Erdoğan "Türk yükseköğretim sistemi ileri bir seviyeye ulaştı. Üniversite sayımızı 77'den 207'ye çıkardık. Almanya'dan çok çok ilerdeyiz onu söyleyeyim, Merkel'e 8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var deyince şöyle bir üff dedi" demişti.
Merkel “üff” deyince, durur muyum? Üniversite sınavına girip, Gazetecilik (*) okumaya başlamıştım.
Artık 8 milyon 400 bin üniversite gençliğinin içinde ben de vardım. Genç olduğumu iddia etmiyorum elbette. Ama “8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz ve biraz da genç olmayan üniversitelimiz var.” denmediğine göre, üniversite gençliği içinde sayılıyor olmalıyım.
***
Bu yaştan sonra üniversite okuyor olmamın sebebi cumhurbaşkanlığına adaylık koşullarını tamamlamak değil. Koşullarım tamam. 4 yıllık üniversite diplomam çekmecede duruyor.
Hani olur ya … bazı evliler, nikah tazeler. 40 yıl sonra yeniden üniversiteye başlamamı, nikah tazeleme olarak değerlendirebilirsiniz.
***
Önceki hafta dönem sonu sınavlarımız vardı.
İkinci sınıf bahar dönemi, dördüncü yarı yıl demektir. Dört ara sınav, dört final olmak üzere, sekizinci sınav dönemimiz. Haliyle neyle karşılaşacağım konusunda fikrim var.
Karar vermiştim, ilkokul ayarında sorulardan birine, bildiğim halde cevap vermeyecektim. Üç oturum süren sınavlarının ilk oturumunda, “Kitle iletişimi ve Tüketim” dersinin sınavında fırsatı yakaladım.
Soru: “Tüketiciler satın alma amaçlarına göre kaç gruba ayrılır?”
Seçenekler: a) 6, b) 4, c) 2, d)3, e)8
Bizden beklenen; “c) 2” seçeneğiydi.
“Türkiye coğrafi olarak kaç bölgeye ayrılır?” tadında bir ilkokul veya ortaokul sorusuna ne kadar benziyor, değil mi? Oysa Türkiye’nin coğrafi bölgeleri; cevabı, sayı olarak sabit bir sorudur. Tüketicilerin kaç gruba ayrıldığı ise tartışılabilir. Diğer seçeneklerin doğru olmadığı iddia edilemez. Sorunun içinde veya seçeneklerde bizi “2” cevabına yönlendirecek detaylar olmalıydı.
“a”, “b”, “d” ve “e” şıklarını işaretleyerek hem cevabımın iptal edilmesini sağladım hem de “c” şıkkını boş bırakarak doğru cevabı bildiğimi göstermiş oldum.
Cevap kağıdım öğrenci hesabımdan paylaşılacağı için, bu minik eylemimi belgeleyebilecektim.
Kaybettiğim 5 puan nedeniyle, “AA” olabilecek notum, “BA”ya düştü. Bedel ödemeden bir şey olmuyor. Bu da minik eylemim için, benim ödediğim bedel.
***
Meğerse turpun büyüğü heybedeymiş. “Medya Etiği” dersinin sınavını görmemişim daha.
Öğleden sonraki ikinci oturumda “Medya Etiği” sınav sorularına bakarken, sabahki minik eylemimden dolayı utandım. Sabahki sınavda bir soruyu cevaplamayı reddettiysem, bu kez soru kitapçığını camdan dışarı fırlatmalıydım. Lakin kitapçıkta iki dersin daha soruları vardı. Sayfa kopartmak yasak olduğu için, sadece “Medya Etiği”ni yırtıp atamadım.
Mesela, “Basın şeref divanı hangi tarihte kurulmuştur?” sorusunun cevap seçenekleri:
a) 24.07.1961, b) 22.05.1961, c) 24.07.1960 d) 24.06.1960, e) 09.01.1961
1960 ihtilalinden hemen sonra kurulduğunu bilmek, hiçbir işime yaramıyor. Gerçi gününü ayını biliyor olmam “Medya Etiği” vizyonuma ne katar, onu da bilmiyorum. Kuruluş yıldönümlerinde doğum günü partisi düzenlemek veya en azından bir kutlama mesajı yollamak için işe yarar derseniz, o da mümkün değil. Basın şeref divanı çoktan kapanmış.
Neden kurulduğunu, kurulurken ne amaçlandığını, ömrünün neden kısa sürdüğünü, neden işlevsiz kaldığını, yedi yıl sonra ne gerekçeyle kapandığını biliyor olmamın da önemi yok. Çünkü o bilgileri kimse yoklamıyor.
