Bu sene Dersimde 21-23 Temmuz tarihleri arasında il genelinde yapılan ve bazı ilçeleri de kapsayan Munzur Doğa ve Kültür Festivali, “yağmaya karşı doğayı, talana karşı yaşamı, yasaklara karşı sanatı savunmak” şiarı ile gerçekleştirildi. Birkaç yıldır pandemi dolaysıyla ara verilen festival yıllardır büyük bir coşkuyla yapılıyordu. Bu sene coşku gene vardı ama festivale genel olarak ekonomik krizle birlikte yasaklar damga vurdu. İktidar, toplumu karşı karşıya bıraktığı ekonomik kriz yetmezmiş gibi bir de yasakçı ve baskıcı politikalarını son sürat uygulamaya devam ediyor. Tarihsel ve ekonomik gerçeklerin konuşmasından ürküyor, insanların türkülerini söylemesinden korkuyor, yerel kültürlerin gelişmesini engelliyor, dillerinin konuşulmasını ve gelişmesini istemiyor, doğayı ise sermayeye peşkeş çekerek tahrip ediyor. Fakat bilmedikleri bir şey var; Dersim halkı, tıpkı dağlarını, vadilerini kaplayan meşe ormanları gibi inatçı ve direngendir; yasağa boyun eğmez, yok edildiği yerde yeniden yeşerir, sürüldüğü yerde alttan sürgüyle gün yüzüne çıkar, yasakları aşar gelir.
Nitekim il merkezinde yasaklanan iki grubun konserine rağmen, yerel yöneticiler halkla birlikte yasaklara karşı sanatı savunmak adına ilçelerdeki konser ve panelleri gerçekleştirdi, doğaya yapılan saldırılara karşı seslerini yükselti, yağmaya ve talana karşı dik duracağını bir kez daha gür bir sesle haykırarak ortaya koydu. Bu anlamda ülkenin bütün aydınlarının, aktivistlerinin, doğaseverlerin Dersimle dayanışma göstermesinin zamanıdır ve zamanın ruhu bu sorumluluk duygusuyla bizleri çağırıyor.
Bazı Sosyo Ekonomik Göstergeler
1938 askeri müdahalesinden önce 1935 yılında Tunceli olarak adı değiştirilen Dersim, son yıllardaki imansızlaştırma politikaları ve göç sonucunda nüfusu ilçeleriyle beraber 88 bine düşmüş ve bu haliyle nüfus bakımından Türkiye’nin en küçük ili haline gelmiştir. Bu nüfusun da %45’ı memur ve memur ailelerinden oluşuyor. Nüfusun geri kalan kısmının %12’si esnaf, %25’i işçi, %8’i de diğerlerinden oluşuyor.
1990’dan sonra köyler zorla boşaltıldığı ve nüfusun önemli kısmı göçertildiği için temel geçim kaynağı olan hayvancılık ölme noktasına gelmiş. Tarıma dayalı zirai işler ise hemen hemen yok denecek kadar az. Oysa 1980’lerde il nüfusu 150 binin üzerindeyken, Türkiye’nin nüfusu o günden sonra 42 yılda %87 artmış. Normal koşular devam etseydi, bu artış oranına göre, Tunceli’nin bugün nüfusunun 234 bin olması gerekirdi. Ama öyle olmamış, devletin son yıllarda uyguladığı yanlış siyasi, sosyal ve ekonomik politikalar sonucu bu coğrafya imansızlaştırmayla karşı karşıya bırakılmış.
O yüzden bugün itibariyle Dersim nüfusunun büyük çoğunluğu yurt içine ve yurt dışına bulunuyor. Değişik araştırmaların ortak bulgularına göre yurt içi ve yurt dışındaki toplam Dersimli nüfus yaklaşık olarak bir milyon dolayındadır. Sadece 300 binin üstünde nüfus bugün İstanbul’da yaşıyor, bir o kadarı da Almanya başta olmak üzere yurt dışında bulunuyor.
Bu sosyo ekonomik yapı içinde ilin en büyük ilçesi Pertek, en küçük ilçesi ise Kılıçdaroğlu’nun memleketi Nazimiye’dir. Tunceli Merkezde belediyeyi daha önce HDP kazanırken, 2019’da TKP’li başkan Maçoğlu kazanmış bulunuyor. İlin iki milletvekilinden biri HDP’li diğeri CHP’li. Pertek, Hozat, Pülümür, Ovacık ve Nazimiye CHP belediyelerinde; Çemişgezek ve Mazgirt İlçeleri (Kemal Burkay’ın memleketi) AKP’de bulunuyor. 2019 seçimlerinde HDP’nin kazandığı Akpazar Belediyesini ise kayyum yönetiyor. Dersim bu ilginç siyasi dağılım içinde şimdilik kendi yağında kavrulmaya devam ediyor.
