!
“Day dahi ya hum
Nurunda nurunda nurunda nurunda,
Hiya hiya
Ha bu ya da feste sebaha
Dasdisdos
SUDE SUDE SU”
EMEL SEÇEN
Yorum Yazın