Daha doğrusu soruyu şöyle sormak gerekiyor. Şu dünyada bunca acı, yoksulluk, dost kazığı, aşk ihaneti, bebek ölümü, hastalık, kalleşlik, mandepsi, dubara, üç kağıt, katakulli, karmanyola, yer depremi, yürek enfarktüsü, sel baskını, hartzurt, ketenpere, gıllıgış, envai çeşit zulüm ve hiç değişmeyecek bir gerçek olarak ölüm varken, insanın tut ki mutlu olmasının bir kıymeti harbiyesi olabilir mi? Bütün bunların varlığının pekala da ayırdındayken, ille de mutlu olacağım diye çabalamak, akıntıya kürek çekmek olmaz mı?
Ne yaparsak yapalım, ölümün omuz başımızda bir alıcı kuş gibi tünediğini bilmek, insanların mutlu olmasını engelleyenlerden biri, ya da çoklarınca öyle kabul ediliyor. Çoğunlukla, öte dünyanın bilinmezlerinden, günahlarımızdan ve bu günahlarımızın eninde sonunda cezalandırılmasından korktuğumuz için korkuyoruz ölümden.
Ne söylenirse söylensin, hangi felsefi kılıf giydirilirse giydirilsin, her gün yeni bir hastalığın daha hakkından gelinsin, bilim adamları neredeyse dakika başı ahir insan ömrünü bir lokma daha uzatacak yeni bir ilaç bulsun, ölüm var ve göbekli bir Budha heykeli gibi bağdaşını kurmuş, biz insanları savuluyor.
Kimimiz tüfekle vurulmuş bir yaralı kuş gözüyle bakıyoruz hayata. Bazılarımız ise belki de bu dünyadaki dolabımız biraz hallice olduğundan, onu bir sevinç yumağı, baldudak bir kadın, kanatları gümüşlü narin bir kelebek sayıyoruz.
Evet. Ölüm bize dayatıyor ama neyse ki hayat da bize dayatıyor. Ben de varım diyor. Ölümün kardeşiyim ben diyor. Bütün bu çirkinliklere, acılara rağmen mutluluğu kıyısından köşesinden yakalayabilir insan diyor.
Annemizin, babamızın, yakınlarımızın, dostlarımızın, kardeşlerimizin cenazelerinden dönerken, evimizin sokağında apansız karşımıza çıkıveren, sarı, beyaz, yavruağzı, kavuniçi, kan rengi güller, zümrüt kesilmiş kavak, kestane, japonelması ve de manolyaları görünce, içimizde yepyeni fıskiyeler açılmıyor mu? O anda ölümü elimizin tersiyle itip, yaşama sevinci fışkıran yollarda, ışıkları, renkleri, kokuları lak lak içerek koşturmaya başlamıyor muyuz?
Aklımızın bir köşeciğine yazıverelim, ölüm vardır ama hayat da vardır, üstelik hayat hem bir kızıl karanfildir, hem de sevgili Tarık Dursun K.’nın betimlemesiyle bir “aspirin karanfil”dir.
Siyahıyla, beyazıyla, ara yerdeki grisiyle hayat da ölüm kadar su götürmez bir gerçek. Nazım Hikmet boşuna demiyor “Yaşamak ciddi bir iştir” diye.
İnsanız, başımıza kötü işler de gelir tabii ki. Aç kalırız, susuz kalırız, tütünsüz kalırız, parasız kalırız, daha da kötüsü sevgisiz kalırız, yalnızlığa da düşeriz. Hergün Sezar oluruz. Yani en sevdiğimiz, güvendiğimiz Brütüsler arkamızdan hançerler bizi. Galata’daki meyhanelere dadanırız. Rakıya ve tütüne düşeriz.
Başınız öne eğilmesin, atom bombasıyla falan biz insanlar tarafından yok edilmedikçe, tanrının her günü dünyada yeni bir Picasso sabahı daha başlar. Gümüş beyazı, firuze mavisi, kobalt moru, metal kurşunisi bir aydınlık dağlardan aşağı inmeye koyulur. Salah Birsel’e göre, Balıkesir otobüs terminalinde satılan kolonyaların adları bile insanı mutlu etmeye yeter ki bu kolonyaların adları gerçekten de Beyaz Zambak, Magrif, Hatıralar, Altın Damlası, Çimen, Endora, Unutma Beni, Limon Çiçeği, Tütün ve Gizli Çiçek gibi mutluluk fiştekleyici, cimcirikli adlardır.
Çobanaldatan kuşunun Kıbrıs’taki adının Papazaldatan, Bukalemun’un Burnukapan, Gelinçiçeğinin Gelinkolyesi, Akşamsafasının Ağlargüler, Danaburnu’nun Kızboğan, Ispanağın Canotu, Amyantın Pamuktaşı ve Parlağın da Cimcimi olduğunu bilip öğrenmek de bir mutluluk keyfidir ki Şengül Hamamı’nın göbek taşı keyfi kaç para?
Ne olursa olsun, hayat sedefli, çifte davullu ve merhabalı bir serüvendir. Şu güzelim Eylül gününde sadece ölümden bahsetmek yanlış olacaktı. Onun için ben de hayatı ve mutluluğu biraz daha keşkekleyeyim dedim. Merhaba...
Yine dökmüşmüşsün. Kalemine sağlik
Öyledir bu hayat Lemi Özgen, tarif ettiğin gibi içinde en puşt ihanetlerin yanında hasreti, aşkı, nice yaşanmışlıkları barındırıyor. Nazım’dan bahsediyorsun ya şair hayatının son iki yılını ‘saçları saman sarısı/ kirpikleri mavi’ Vera’sıyla geçirir. O bahtiyarlığın içinde bir yandan Abidin (Dino)’e ‘Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin’ diye seslendiği uzun şiirinde, yazdığın gibi, bir yandan da dünyanın ahvalini sıralar. Yaşama serüveni inişli çıkışlı değil midir, hep; acısı, hasreti, mutluluğu ile.