Geçtiğimiz günlerde garip bir haber gündeme düştü. Demokrat Parti (DP) iktidarının asılarak idam edilen Başbakanı Adnan Menderes’in, kendisini tutuklayan 27 Mayıs darbecilerine hitaben yazdığı iddia edilen bir mektup sahte çıkmıştı. Üstelik bu mektubu, hangi akla hikmetse, danışmanları Cumhurbaşkanı Erdoğan’a vermişler, o da Aydın’da Adnan Menderes Müzesi’nin açılış töreninde okumuştu. İş bununla kalmayacak ve mektup internet üstünden yapılan bir müzayedede satışa çıkarılacaktı. Ancak son anda mektubun Adnan Menderes tarafından yazılmadığı, sahte olduğu anlaşılmıştı.
Daha sonra mektubun, belki de o dönem DP tabanını harekete geçirmek amacıyla eski DP milletvekillerinden Sadık Batum tarafından yazıldığı ortaya çıkacaktı. Bunları yazarken aklıma geldi. Yıllar önce, üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy’dan dinlemiştim. İstanbul, Kızıltoprak’taki Parlamenterler Evi’nde eski DP’lilerin toplantısında Sadık Batum bu mektubu Nilüfer Gürsoy’a göstermiş ve Yassıada duruşmaları devam ederken bu mektubu Adnan Bey’in olduğu iddiasıyla kendisinin yazdığını itiraf etmiş.
Konu dallanıp budaklanınca eski DP milletvekili ve Menderes Hükümeti’nin kurdurduğu Tahkikat Komisyonu üyesi Bahadır Dülger’in oğlu Mehmet Dülger’le konuştum. AKP’nin ilk döneminde Antalya milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanlığı yapan Dülger şu önemli noktaya parmak bastı:
“Devlet hiyerarşisinde Başbakan seviyesinde verilen bu ağır ceza kararının aynısı 1826’da Sultan II. Mahmut’un Sadrazam Benli Ali Paşa hakkında verdiği idam hükmüdür. Başka bir deyişle, Sadrazam Benli Ali Paşa’dan Başbakan Adnan Menderes’in idam hükmüne kadar geçen 135 yıl zarfında ne Osmanlı Devleti’nde ne de Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet hiyerarşisinin bu yüksek seviyesinde ölüm cezası ne verilmiş ne de uygulanmıştır. Bu gerçek pek bilinmez. Bilinse de dile getirilmez. “
Mehmet Dülger bu konuşmamızın ardından da bana konuyla ilgili şu tepki yazısını gönderdi:
“ Merhum Adnan Menderes, 17 Eylül 1961 günü, Yassıada’daki Yüksek Adalet Divanı’nın verdiği ölüm cezası hükmüne uyularak, saat 13.00’de idam edildi. Süreç, mahkeme hükümlerinin ilan edildiği 15.Eylül 1961 günü, ölüm cezaları infaz edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları ertesinde, Milli Birlik Komitesi’nin infazların tamamlanmasının toplumda ne etki bırakacağını ölçmek için bir gün beklemeye karar vermesi ile başladı. Hükümlerin ilanında duruşmada hazır bulunmayan merhum Adnan Menderes’in intihara teşebbüs ettiği iddia edilmişti.
Olup bitenlerin dehşetinden sinmiş bulunan halkımızın tepkisizliği ve çaresizliği ortaya çıkınca, eylemlerinin devamında beis görmeyen 27 Mayıs darbesi sorumluları ve Milli Birlik Komitesi, 17. Eylül 1961 günü sabahı, gerçekleşmiş bulunan infazlardan habersiz bulunan merhum Adnan Menderes’i hastahaneye sevk etme bahanesi ile, önce onun haysiyetini aşağılayan bir sıhhi heyet muayenesinden sonra, bir botla Yassıada’dan İmralı Adası’na götürdüler. Başbakan ancak o zaman kaderinin nasıl biçimleneceğini anladı.
