Ney ile Mey arasındaki ince çizginin yani bir nefeslik ömrün adıdır, Neyzen Tevfik.
Çünkü bu âlemde, ondan başkası, iki kapılı hanın böylesi bir yolcusu, olamamıştır. Henüz 9 yaşında, sopaya kafaları geçirilmiş, insanlık denen zorbalığı, ruhunda sindirmekte zorlandığı için Tevfik ve o gerçek insanlık emareleri sayesinde de, içinden fışkıran nefese hayat olup, Ney’de üflemiştir.
BİR KAMIŞTAN ÖTESİ
Hiç ney üflemeyi, denediniz mi bilmem. Ben, denedim. İşte o nefesinizle, nefese, can verme telaşı; terleyişiniz, zorlanışınız ve sonrasında doğan ilk bebeğin ciğerlerine, ansızın iniveren bir solukçuk, dem yakışı gibi ciğerleri delip geçen ama insan denene hayat bulduran, Tanrının ya da Yaratanın sesidir. Lâllerden, lâl oluverir, ansızın.
Yakın zaman önce Fatih Akın’ın, son filminde (Ren Altını), karşımıza yurt dışında bir mafya babası olarak çıkıveren Uğur Yücel, artık olgunluğunun zirvesinde. Ne Eşkıya filmindeki toyluğu, ne ilk stand-up gösterilerinde kondura kondura geçişleri, güzelim, Kuzguncuk anıları var. O gösterileri yayınlasalar, ne güzel olur. Gerçekten de Uğur Yücel, bu ülkenin yetiştirdiği ve gömleği, en az üç numara büyük olan zihinlerdendir.
Küçük çiftlik parkının bahçesinde karşımda, Uğur Yücel, olarak erken beyazlattığı saçları ile Neyzen Tevfik, olmuş. Ne de iyi olmuş! Hakkını vermek lazım, Aziz Nesin’de, çok güzel olur ve yakışır. Ne de olsa, Uğur Yücel’i de az üzmediler. Geçmişlerden bugünlere kolay gelinmiyor, insan sevdiği ve değerli bulduğu, gerçek insanların yolculuklarını hiç unutmuyor.
Osmanlı döneminde doğan ve Cumhuriyeti gören ve bu arada kendi söylemine göre 2 tondan fazla rakı tüketen Neyzen Tevfik’in iki dudağının arasında; üstünde Ney, altında Mey.
SUSUZ MEY
ÜÇLEME : MEVLEVİHÂNE, MEDRESE,MEYHÂNE
Bunu yakalayabilmek zordur. Neyzen’i anlatabilmek de, zordur ama o kadar yalın ve kolay dille sahneliyor ki. Dekoru olan dünyanın üzerinde; bazen mavi, bazen kırmızı renk, ışıklarla; yükseliveriyor, tüm yaşanmışlıkları ile. Gerçekte bu dünyanın çok tepesinde bir yerlerde oturan, Neyzen Tevfik’in; gözlemlediği tüm insanlık ve kendi iç dünyası çocukluğu ile başlıyor. Bodrum’dan ayrılışı Mevlevihane, Medrese ve Meyhane; oluyor susuz, Mey.
Söze; makamlarla, koltuk sevdalılarına, seslenerek başlıyor. Dönüp, dolaşacağın yer burası, biliyorsun da nedir bu hırsın, yerini korumak telaşın. Önce “İnsan” olun!
Her repliğinde, gizli kapıları aralayan, sağır sultanların huzurundan, Atatürk sofralarına; başka hiçbir ülkeye nasip olmamış ve “Allah bir daha bu ülkeye, İstiklal Marşı, yazdırmasın”, diyen Mehmet Akif Ersoy’un, yakın arkadaşı. Bir bakıyorsun; sanat dünyamıza renk olmuş tüm resmigeçit törenindeki insanlar da arkadaşı. Mesele arkadaş olmak değil, mesele karşındaki insanın içini görebilmekte.
