“Gazeteye geldiğim vakit, Anadolu’nun birdenbire kapandığını söylediler. İstanbul ve Türkiye’nin işgal altındaki köyleriyle, memleketin öbür kısmı arasında hiçbir temas yapmaya imkân yoktu. (…) Bütün günümüz, adeta merak sancısı içinde geçti. (…) Bir tek umut, bir avuç askerde ve Mustafa Kemal denen bir isimdedir. (...) Rumca gazetelerin haberi ile merakımız biraz azalsa bile, kaygımız ateş gibi yanıyordu. Zaman geçtikçe umutsuzluğumuz arttı. (…) Mustafa Kemal’e kızanlar ağızlarını açmışlardı bile. (…) Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. (…) Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. (…) Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş. (…) Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz. (…) Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyordum. (…) Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.”
Falih Rıfkı Atay, yıllarca savaşlarda yenilmiş Türk ordusunun İzmir’i alışının yarattığı heyecanı, Çankaya’da bu sözlerle anlatır.
Bu zafer hiç kolay olmamıştır. Anadolu üç buçuk yıl işgal altında kalmış, büyük kayıplar vermiştir.
“Raporlar tüyler ürperticidir”
Kurtuluş Savaşı’nı küçümseyen, zaferin kolay elde edildiğini düşünenler olsa da, tarihçi Selim Erdoğan, savaş yıllarını anlattığı üç kitabının sonuncusu İstiklal’de, nasıl ağır bedeller ödendiğinin örneklerini, o dönemin raporlarına ve yazışmalarına dayanarak anlatır.
Başkumandanlık Meydan Muhaberesi sırasında, 1 Eylül 1922’de havadan yapılan keşif raporunda, “Eskişehir, üçü istasyon civarında, biri çarşıda ve biri de güneydeki İslam mahallesinde olmak üzere beş yerden yanmaktadır. (…)Bütün şehri ve civarını dumanlar kaplamış olduğundan hiçbir şey keşfedilememiştir.” ifadeleri yer almaktadır.
“Yunan Küçük Asya Ordusu, boşalttığı şehirleri, çekilme yolu üzerindeki tüm Türk yerleşimlerini sistemli bir şekilde yakmaktadır. Türk ordusu girdiği her köyde, her kasabada enkazla, külle ve katledilmiş sivillerle karşılaşmaktadır. Birliklerden Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı’na gelen raporlar tüyler ürperticidir.”
“Yunan ordusu çekilirken, geriden gelen Türk ordusunu susuz bırakmak için tüm su kuyularına cesetler doldurmuştur.”
“İzzet (Çalışlar) Paşa, ordu karargâhıyla telefonda görüştükten sonra, yazılı emri beklemeksizin tümenleri yürüyüşe geçirir. (…) Bu acelenin sebebi, Yunanlıların ilerleyiş yolları üzerindeki sivil Türk yerleşimlerinde yaptıkları katliamlardır. Kaybedilen her an, katledilen bir can demektir.”
2 Eylül 1922’de yaşananlardan:
“Uşak bir adım mesafededir ve düşman adeta çekirge sürüsü gibi kente girmiş, bir anda her yerden alevler, dumanlar yükselmeye başlamıştır. (…) Türk köylerini Yunan katliamından koruyabilmek için kolordularca oluşturulan mürettep süvari alayları ise birkaç kilometre önden giderek adeta piyade tümenlerinin önünü temizlemektedir. Saat 21.00’de ise ordu ve kolordu komutanları Uşak’a girer. Manzara korkunçtur. Süratle yangın müfrezeleri oluşturulmasına ve derhâl müdahale edilmesine rağmen, 1785 ev, 12 cami, 636 iş yeri tamamen yanmıştır. Ovada ise enkaza dönüşmemiş köy kalmamıştır. 1 Eylül gece Uşak’ta binlerce insan, kışın arifesinde, özgür ama evsizdir.”
“Gece yarısı Batı Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği rapor isyan doludur: 5 Eylül 1922 saat 17.00’de Alaşehir kasabası ele geçirildi. Düşman, Alaşehir ve ova köylerinin bütününü yakmış, kadın ve çocuk ayırt etmeden bütün halk, pek vahşice öldürülmüştür. Canlarını kurtarabilen bir kısım halk dağlara kaçmış, günlerce aç kalmış ve perişan olmuşlardır.”
“Camilerde yaktılar”
7 Eylül 1922 tarihli raporlardan:
“Gediz Vadisi’nde, Manisa Ovası’nda yakılmadık, yıkılmadık bir tek Türk yerleşimi kalmamıştır. Muharebeler boyunca muharebe meydanında bir kez bile görülmeyen General Andre Kallinskis’in süvari tümeni, Salihli’den sonra Turgutlu’da ortaya çıkmış, dağlara kaçamayan halkın bir kısmını kılıçtan geçirmiş, kalanını da camilerde diri diri yakmıştır.”
“ABD İzmir Başkonsolosu George Horton, 2 Eylül’de Washington’a, ‘Yunan l ve ll. Kolordularının Uşak’ın batısına çekildiğini, lll. Kolordu’nun hâlâ Eskişehir’de olduğunu ama yakında kenti yakarak çekileceğini’ bildirir. Başkonsolos ABD Dışişleri Bakanlığı’na aynı telgrafında açıkça, ‘Psikolojik olarak tükenmiş Yunan ordusunun İzmir’e geldiğinde önlenemeyecek ciddi problemler yaşanacağını ve kenti yakma tehditlerini açıkça duyduğunu’ vurgulamaktadır.”
İzmir yangını önlenememişti
“ABD Konsolosu J. Loder Park ve yanındaki yabancı heyet, 11 Nisan 1923 tarihinde (İzmir) yaptıkları incelemede yangınlarda bol miktarda gaz yağın, benzin ve yağlı bombalar kullanıldığını, binaların duvarlarını gaz yağına doyurmak için el pompalarından yararlanılmış olduğunu tespit edecekler, ayrıca raporlarına ‘yangını söndürmeye çalışan Türklerin Yunan askerleri tarafından kurşunlandığı’ bilgisini de ekleyeceklerdir. (…) Konsolos Park raporunda ayrıca Manisa’nın yüzde 90, Turgutlu’nun yüzde 90, Alaşehir’in yüzde 70, Salihli’nin yüzde 60 oranında yok edildiğini, bu şehirlerde yaşananların, gelişigüzel, amaçsız ya da kazaen değil, iyi planlanmış, en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış bir projenin sonucu olduğunu da yazmıştır.”
“Yunanlıların tüm işgal süresince Batı Anadolu köy ve kasabalarında münferit olarak katlettiği Türkleri de katarsak, Yunanlıların Anadolu’da giriştiği etnik temizliğe ilişkin sayıların en az 150 binden başlaması gerekir. Yunanlılar 3.5 yıllık işgal süresince bu etnik temizliği sistematik şekilde uygulamışlardır, ancak olaylar Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz yenilgileri sonrasında toplu imha mahiyetini almıştır. 13 Eylül büyük İzmir yangını başlarken, Yunanlıların son iki haftada yaptıklarının özeti, 26 büyük yerleşimde toplam 54 bin 305 yerle bir edilmiş binadır.”
“13 Eylül sabahı aç ve evsiz bir milyon kadar Türk vardır.”
Yorum Yazın