“Patlıcanlar alacalı soyulur. Acısının giderilmesi için miktar-ı kafi tuz ile oğuşturulup, su dolu bir kapta makul bir müddet bekletilir. Bilahare kuşbaşı doğranır. Büyücek bir kuşaneye patlıcanlar nazikçe yayılıp, üzerlerine daha önceden hazırlanmış kıymalı harç konur ve kısık ateşe oturtulur…”
Yok. Kendi bloglarında harikulade yemek tarifleri yapan yazar arkadaşlarıma özenip, “Ben de bir yemek yazısı yazayım bakalım” düşüncesinde değilim. Birazdan sizlere tanıtmaya çalışacağım “yemek kitabında” da böyle yemek tarifleri yok zaten. Anlayacağınız, “yemeksiz” bir yemek kitabıyla karşı karşıyayız.
Gazeteci-Yazar Vecdi Seviğ’in Boyut Yayınları’ndan çıkan “Damak Tadının İzinde Tarih ve Sanat Yolculuğu” adlı kitabında “alacalı soyulmuş patlıcanlar” yok ama Nazım Hikmet’in “yaldızlı, mor patlıcanları” var.
Roman, şiir, resim, müzik, anı, coğrafya, yaşam öyküsü alanlarındaki yazıların yanı sıra, Anadolu’da tarih ve sanatın gelişiminin ışıldaklı bir panoramasının verildiği kitapta, yemekler bir tür “binektaşı” olarak kullanılmış. Mesela söz pastırmaya geldiğinde, Vecdi Seviğ, şair Faruk Nafiz Çamlıbel ile giriyor konuya. Okuyucu, Çamlıbel’in pastırma ile ilgili şiirini okurken, ansızın “pastırma yazı” konusuyla meteorolojiye, oradan hava durumu sunucularının “duayeni” olan Ali Esin’e keyifli bir yolculuk yapmaya başlıyor.
Romalılar ve Hunlarda pastırmayı kovalayan okuyucu, Macaristan müzelerine, Bizans “apokti”sine yani pastırmasına, Evliya Çelebi’nin “İçlerinde dört yüz kişinin çalıştığı yüz pastırma dükkanı vardır ki…” diye ballandırdığı pastırma maddesine doğru, tarih içinde süzülerek uçup gidiyor.
“Alt tarafı pastırma işte” dediğimizde ne kadar yanıldığımızı da yine kitaptan anlıyoruz. Seviğ, resmi belgelere dayanarak, Osmanlılarda “Pastırma Naibi” unvanlı bir kadı vekili bulunduğunu, pastırma ile ilgili hukuki işlere “özel yetkilendirilmiş” bir mahkemenin baktığını, resmen bir “pastırma vergisi” uygulandığını, padişah sarayı için tam dört bin sığırdan pastırma yapıldığını ve sadrazamın bu hazırlıkları bizzat denetlediğini anlatıyor.
Adı üstünde bir yemek kitabı bu. Dolayısıyla onun hakkında “yemek meraklılarını, ‘gurme’ de denen damak ustalarını ilgilendirecek bir kitaptır herhalde” diye düşünürken, kitabın asıl edebiyat meraklılarını ilgilendirecek bir kitap olduğunu hemen anlıyorsunuz daha ilk satırlarda.
Karikatür sanatçısı Nezih Danyal’ın çizgileriyle süslenen kitapta her bölüm, bir edebiyatçının o konuda yazdığı bir şiir, bir yazı, ya da konuyla ilgili bir şarkı veya bir türkü ile başlıyor. Metnin içlerinde de son derece zengin bir edebiyat tarihi var. Mesela aşure anlatılırken, Attila İlhan’ın “Ana lokma dökelim aşure kaynatalım” dizesine yer veriliyor. Reçeller bölümünde ise “Hüseyin Rahmi’nin reçellerini, romanları kadar severim” diyen okuyucu görüşleri anlatılıyor. Ziya Osman Saba da “Akşamlar iner kaymak yoğurtçularla” dizesiyle, bu edebiyat-tarih-yemek üçlüsü yapıtına katılıyor.
Böylece “Damak Tadının İzinde…” kitabının okuyucusu; Mevlana, Avşar Timuçin, Ahmet Rasim, Yaşar Kemal, Ceyhun Atıf Kansu, Vüsat Bener, Melih Cevdet Anday, Ümit Yaşar Oğuzcan, Marianna Yerasimos, Tevfik Fikret, Orhan Kemal, Selim İleri, Firuzan, Ernest Hemingway, Can Yücel, Enis Batur, Necati Cumalı, Refik Halit Karay, Nevzat Çelik, Sermet Muhtar Alus, Şükran Kurdakul, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt, Kaşgarlı Mahmut, Cemal Süreya, Edip Cansever, Hilmi Yavuz, Cevat Çapan, Sait Faik, Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Salah Birsel, Oktay Rıfat, Rene Char, Cahit Külebi, Behçet Necatigil, Ece Ayhan, Ahmed Arif, Özdemir Asaf, Cahit Sıtkı Tarancı ve burada isimlerini sayamadığım daha birçok edebiyatçı ile birlikte, damak tadını rehber alarak bir tarih ve sanat yolculuğuna çıkıyor.
Tarih 8 Ağustos 1940’tır. Yaz mevsiminin parlak ışıklı günleri. Nazım Hikmet, Çankırı Cezaevi’nin demir parmaklıklarından dışarıya bakmakta ve eşi, sevgilisi, her şeyi Piraye’yi düşünmektedir.
Nazım Hikmet, işte tam o gün patlıcanları yazmıştır. “Bugün Çarşamba/-Biliyorsun-/Çankırı’nın pazarı/Demir kapımızdan geçip/kamış sepetimizde bize kadar gelecek/yumurtası bulguru/yaldızlı mor patlıcanları” diye yazmıştır.
“Damak Tadının İzinde Yolculuk…” kitabında, patlıcanların ille de alacalı soyulmalarının gerekmediği, onların pekala “yaldızlı mor” kalabilecekleri de böyle anlatılıyor işte…
Yorum Yazın