Diğer sorular da farklı değil. Buyurun:
“Basın konseyinin kuruluş tarihi aşağıdakilerden hangisidir?”
a) 6 Şubat 1988, b) 11 Haziran 1986, c) 5 Ağustos 1987, d) 23 Ekim 1989, e) 7 Eylül 1988
Veya: “İnsan ve Yurttaş Hakları bildirisi hangi tarihte deklere edilmiştir?”
Veya: “Basın birliğini yasal olarak ortadan kaldıran kanun aşağıdakilerden hangisidir”
Seçenekler hep gün/ay/yıl biçimde birbirine yakın tarihler. Bu “Basın Birliği”nin ölüm yıldönümünde mevlit okutmak veya lokma dağıtmak isteyenler için, gerekli bir bilgi olabilir. Bana hiç lazım olmayacak.
Toplam 20 sorudan oluşan diğer soruların da nitelik olarak bunlardan farklı olduğu söyleyemem.
“Medya Etiği” için “Turpun büyüğü heybede!” demiştim ama, heybedeki turptan daha büyüğü varmış.
***
“Medya Etiği” sınavını “Hiç etik bir sınav değildi.” diye yorumlarken henüz “Uluslararası Haber Ajansları ve Ajans Haberciliği” sınavına girmemiştim. Sınav, ertesi gündü.
Elbette “Uluslararası Haber Ajansları ve Ajans Haberciliği” Gazetecilik öğrencisinin dağarcığında bulunması gereken önemli bir konu.
Ders, bir yandan uluslararası bir haber ajansı olarak Agence France Presse (AFP), diğer yandan Anadolu Ajansı’na (AA) mercek tutarak haber ajansları ve ajans haberciliğini inceliyor. İtiraz etmek için hiçbir sebep yok.
Mesela sorulardan biri “MTI hangi ülkenin ajansıdır?”
Seçenekler: a) Moritanya, b) Mısır, c) Polonya, d) Macaristan, d) Maldivler
Uluslararası Haber Ajansları dersi için, uygun bir soru.
Ama diğer bir soru:”WAM Hangi ülkenin ajansıdır?”
Başka bir soru: “RADIOCOR hangi ülkenin ajansıdır?”
Veya “MAP, hangi ülkenin ajansıdır?” veya … veya… veya…
Sınavın 20 sorusundan yedisi, 130 sayfalık ders notunun bir paragrafından, “Bilmem hangi ülkenin haber ajansı hangisidir?”. Diğer yedisi önceki sayfadan.
Haber ajansı nedir? Tarihçesi nedir? İşlevi nedir? Yapısı nedir? Siyasi etkisi nedir? Ekonomik etkisi nedir? Finans kaynakları nedir? Maruz kaldıkları baskılar nedir? Haber politikaları nedir? Yoğunlaştıkları konular nedir? Çalıştıkları bölgeler nedir? Haber kriterleri nedir? Kullandıkları teknolojiler nedir?.. Bütün bu soruların cevabı, dersin içeriğinde var. Belli ki önemli değil. Önemli olsaydı, sınavda sorarlardı.
Ama “KUNA, hangi ülkenin ajansıdır?” önemli.
Ama: “UPI, Hangi ülkenin ajanıdır?” önemli.
Ama “Malezya’nın en önemli ajansı hangisidir?” önemli.
***
Ara sınavlar da bunlardan farklı değildi. Soruları, Siyasal Bilgiler kökenli iki değerli hocama, abime, arkadaşıma göndermiştim. Birinden gelen cevap, şöyleydi:
“Bu ne Allah aşkına, hakikaten absürt. (…) Buradan mezun olacak gençlerin anlamlı bir şey yapmalarını bekleyecekler.”
Genel not ortalamamın 4 üzerinden 3+ olduğunu da belirtmek isterim ki, itirazlarım “tembel öğrenci psikolojisi” olarak değerlendirilmesin.
Bu arada; Medya etiği ve Ajans Haberciliği derslerinden bütünlemeye kaldığımı memnuniyetle belirtirim. Geçenlere itirazım yok ama ben bu sorularla geçmiş olsaydım, eşe dosta izah edemezdim.
Ya işte böyle Merkel Hanım: Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Gel bir dönem birlikte derslere, sınavlara girelim. Görelim bakalım “üff” mü dersin, yoksa “uff” mu dersin, o zaman tekrar konuşuruz.
***
(*) Hangi üniversite olduğunu isteyerek belirtmedim. Konunun öznesi belli bir üniversite değil, genel olarak eğitimin niteliğidir.
Yorum Yazın