Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden göreve gelmesinden aylar sonra nihayet Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 14 Haziran Pazartesi sabahı görüşüyor. 23 Nisan günü yapılan telefon görüşmesinden sonra liderler düzeyinde ikinci, yüz yüze ilk temas olacak bu. Peki sonuç alınabilecek mi? İlişkilerde yeni bir çıkış yaşanabilecek, bir kriz dönemi daha geride bırakılabilecek mi?
Türk-Amerikan ilişkilerinde çok uzun bir süredir krizden krize taş sektirir gibi bir ilişkimiz var. Kriz bitmeden diğeri başlıyor. Bu durum Ankara ile Washington arasındaki ikili ilişkilerde neredeyse 1960’ın ikinci yarısından bu yana oldukça klasikleşmiş bir durum. Kriz olur, çözülür, yenisi ve daha büyüğü çıkar, karşılıklı ödünler verilir, sıkıntı aşılır ve bir sonraki krize doğru dümen kırılır.
Barak Obama döneminden bu yana, neredeyse 20 yıla yaklaşan yakın geçmişte ise krizler hem yoğunlaşıyor hem de daha uzun sürelerde ve kalıcı yaralar bırakarak aşılabiliyor. Bu durumun sebeplerinden en önemlisi belki de 2003’teki 1 Mart tezkeresi krizi ile başlayan ve Türkiye’nin ilk kez Amerikan başkentindeki en sağlam müttefiki Pentagon’u, yani askeri kanadı kaybetmesidir.
Bir önemli sebep daha var. Elbette tek bir olaya bağlamak mümkün değil. İktidara geldiğinden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı çeşitli sebeplerle, ama daha çok iç politikada sıkıştığı dönemlerde, İsrail ile ilişkilerde sert bir söyleme girmeyi çoğunlukla çıkış yolu olarak gördü. İsrail ile Türkiye arasında gerginleşen ilişkiler bir süreç içerisinde kötüleşmeye devam etti ve 30 Ocak 2009’da İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu zirvesinde David İgnatius’un yönettiği toplantıda zamanın Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in Filistin ile ilgili sözlerini meşhur “One minute” diyerek kesmesi ve “Siz insanları nasıl öldürüleceğini iyi bilirsiniz” çıkışıyla yeni ve dönülmez bir evreye taşındı. Bu olay sonrasında Yahudi lobisinin desteğini de kaybeden Türkiye, ABD ile ilişkilerinde daha yerin yaralar almaya başladı.
Biden’ın bu yıl yaptığı talihsiz 24 Nisan konuşmasında Ermeni soykırım iddialarını desteklemesi, üstelik bir gün önce nispet yapar gibi Erdoğan’ı arayıp 14 Haziran randevusunu vermesi elbette ki Washington’da Türkiye bu kadar yalnız kalmasa mümkün olmayabilirdi.
Değişen bir şey var mı? ABD ile ilişkilerde, savunma iş birliğinde ama belki en önemlisi Kürt meselesi, ifade ve basın özgürlüğü, azınlık hakları dahil Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarında, Avrupa Birliği ile ilgili konularda, özellikle Yunanistan ve Kıbrıs konularında, doğu Akdeniz’de, Libya ve Suriye’de ne ödünler istenecek acaba?
Donald Trump döneminde uygulanan vahşi ekonomik-finansal saldırılar ile Türkiye ekonomisinin kırılganlığı maalesef defalarca denendi. Şimdi de Türkiye’nin benzer ekonomik mengene içerisinde olduğunu bilen Biden’ın bu zaafı kullanmayacağının tek garantisi şimdiki ABD başkanının “devlet terbiyesi” olduğuna inanılması. Meşruiyet içerisinde kalacağı beklentisi.
S 400 meselesinde “ara formül” bulunacağı beklentileri yüksek. Gerçi bu aralar “dostumuz” Vladimir Putin ile fazla görüşülmüyor ama ABD ile Rusya’ya rağmen bir düzenleme ile hava savunma sistemi krizini aşmak çok da olası görülmüyor. Belki “depoda kalacaklar” sözü ile krizin bu bölümü bir süre ertelenebilir ama, o da göründüğü kadar çok zor. En azından şu ana kadar ABD böyle bir “al-ver” ilişkisine ya da “ara formüle” sıcak bakmadığını her fırsatta tekrarlamakta.
Rıza Sarraf ve Halkbank konusu ile bir süre daha ertelenmiş gibi görünse de doğal olarak ABD’nin elindeki bu büyük kozu, özellikle ciddi bir maddi ceza ile ekonomik savaşı bir üst seviyeye taşıması her an mümkün. Bu görüşme bunu çözebilecek mi? Niye mahkeme Halkbank meselesini geçen ay erteledi? Enteresan bir pazarlığın perde arkasında geçtiğini söylemek fazla abartı mı olur acaba?
Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisinin bu “Türk usulü başkanlık” diye tanımladığımız denge, denetleme yoksunu cumhurbaşkanlığı sistemi olduğu ABD ile ilişkilerde de sergileniyor. TBMM’nin etkinliğinin olmadığı, ülkede hemen her şeyin cumhurbaşkanının taleplerine ve emirlerine göre şekillendiği, gücün “tek elde” toplandığı bu sistemde tek pazarlık yetkisi, sorumluluğu Erdoğan’da…
Elbette, bir beklenti de Biden-Erdoğan zirvesinde iki ülke arasındaki ilişkilerde bir anlamda “nikah tazelenecek” ve tüm sorunlara göre bir “dingin döneme” dümen kırılabilecek. Türkiye ABD için stratejik bir müttefik. NATO’ya önem veren ve mümkün olduğunca uluslararası jandarma görevini müttefikleriyle birlikte yapmaya önem veren bir yönetim anlayışına sahip Biden, yeni bir “stratejik konsept” geliştirip, yaraların pansuman edileceği bir süreci başlatabilir. En azından böyle bir beklenti var. Mantıklı mı? Bence şimdilik çok afaki.
Gerçekleşmesi için öncelikle Türkiye’nin demokratikleşme ve reform sürecine geri dönmesi, özellikle ifade ve basın özgürlüğü alanında adım atması, mesela en azından hakkında uluslararası hukuk organları ve Türkiye’nin ABD dahil müttefiklerinin, meşru nedenlerden ziyade siyasi mülahazalarla hapiste olduklarını iddia ettikleri bazı kişilerin serbest bırakılması gerekmez mi?
Türkiye-ABD ilişkileri, daha doğrusu Türkiye-Batı dünyası ilişkileri artık maalesef tek görüşmeyle düzelecek veya bir başka krize kadar dingin bir döneme girecek durumda değil. Sorunlar hem yapısal hem de mantaliteyle ilgili.
Yorum Yazın