Gazeteci kandırmak çok kolay bu ülkede. DHA, beş ay önce “Uçaklarda türbülansı önleyecek yazılım geliştirdim” diyen insandan hiç şüphelenmemiş, her söylediğine inanıp haber yapmış.
Oysa bunları anlatan Çiğdem İlgün, Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olduğunu da söylemiş! Ama ilgisi yok. Daha neler söylememiş ki? Buluşu, uluslararası havacılık testlerinden geçmiş, patentini almış! Kanada’da
Waterloo Üniversitesi’nden finansal destek sağlamış! Baykar ve THY ile görüşmelere başlamış! Kanada’daki yatırımcılar 27 milyon dolar verecekmiş! İstanbul’da, dünya çapında havayolu firmalarından ve Kanada’dan temsilcilerin katılacağı büyük bir tanıtım yapacakmış! Falan da filan…
DHA muhabiri şüphelenmediği gibi editörler de aynen servise koymuş yazılan haberi, CNN Türk’ten, Akşam ve Airporthaber’e kadar onlarca medya kuruluşu kontrol gereği duymadan yayımlamış. Hatta Aydınlık “İcadıyla havacılıkta dengeleri değiştirecek” diye daha da iddialı bir başlık atmış 2 Nisan 2023 tarihli habere. Ama Aydınlık’ın haberinin altına yazan “Özgür” kod adlı bir okur, hemen uyarmış editörleri:
“Ömründe uçak kokpiti görmemiş birinin projesi! Uçakta flight management system, easa wheather radar ne işe yarar bir araştır.”
Haziran ayında da Ekşi Sözlük’te bir kişi, Çiğdem İlgün için “Marmara Üniversitesinde fizik okumayan, fizik yüksek lisansı yapmayan, doktora yapmamış, hiçbir tezi makalesi akademik kaydı olmayan biridir. Türbülans önleyici çip falan da hikaye, yalan dolan” diye yazmış. İnsanlar böyle uyarırken, gazeteciler hiç uyanmamış! Çiğdem İlgün, sosyal medyada ve TV’lerde anlatmaya devam etmiş uçuk kaçık “proje”sini. İnsanlardan milyonlar toplamış bu sayede.
Ne yazık ki, bu olayın içyüzünü gazeteciler ortaya çıkaramadı. Mağdurlar savcılığa başvurup, avukatlardan biri bilgi verince olay Sabah’ın “20 milyonluk türbülans” manşetine yansıdı. “Uçaklarda türbülansı önleyecek çip” haberlerinin aslını öyle öğrendi kamuoyu. Medya da uyandı, Çiğdem İlgün ise suçlamaları reddetse de dolandırıcılık haberleri birbirini izledi.
Açık konuşalım, eğer ortada bir dolandırıcılık varsa medya da suç ortağı. O kadının akademisyen olup olmadığını sormadan, bir havacılık uzmanıyla dahi konuşmadan haber yazıp yayımlamak kötü gazetecilik.
Böylesine vahim bir yanlıştan sonra haberi silmek yetmez, okurlardan özür dilemek gerek. Hatayı açıkça kabul etmek yerine üzerini örtmek benzer yanlışların devam etmesini sağlar.
Nitekim son yıllarda sadece birinin sözlerine dayanan yalan yanlış haberler çok yaygınlaştı. Kim ne derse, hiç şüphelenmeden, kontrol edilmeden haber yapılıp yayımlanabiliyor.
Beş yıl önce rastladığım örneklerden birini anımsatayım. Önce DHA, sonra da Hürriyet, “Üniversiteli Gamze Microsoft’un Türkiye ve dünya birincisi” haberleri yayımlamıştı. Tabii yarışma da birincilik de tamamen palavraydı. Okur
Temsilcisi olduğum dönemde Hürriyet’te yazmıştım haberin gerçek dışı olduğunu…
Ne oldu dersiniz? Bırakın bu hatadan ders çıkarıp, “şüpheci gazeteciliği” esas almayı, o “yalan haber” hâlâ duruyor Hürriyet’in internet sitesinde…
Suç uydurma becerisi
Bu ülkede ne bağımsız bir yargı var ne de bağımsız karar veren özerk kurullar. Öyle olmasa sırf görüşlerini dile getirdiği için Merdan Yanardağ hapse atılmaz, TELE 1 ekranı karartılmazdı.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, RTÜK toplanıp karar vermeden Başkanı Ebubekir Şahin, TELE 1’e ceza verileceğini ilan edebiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ittifak ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli, Merdan Yanardağ’a hakaret yağdırıp; peşinen hüküm ilan edebiliyorlar.