Her zaman derim, acılar, insana yazdırır. Kolaydır; mutlu anında iki satır yazmak. Gelsen bir de; sokakta evsiz, yurtsuz kaldığında, bir köpeğin ağzındaki lokmaya muhtaç olduğunda, hayatından hiçbir şekilde ödün vermediğinde ve en ağır bedelleri yine kendinden yontarak ödediğinde, bir dur bakalım, önce ayakta durabilirsen. O yüzden, içen insana sorulmaz. Bu meretin, bir anlamı vardır. Adabın ile dost meclisinde, yeri geldiğinde çekilip en güzel köşene, kendi kendine de içersin. Aslında Neyzen Tevfik’in, ömrü boyunca yaşadığı derin acıların suyundan çıkamayışı ve derinliği, bile isteye bu acıları sevişi, sahnede. Çünkü o kendini böyle bulmuş. Hele Kahire’de sesini duyduğu Feride ve sonrasında evleneceği kadın olarak seçtiği ve zorla kendisinden koparılan, Cemile, büyük aşkı. Bir kızı olan Neyzen Tevfik’i, “Beni birçok kişi makamına çağırdı ama benimle oturup, rakı içen tek kişi o idi”, derken, 1938 gününü Atatürk’ü, “Nasıl ölür, ölmez!” Diyerek sunuyor. Esasen böyle güzel yürekli yaratılmışların hiçbir zaman ölmeyeceği ve öldürülemeyeceğinin cevabı. “Kendi kendime dedim, daha dört, beş gün önce Hatay’daydı.“
Yobazlarla yolculuğu ve savaşı, henüz çocuk yaşında başlayan, Neyzen Tevfik’in hayatı; 100.yılımızda, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş süreci, geçmişte yasaklar, istibdatlar, açlıklar, yokluklar ,sürekli ayar çeken siyasetçiler ve aydınlık bir ülke için mücadele eden, gerçek vatanseverler arasında, kendisine verilen bir kese altının içinden, kendisinin ihtiyacı olduğu halde göçmen çocuklara verecek kadar zengin yürekli oluşu dâhil olmak üzere tiyatro sahnesinden, iki dev ile aktarılıyor. Biri Neyzen diğeri Neyzen olan Uğur Yücel. Ve Neyzen Tevfik’in, kendi çaresizliğinin bilincinde; gelene gidene, olana bitene, küfür yağdırıyorsa içinden, biliniz ki gerçekten hak etmişlerdir. Çünkü Yaradan’a yaklaşmak kolay değildir. Bedel ödemeden, olmaz. Ölmeden ölecek ve o makama ereceksiniz. İçki bahane, senin gönül gözün kirli ise temizleyemezsin, son sistem metotla. Ne de göstermelik, iki dirhem sözle. Anlayamadıysan, kırdığın amfora içinde, yani özünde hep o korktuğun, kaçtığın, yer yer tartakladığın Yaradan vardı. Sevmeyi, sevebilmeyi gerçekten bilemedikçe; paylaşmak ne, aşk ne, sevgi ne?
İnsan, denen varlık sevgisi ile var.
Neyzen Tevfik, kocaman yüreği ve normalin, yaşadığı hayatı kanıksamış hali içinden ve bir kez olsun kanatlarını devasa olarak açıp da uçamamış, sözde insanlığa, ölümünden sonra bile ders vermeye, devam ediyor. Edecek de! Çünkü Neyzen Tevfik, gibi insanlar, ölmezler! Ölemezler, çünkü derin insanlar, zaten bedenlerini, çoktan terk-i diyar etmişlerdir.
Yıldızlardan yıldızlara yolculuk, HİÇ! adlı oyunda.
2023 yılında, Uğur Yücel’den, Neyzen Tevfik!
Nefesine sağlık, ustalar…
Kaçırmayın, netice de kaç kula nasip olmuş; iki Neyzen ile demlenmek!
YÖNETEN: CAN YÜCEL. YÖNETMEN YARDIMCISI : ZEYNEP SEVİ YILMAZ. YAZAR: UĞRAŞ GÜNEŞ, DEKOR ve IŞIK: CEM YILMAZER, KOSTÜM, TASARIM: GÖNÜL PAKSOY.
Yorum Yazın