Hozat’ta Panel
Bizler Elâzığ’dan sonra Keban Baraj gölünü arabalı feribotla geçip Pertek’e gittik, orda nevi şahsına münhasır bir adam olan Hüseyin’in işlettiği Göl Evlerinde kaldık. İlçenin güney sırtında, Pertek Kalesi ve göle nazır duran bu yerde Temmuz sıcağında bile akşamları ve sabahları ceketsiz veya şalsız oturmak mümkün değil. Akşam Pertek’teki konseri izledik. Yaklaşık 15 bin insan toplanmıştı, bu da bu türden festivallere ne kadar ihtiyaç olduğunu gözler önüne seriyordu. Ertesi sabah buranın en meşhur yöresel yemeği olan zerfetle (babıko da deniliyor) kahvaltı ettikten sonra İstanbul’dan gelerek bize katılan Şükrü Aslan arkadaşımızla Hozat’a hareket ettik.
Hozat Pertek ile Tunceli Merkez arasında yer alıyor, her iki yer de yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta. Hozat’ta Seyfi Gedik Belediye başkanı. Başkanı ziyaret ettikten sonra Paneli yapacağımız alana geçtik. Panel daha sonra kitapçık olarak yayınlanacağı için burada yapılan konuşmalardan bahsetmeyeceğim. Ancak panelistlerden söz etmek gerekir. “Tarih, Ekonomi, Ekoloji, Politika ve Kültür” Panelinin açış konuşmasını doğal olarak başkan Seyfi Geyik yaptı. Moderatörlüğünü Vicdan Baykara’nın yaptığı panelin konuşmacıları ve konuları ise şöyleydi: Gülşen Erenler Çakar; Hozat’ta Eğitim Geleneği ve Kültürü. Mustafa Güler; Hozat’ta Ekonomik Dinamikler ve İmkânlar. Barış Yıldırım; Dersim Ekolojisi: Yöreye Yönelik Projeler. Ahmet Özer; Merkezi ve Yerel Siyaset Bağlamında Hozat. Şükrü Aslan; Hozat’ta Demografi ve Kimlikler.
Bu konuları enine boyuna konuştuk. Panel hakkında bir fikir vermek için başkanın ve benim grupta yaptığım paylaşımı buraya almak isterim. “Öncelikle bizi davet eden ve bu güzel etkinlikleri gerçekleştiren Seyfi Başkana teşekkür ediyorum. Başarılı bir panel ve güzel bir konsere ev sahipliği yaptı. Bundan sonraki çalışmalarında üstün başarılar diliyorum. Mustafa Beye ve kıymetli eşi Vicdan Hanıma içten teşekkürlerimi sunuyorum. Mersinden buraya birlikte çok keyifli bir yolculuk yaptık. Ayrıca Dersimin engin ve acılı coğrafyasını boydan boya anlatarak gezdirdi bizi. Bu seyahat unutulmayacak anılarımın arasında şimdiden yerini aldı bile. Dersim için büyük bir değer olan sevgili Şükrü Aslan’a teşekkürler. Kendine has üslubu ve engin Dersim bilgileri ile bir kez daha donattı bizi. Dersimin sembol isimlerinden Hasan Hayri Beyin torunu Gülşen Hanımı ve çevreci mücadelesi ile takdir toplayan Avukat Barış beyi tanıdığıma çok memnun oldum. Gelecekte yeniden buluşmak dileğiyle...”