Eskiden devlet insanları, sırf etkilememek için yargıdaki konu ya da kişiyle ilgili konuşmazdı. Şimdi özellikle etkilemek için konuşuyorlar; yargı da onların verdiği hükmü aynen uyguluyor.
RTÜK, bir yandan “Ahlâk zabıtası” rolünü üstlenerek dijital platformlara ve şarkı kliplerine ceza yağdırıyor; bir yandan da iktidarın hoşuna gitmeyen sözler sarf edildiği için KRT TV ve TELE 1’e yeni cezalar yağdırıyor.
Bütün bunlar AKP’nin seçim sonrasında başlayan yeni dönemde muhalif medyaya öngördüğü cenderenin işaretleri. Sadece yasaklar da değil. Gazeteciler, daha da artan dava ve cezaevi tehdidiyle karşı karşıya. İnfaz hükümlerini uygulamayarak Cumhuriyet yazarı Barış Pehlivan’ı da yeniden hapse atmak son örneklerden sadece birisi. Adli suçlara cezasızlığı olağanlaştıran ama muhalif medyaya suç uydurmakta müthiş becerikli bir iktidar var işbaşında.
Düşünün, Gazeteciler Cemiyeti’nin “Medya için Demokrasi” (M4D) Projesi çerçevesinde hazırladığı rapora göre, bu yılın ilk yarısında gözaltına alınan gazeteci sayısı 56 oldu. Yılın ilk altı ayında gazetecilerin yargılandığı basın davaları sayısı 336’yı buldu.
Kemal Kurkut adlı gencin polis tarafından kurşunlanmasını fotoğrafladığı için cezalandırılmıştı MA editörü Abdurrahman Gök. 100 günü aşkın süredir başka davadan tutuklu. İddianamede Gök'ün haberleri ve SGK primleri örgüt üyeliğine kanıt gösteriliyor. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu ve MA editörü Sedat Yılmaz da 3 Mayıs’tan beri tutuklu. Onların iddianamesi bile yok henüz.
Diyarbakır’da 13 ay sonra görülen ilk duruşmada tahliye edilen 18 gazetecinin iddianamesini hazırlayan savcı ile dava heyetindeki hakim eşinin tayininin haber yapılması ve paylaşılması bile gazeteci operasyonuna gerekçe olabildi. Gözaltına alınan beş gazeteciden biri olan Fırat Can Arslan tutuklandı. Suçlama da “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek”!
Anayasa Mahkemesi üyesi İrfan Fidan’ın şikayet dilekçesinden bazı bölümler olduğu gibi kopyalanarak hazırlanan iddianamede gazeteci Furkan Karabay’a yöneltilen suçlama da aynıydı.
Medya özgürlüğünü tanımayan, ifade özgürlüğü düşmanı ve hukuksuzluğu silah edinmiş, suç uydurmakta da müthiş becerikli bir iktidar var gazeteciliğin karşısında…
Ahmet Hakan’dan Ahmet Hakan’a “fake” eleştirisi
Ahmet Hakan, Hürriyet’teki “Garipoğlu Ailesi’nin toplu fotoğrafı yayınlanmış yıllar önce” başlıklı yazısında “fake” (sahte) paylaşımlara karşı okurlarını uyarıyordu:
“Garipoğlu Ailesi’nin toplu fotoğrafı yayınlanmış yıllar önce. O fotoğrafın vahşi cinayetin işlendiği evde çekildiği öne sürülüyor. Hatta ‘Münevver’in katledildiği kanepeye oturup fotoğraf çektirdiler’ diyenler bile var. Oysa cinayetin işlendiği ev, cinayetin ardından boşaltılmış. O eve bir tür ‘lanetli ev’ muamelesi yapılmış. En sonunda da kentsel dönüşümle yıkılıp gitmiş.”
Ahmet Hakan, “...diyenler bile var” diyerek belirsiz birilerini eleştiriyordu! Ama iki gün önceki “Nilperi olayına bakışım” başlıklı yazısında kendisi bu fotoğraftan şöyle bahsetmişti:
“Sakine Garipoğlu, 2021 yılında sosyal medya hesabında bir aile fotoğrafı paylaşmış. Fotoğraftaki koltuk, Münevver’in öldürüldüğü koltukmuş. Hatta koltukta kan izleri varmış. Eğer bu iddia doğruysa, yani Sakine Garipoğlu ve ailesinde bu vahşi cinayete karşı bu şekilde küstah ve pervasız bir yabancılaşma söz konusu olduysa... İşte o zaman işin rengi değişir.”
5 Ağustos’taki “kanlı koltuktaki fotoğraf” yazısına değinmeden 7 Ağustos’ta “Münevver’in katledildiği kanepeye oturup fotoğraf çektirdiler’ denilmesini “fake” ilan etmek garip. Zira o “diyenler”den biri de kendisi. Ahmet Hakan’dan
Ahmet Hakan’a “fake” eleştirisi olmuş yazısı.
