Bir film, bir müzik, bir bakış, bir söz, bir eylem çok şeyi değiştirir.
Bu yüzden sanat ve içinde verdiği mesaj, önemlidir. İnsanda nitelik, okuduğu nitelikli kitaplar, yazılı eserler, izlediği filmler, gördüğü sanatsal faaliyetler ile gelişir. Eski çağlardan beri süre gelen insan evriminde diğer yaşayan türlerden ayıran kısım, tam da işte burasıdır. Kültür!
Kültür, tüm aydınlanmanın ve farkındalığın dolayısı ile İNSAN olmanın ilk ve temel basamağıdır.
Aşk, tesadüfleri sever, filminin o güzel şarkısında “Olamaz mı, olabilir!” diyor ya.. Kadıköy, Bostancı dolmuşunda, Bülent Ortaçgil,
“Olamaz mı? Olabilir
Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu Eylül akşamı dışında
Belki benim kâğıt para
Bir şekilde, döne dolaşa
Senin cebine girmiştir”
Avrupa yakasının Taksim AKM köşesinden binilen minibüsler, Anadolu yakasında ise meydanda vapur iskelesine gelmeden kalkar. Uzun kuyruklar, akşam saatlerinde bilhassa İstanbul trafiği buhranlı hale dönüşür. Avrupa yakası Barbaros Bulvarından yukarı, Yıldız Teknik Üniversitesi kampusu geçtikten sonra dönene kadar ve az sonrası köprüye geçene kadar bayağı meşakkatlidir. Metrobüs gelince biraz hafiflemiş olsa da otobüs camından baktığınızda biraz aşağıda, seyir halindeki taksi ya da özel araçların, sıkışmış, camları açık, bazen müziğin dışarı taşmış, bazen araçta bir köpeğin camdan dışarı bakan gözleri ile karşılaşabilirsiniz. Renkli bir armoni, güzellik vardır. Mahşer yeri denilen kalabalığın görüntüsü gibi istisnasız, her görüş, her farklı fikir oradadır. En güzel kısım Ortaköy sırtlarını yavaş yavaş arkanızı almaya başlarken solda Bebek’e varacak, o muhteşem deniz ile buluşması görülmeye değerdir. Sağa mı bakasınız, sola mı şaşırırsınız. Çünkü burası iki kıtayı birleştiren yerdir, eşsiz İSTANBUL.
Her güzelin çilesi vardır elbette ve çok çekmiştir, İstanbul. Kıymeti bilinmemiş ama yılmadan tüm insanlığı sarmıştır. Eski adı ile bildiğimiz Boğaz Köprüsü, inşaatına 1970 yılında başlanıp, Cumhuriyetimizin 50.yıldönümü münasebeti ile 29 Ekim 1973 yılında, açılış gerçekleşmiştir. Sizi bilmem ama ben araçsız Avrasya Maratonuna katılıp, yayan geçtim ve bu eşsiz güzelliğin tadına yaşarken vardım. Kimi intihar etmeye kalktı, kimi bayrak asmaya, kimi yürüdü, zor günler oldu, adı sonradan 15 Temmuz Şehitler oldu ama o, boğaz köprüsü, aynı ihtişamı ile seyreyledi, dünyayı ve üzerinden gelip geçenleri.
Kimi dertli, kimi acılı, kimi hasta, kimi kavuşma şafağında, kimi yeni doğurduğu bebeği, kimi toprağa teslim ettiği düşünceler ile geçti. Hiçbir görüntü, o senede bir kez yaya ve koşarak geçilen, eskiden daha uyumlu iken insanlar, köprünün ortasına varınca; evlenme teklif eden, pasta kesen, halay çeken ve gülüşleri, yanaklarından taşanlar kadar olmadı.
Ta ki geçen geceye kadar…
Bir Eylül akşamı,
Kasım’da, Aşk Başkadır’ a varıp,
Aslında, Cemal Süreya’nın dört mevsim şiiri gibi ve de var olmanın, dayanılmaz hafifliğini serpiştirdi, gönüllere…
İstanbul, İstanbul olalı böyle güzel, böyle içten, böyle samimi, böyle gerçek bir dayanışma uzun zamandır görmedi. Salgın dönemi, sadece ülkemiz için değil tüm evrendekilerin bir farkındalık kazanmasına sebep oluşturdu. Bir, kendi kendine dönüp, tarafsız bir öz eleştiri yapabilme durumu. Açıkçası bu, hem kendini hem dünyaya nasıl davrandığı ile ilgiliydi. Anlar gibi oldu ama tam oturtamadı. Maskeleri, ağaç dallarına asan zihniyet, çünkü yerlere tüküren, ifrazat fırlatan, araçla geçerken küllüğü boşaltan ya da yediği bisküvinin ambalajını atan ile aynı neolatik dönemden kalmaydı. Hatta bazıları Homo Sapiens kalacağım, diye tutturmuştu. Omurga vardı, kuyruksuz türdü ama evrim gerçekleşmemişti! Gerçekleştirme düşüncesi yoktu çünkü. O yüzden sürüngen formatında salındı durdu. Ders alan aldı. Bunun emareleri ise bir, iki ay önce başlamıştı. Sarı otobüsler, sarı taksilere gönderme yapar gibi araçlarını bazıları fesleğen çiçekleri, hatta ve hatta şoför yanına şeker ikramı ve güler yüze başladılar. Bu ışığı alan aldı, siz toplu taşıma kullanmıyorsanız, kaçırdınız. Cefası, sefasından çoktur ama halk vardır orada yani bütünü oluşturan parçaya ortak olursunuz. Ama geçen gün ki görüntüyü, asla unutamayacaksınız, zira unutulacak gibi değil!
Çok şükür, dedirten türden, hem de, işte biz buyuz! Diye sessizce, bir meltem edası ile Boğaz Köprüsünün üzerinde, Martı kuşunun kanatlarında açan yedi verenler gibi… O salgın döneminde, en çok can kaybının yaşandığı motokuryeleri, fırtınada bir anne ve baba edası ile arasına alıp, geçirdi sarı otobüsler.
Hani Edip Akbayram’dan yıllardır dinlediğimiz o muazzam “İnanın çocuklar, inanın motorları maviliklere süreceğiz” şarkısından haykıra haykıra. Düşmana, fesada, haine inat geçirdiler, geçtiler. Gün, birlik ve beraberlik, dayanışma günüdür dediler.
Köprüden geçti gelin, telli gelin…
Bir tek kahveyi, bir ruju bile kurye ile getirten, kendi yiyecek ama yolda ki ne yapıyor demeyen, insanlaşma evresinde ki tür, yaya kaldı. Giden gitti, geçen geçti. Darısı elmaların nasibini bulmak isteyenlere…
İstanbul, İstanbul’um çok güzelsin!
Nazım’ın hasret kaldığı, canı İstanbul ve saman sarısı, işte var etti kendini yeniden…
Sarı sarı…
Daha da güzel olacaksın…
AYDINLIKLA,
SEVGİ İLE..
EL ELE.
Yorum Yazın