Başkanın mesajı da şöyle: “Öncelikle, 3 yıllık bir aranın ardından gerçekleştirdiğimiz 20. Munzur Kültür ve Doğa Festivali'ni, büyük bir katılımla coşku ve heyecan içerisinde tamamlamanın mutluluğunu yaşadığımızı belirtmek isterim. Festival kapsamında düzenlemiş olduğumuz panelimize katılımlarından dolayı değerli dostlarımıza teşekkür ediyorum. Geçmişten bugüne sosyal ve kültürel olarak büyük bir mirasa sahip olan, bu yönüyle de eğitim ve düşünce konularında hatırı sayılır bir yerde konumlanan memleketimizin, bu çok kıymetli hazinesini fikirlerinizle beslemiş olmanız bizler açısından çok özel bir hatıra olarak yer edindiğini bilmenizi isterim. Festivalimizin, tüm boyutlarıyla, toplumumuzda yarattığı olumlu ve pozitif imaja, aktivistlerimizin ve sizlerin büyük katkı sunduğunu paylaşırken, bir kez daha tüm emeklerinizden dolayı içtenlikle teşekkür ediyor, bir sonraki festivalin baskı ve yasakların gölgesinde kalmadığı daha özgür ve aydınlık bir ortamda gerçekleşmesini umut ediyorum…”
Panelden sonra akşam düzenlenen konsere katıldık, başkan panelistlere plaket sundu, herkes kısa konuşmalar yaptı. Sıra bana geldi, başımı çevirdim duvarda Ahmet Arif’in resmi karşımda duruyordu(1), o an şairin Sevdan Beni şiir aklıma geldi başladım onu Kürtçe okudum. Dersimi anlatıyordu sanki şiir. “Aç kaldım susuz kaldım, terk etmedi sevdan beni” diyordu. “Can garip can suskun..” diyordu. Burada da öyle olmuş. 1938 operasyonundan sonra sadece onlar değil bütün bu coğrafya derin bir suskunluğa bürünmüş ve sorun buzdolabına konulmuş. Ama buzlar çözülmüş sorun gene ortaya çıkmış. “Eller kelepçede… Tütünsüz uykusuz kalmışlar” gene de terk etmemiş bu sevda onları. Çözülünceye kadar da terk etmeyecek gibi.
Dersimde Eşsiz Görüntüler
Bu yazıyı birkaç anekdotla bitirmek isterim. Yukarıda bu coğrafyanın ne kadar harika olduğundan bahsetmiştim. Ama aynı zamanda ne kadar acı yaşadığını da. Buna karşın yaşam bir su gibi akarak mecrasını buluyor ve kendine has devam ediyor. Mesela Harçik Çayı ile Munzur Çayının Tunceli girişinde birleştiği yerde plajlar oluşturulmuş. Madem batıda “Türk bükü” var nazire yapılırcasına buraya da “Kürt bükü” diyorlar. İl merkezinden Gözlere giderken yol hep sağlı sollu Munzur Vadisinde, Munzur Çayını takip ederek geçip gidiyor. Buralar da insanlar arabalarını sağa sola çekip Munzur’da serinliyor ya da piknik yapıyorlar.
Diğer bir şey tarihsel önemi olan meşhur Zeranik’le ilgili karşımıza çıktı. Erzincan Sovyet’inin bir takım olaylardan sonra Zeranik denilen o zaman nahiye şimdi köy olan yere taşındığını ve Alişer’in bu işle ilgilendiğini biliyordum. Ovacığı geçtikten sonra bizi Munzur Gözelerine götüren Mustafa Bey, Gözlere yakın bir yerde yeşillikler içinde bir yeri göstererek “İşte burası Zeranik hocam” demez mi? Kendimi bir an tarihin içinde sandım.
Sonra Gözlerin bulunduğu alana vardık, bir restoranda oturduk. Orada bize Gülşen Hanımla Hüseyin Güler de katıldılar. Bu bölgede en revaçta yemek kavurma ile alabalık. Ağaçlar altında içinde Munzur gözlerinden kopup gelen suyun ilk geçtiği yer olan bu lokantada yemek yedikten sonra gözlere doğru yürümeye başladık. Vilayet tahtalardan yol yapmış. O yoldan yürüyerek gözlerin kaynağına vardık. Bu yerde su adeta dağın bağrından fışkırıyor ve burası Dersim kültüründe suyun kaynağının değerine atfen kutsal sayılıyor. Bu inanç, günümüzde sürdürülebilir ekolojik yaşamda su ve toprağın korunmasının bir çeşit bu yolla yapıldığını aklıma getirdi. Güzel bir yaklaşım, muhteşem bir manzara.
Anıların Yankısı!