Üstelik bu “fake” onun yönettiği Hürriyet’in dünkü arka sayfasında bir kez daha yazıldı...
Taciz riskini göze almak
“Bir kadın muhabir, hakikati ortaya çıkarmak adına tacize göz yummalı mıdır?” Bir genç meslektaşımdan geldi bu soru. BBC Arapça’nın “Sudan’da dertlere deva bulma vaadiyle cinsel tacizde bulunan sahte hocalar” hakkındaki araştırması nedeniyle soruyordu bu soruyu.
Elbette bir kadın gazetecinin haber için tacize göz yumması düşünülemez. Sahada çalışan gazetecinin önce kendi güvenliğini, sağlığını gözetmesi, riske atmaması gerektiğini söyledim. Sonra da görüntüleri izledim.
BBC muhabiri, “bir hocanın cinsel taciz ya da istismarına uğradığını söyleyen 50 kadınla görüştükten” sonra gazeteci kimliğini gizleyerek o hocalardan birine gitmiş. Şeyh İbrahim’in yanında yaşadıklarını gizli kamera ile de kaydetmiş.
Hoca, önce elini kadın muhabirin kalçasına koyuyor; elini itince bu kez beline dokunuyor ve ardından genital bölgesine dokunmaya çalışıyor. Ona da izin vermeyince yanından kalkıyor; muhabir de orayı terk ediyor.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre, gazeteciler bilgiye erişmeye çalışırken kimliğini gizlemez ve gizli kamera gibi teknolojik yöntemler kullanmaz. Ama yayımlanmasında geniş kamu yararı olan ve başka türlü elde edilemeyecek istisnai durumlarda kimlik gizlenebilir, gizli kamera da kullanılabilir.
Sudan’daki olay da istisnai bir durum. Taciz vakalarının yaygın olduğu ve o hocanın tacizini başka türlü kanıtlamanın mümkün olmadığı anlaşılıyor. Nitekim daha sonra gittiğinde hoca tacizi inkâr ediyor. O nedenle kadın gazetecinin kimliğini saklaması ve gizli kamera kullanması istisnai olarak yerinde bir davranış.
Taciz riskini göze alarak oraya gidiyor ama kendisini koruma ve savunma olanağı da var. Hoca bedenine elini uzattığında itiyor, dokunmasını engelliyor; o da bunun üzerine vazgeçiyor. Yazının başındaki soruya dönersek, elbette bir kadın gazeteci haber için tacize göz yummamalı. Ama burada kadın muhabir tacize göz yummuyor; tacizci hocayı teşhir etmeyi de başarıyor.
Tek cümleyle:
• Sözcü’nin, “Atatürk’e sansürün faturası ağır oldu” başlığı, haberde de aktarıldığı gibi Disney Plus’ın 11 milyon abone kaybının küresel düzeyde olması ve Türkiye’deki abone kaybı sayısının henüz belli olmaması nedeniyle yanıltıcıydı, haberle de çelişiyordu.
• Türkiye’deki sorunları yansıtıyor gibi sunulan “Ergenlerin itildiği çukur: Cinsiyet hoşnutsuzluğu” başlıklı söyleşide görüşüne başvurulan Prof.Dr. Defne Tamar Gürol, “Türkiye’deki istatistiklere hakim değilim” diyordu.
• Sabah ve Akşam, DW’nin Almanya’daki termik santrallerin yeniden faaliyete geçmesi haberiyle Akbelen haberini kıyaslayarak, “Alman basınından yine ikiyüzlülük” haberi yaptılar ama Almanya’da ağaç kesimi söz konusu değildi.
• Cumhuriyet’in sitesinde “Avusturyalı eski bakan” hakkındaki haberin başlığında yanlışlıkla “Avustralyalı eski bakan” yazıldı; Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü’ne Kıvılcım Kılıç’ın getirilmesiyle ilgili haberin de spotunda yanlışlıkla “Mustafa Gümüş” ismi yazıldı.
• Korkusuz, “Araplardan her gün bir olay” başlığında ve “Haddini bilmeyen Araplar, herkesi bezdirdi” diye başlayan haberde nefret söylemi içeren bir dil kullandı.
• Karar yazarı Akif Beki, “Dolu lahmacun üst akla karşı” yazısında İstanbul Şişli’deki bir restorana ve lahmacununa övgüler yağdırdı.
• Türkiye gazetesi, Konya B. Belediyesi’nin tanıtım metinlerini haber görünümü altında ve ücretli olduğuna dair bir uyarı olmaksızın tam sayfa yayımladı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Yorum Yazın