Hükmün yüzüne karşı okunması, idam cübbesinin giydirilmesi, dini telkin, son sözlerinin sorulması gibi formalitelerin tamamlanmasından sonra, darağacının altına sevk edilen merhum Adnan Menderes, sonradan ilgili infaz sorumlularına tevdi edilen ve ailesine hitaben bir mektup yazıp imzaladı ve sehpaya çıktı.
Her anı dram, hicran, zulüm, adaletsizlik, usulsüzlük, yalan ve intikam duyguları ile dolu olan bu olay, aradan geçen 61 yıl sonrasında bile hâlâ tam olarak aydınlanmamış, pek çok ayrıntı meçhul ve dağınık zihinlerde sıkışıp kalmıştır.
“Adnan Menderes olayı”, Türk siyasetinin pek çok safhasında sıkça istismar edilen, kimi zaman hırs ve intikam duygularının, kimi zaman derin bir şefkat ve merhamet yanında tevekkül ve rahmet duygularının ifade edildiği, her hal-ü kârda, yakın siyasi tarihimizin en acı, en gayrı âdil ve utanç verici bir dönemi olarak kalmıştır. Hâlâ da bu niteliklerini muhafaza etmektedir.
İstismarın sonu yok… Ortada hiçbir sebep olmaksızın, sosyal medyada son günlerde, merhum Adnan Menderes’in infazından önce kaleme aldığı iddia edilen bir mektup dolaşmaktadır. Üstelik bu mektup, çevrim içi bir müzayede sitesinde satışa çıkarılacaktır.
Pek çok soru akla geliyor.
Bu mektup nerede ve kimin elinde imiş? İçeriği itibariyle böyle bir mektubun 27 Mayıs darbesi sorumluları tarafından anında yok edileceğinde şüphe yoktur. Bugüne intikali imkânsızdır. Nitekim kısa zamanda sahte olduğu meydana çıkmıştır.
Bu mektup nasıl kaleme alınmış? 17.Eylül.1961 sabahı şartları ve zaman kullanımı dikkate alınırsa, bu mektubu merhum Adnan Menderes’in kaleme alması için ne psikolojik şartlar, ne zemin, ne zaman müsaittir. Bu mektubu kimsenin görmemiş olması ihtimali ise muhaldir.
Bu mektup nasıl ortaya çıkmış? Niçin satışa çıkarılıyor? Satış fiyatı ne olacak? Bu konunun gündeme getirilmesinde ne yarar vardır? Kimin işine yarayacak? Şüpheleri gittikçe koyulaştıracak daha pek çok soru sormak mümkün.
O acı günlerin, çekilen ıstırapların, akıtılan gözyaşlarının canlı bir şahidi olarak, Türk siyasetinin, tarihinde yaşanan dramların ucuz istismarından vazgeçmesi, bu çeşit girişimlere itibar göstermemesi ve gerçek anlamda milletimize hizmet edecek ehil, namuslu, vatansever ve saygınlık ilham eden memleket evlatlarının önünü açması ve onlara çalışma imkânı tanıması en içten dileğim olacaktır.”
Vaziyet budur, sayın okurlar. Umarım artık hiç kimse, hiç bir siyasi parti rahmetli Adnan Menderes’in idamı ve bıraktığı siyasi miras üstünden nemalanmaya çalışmaz. Hele de “Biz Demokrat Parti’nin devamıyız,” cümlesini kullanmaz. Demokrat Parti tek parti dönemine tepki olarak kurulmuştu, o tek parti içinden çıkan siyasetçiler tarafından oluşturulmuştu. Askeri darbe söylenti heveslileri de çok fazla iştahlarını kabartmasınlar, bundan sonra Türkiye’de askeri darbe türü girişimler olmaz. Bu da böyle biline!
Her zamanki gibi ilginç ve bilinmesi gereken bir konuyu dile getirmiş Leyla hanım . Kalemine sağlık