O anlarda Evdalé Zeyniké geldi aklıma: Osmanlı Adana Kozanda, isyan eden Kozanoğlu karşısında zora düşer. Levra üstüne gönderdiği bütün ordular yenilir. En son Derviş Paşa komutasında büyük bir ordu gönderir ve bununla da yetinmez, bölgedeki Kürt beylerinden de yardım ister. O arada Erzurum Toprak Kalede mukim Sürmeli Mehmet Paşadan da bir güçle harekete katılmasını ferman eder. Sürmeli dört yüz adamıyla Dersim üzerinden Kozan’a gitmeye karar verir, yanında Kürtlerin ünlü dengbeji Evdalè Zeynikè de var. Ancak bir sorun vardır; etraf, Sürmelinin Dersimden geçmemesi uyarısında bulunur. Dersimin insanlarının vahşi, coğrafyasının geçit vermeyen bir yer olduğu söyleyerek onu caydırmaya çalışırlar. İnadı meşhur Sürmeli kimseyi dinlemez buradan geçer gider dengbeji Evdal ile birlikte.
Evdal bu eşsiz, engin ve harika coğrafyadan geçerken ona âşık olur, insanlarını sever, onlara bağlanır ve Dersim üzerine meşhur bir sıtran söyler, Dersim coğrafyasını muhteşem şiirsel feraseti ile dile getirir. Gel zaman git zaman birçok badireden geçen, yoksul düşen ve gözlerine kara su inen Evdal 110 yaşında ölmek üzereyken çocuklarını yanına çağırıp şöyle der: “Evlatlarım, ben işte geldim işte gidiyorum. Size mal mülk bırakmadım, ancak size sesimle sözümü bırakabiliyorum. Şimdi ölüp gideceğim, belki kılamlarım da unutulacak ama iki tanesi var ki unutulsun istemiyorum. Bunlardan biri ‘Kozane le kozane’ diğeri de ‘Dersimè le Derslmè’ dir. Şimdi Dersim sıtranını söyleyeceğim siz de ezberleyin, unutmayın, unutturmayın, gelecek kuşaklara iletin” der ve çocuklarına ezberletir. Sonra “Haydi ben biraz uyayım” dedikten sonra, gözlerini yumar, bir daha da uyanmaz, (1910). Evdal’in meşhur Dersim Stranı çağları delerek günüme kadar gelir ve şimdi ardılları dnegbejler tarafından söylenmeye devam etmektedir. Evet, gerçekten Dersim Evdal’ın sıtranında olduğu gibi bir sevdadır.
Anmak Hatırlamaktır
Bütün bunların bilinmesi daha doğru bir gelecek yaratılması için tarih bilincine ve bir Dersim belleğine ihtiyaç var. Çünkü geçmişini bilmeyen doğru bir gelecek kuramaz. Ne ki bu günkü devlet anlayışı buna cevaz vermiyor. Tıpkı Dersim Müzesinin gerçek bir kent belleğini temsil etmek yerine dejenere edilmesi gibi.
Çeşitli çalışmalardan sonra il merkezinde bir müze yapılması kararlaştırılır. Kendisi de Dersimli olan Prof. Dr. Şükrü Aslan’ın da içinde bulunduğu “müze projesi” önceleri başarı ile yürütülür. Merkezdeki “kışla binası” bir hafıza mekânı, geçmişle yüzleşmek için Toplumsal Tarih Müzesi olsun istenir. Böylece müze çalışmaları başlar. Müze dört koridor olarak planlanır. 1) Etnografya Koridoru 2) Toplumsal Tarih Koridoru 3) İnanç Koridoru 4)Arkeoloji Koridoru. Her biri kendi alanında uzman ve müzeci kişiler bu koridorların oluşturulmasında görev alır. Fakat iktidar 15 Haziranda seçimi kaybedip, Kasım ayinda yenileyince, 15 Kasımdan sonra Türkiye’nin konjonktürü hızla değişir ve bu çalışmalar da kesintiye uğrar. Tamamı Dersimli olan Müze Danışma Kurulu üyeleri sürecin dışında kalır. Adı Dersim olan müze, Tunceli Müzesine çevrilir, içeriği de ona göre değiştirilir.
Bir söz var aslanlar kendi hikâyelerini anlatmadıkça avcıların anlattıklarını dinlemek zorunda kalacağız. Levra resmi ideoloji önce beyinleri boşaltmaya çalışır, sonra gerçeğin yerine bilinmesini istediği şeyi zerk eder. Fakat bilinmeli ki, gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar, gerçek ise orada durmaya ve var olamaya devam eder.
(1) Dersimi gezerken ilde ve bazı ilçelerde Dersimin geçmişte yaşadıklarını anlatan daimi fotoğraf sergilerini gördük. Duvarların içine işlenerek kalıcı hale getirilmişler. Tunceli meydanında ise büyükçe bir Seyit Rıza heykeli yapılmış.
Yorum Yazın