Merhaba. Kışa girmek üzereyiz. Soğuk havaların iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladığı bu günlerde, kapalı mekanlarda ısınmanın, eğlenmenin, dostlarımızla hoş sohbetler etmenin de zamanı geldi. Tabi kış günlerinin olmazsa olmazı kültürel etkinliklere katılmayı da unutmamak gerekir çünkü kış aylarında sinema, tiyatro, opera, konser gibi etkinliklerin tadı bambaşka olur ve eminim ki hepimiz az çok hafızamızda yer eden, yaşama alışkanlıklarımız içine dahil olan sinema ve tiyatro mekanlarıyla iç içe olmanın hazzını her kış bir nebze de olsa yaşarız. Böyle şehir kültürüyle özdeşleşen, adeta onun kültürel yaşamının bir parçası olan, hatta yaşamımıza sirayet eden, bu tür tarihi mekanlar son yıllarda maalesef azaldı ve genellikle bu tür mekanlar AVM lere taşındılar. Bir EMEK sinemasının harcanışı, Yeşilçam sokağının değişimi, Kadıköy’deki Reks sinemasının pandemi döneminde kapanması, Sadri Alışık, Kenter Tiyatroları’nın kapanışı gibi… ama tiyatro, sinema ile soluk almaya devam ettiğimiz mekanlarımız İstanbul Kültür hayatının kalbinde nefes almaya devam ediyorlar, en azından kalanlara sahip çıkalım ve koruyalım. Örneğin Ferhan Şensoy’un ölümünün ardından Beyoğlu Ses Tiyatrosu’nda” Şahları da Vururlar oyunu” bu sezon da devam ediyor…
Konu tiyatrodan açılmışken geçen haftalarda İzmir turnesine çıkan ve benim de İzmir’de olduğum bir periyodda izlediğim, oldukça dikkat çekici bir oyundan sizlere bahsetmek istiyorum. İstanbullular belki de oyunu ilk gösteriminin yapıldığı Moda-Sahnesi’nde izlemiş olabilirler: “On İkinci Ev”. Bir kez şunu söylemeliyim, çok iyi bir ekip kurulmuş; iyi ve uyumlu bir takım çalışması yapılmış; bunu oyunu izledikten sonra oyuncu ve ekiple yapılan canlı söyleşi sırasındaki konuşmalardan iyice anladım. Zaten sahneye konan oyunu izlediğinizde de bunu anlıyorsunuz. Oyunun en dikkat çekici taraflarından bir tanesi de oyunun şeffaf bir camın arkasında başlangıçta sessiz oynanması, bu sessiz, beden ve işaret dilini, bunun da bir ötesi cam üzerine yazılan ve çizilen görsel dili kullanan, oyuncu Melek Ceylan önemli bir işe imza atıyor. Bu yaratılan karma yeni bir dille kendi hikayesinin katmalarına bizi açıyor. Melek Ceylan’ın beden dilinde bir süreklilik var, bunu önemli buluyorum, çünkü oyuncunun beden dili bir alfabedir. Bunu Londra’da tiyatro çalıştığım yıllarda Etienne Decroux’nun öğrencileri Claire Hegen (Theatre du Movement-Paris-Hareket Tiyatrosu) ve Denise Boulanger’den (L’ecole de Mime-Mim Okulu-Quebec) öğrenmiştim. Etienne Decroux’u Le Mime Corporal (Bedensel Mim) sanatının mimarı. Ben de bu öğretinin içinde (üç boyutlu vücut dizaynında olduğu gibi örneğin) onlardan bir şeyler öğrenebilmenin gururunu yaşıyorum. Melek Ceylan’da buna benzer bir vücut dilinin alfabesini kuruyor bu oyunda. Oyun bu bağlamda hem seyirciyi zorluyor hem de ona yeni olanaklar sunuyor. Oyunun hikayesinin oyuncunun kendi öz yaşamından yola çıkarak kaleme alınması ve bunun için “Rehberli Otobiyoğrafi” (ROB) yönteminin kullanılması oyunu daha da ilgi çekici kılıyor, bu anlamda ekibe katılan ve oyun metnini şekillenmesinde önemli katkılar sunan Dr. Mürüvet Esra Yıldırım ile bu yöntem üzerine bir süre sohbet etmek fırsatımız oldu oyun bitiminde, sayfalarca notlar alan, analiz eden, sorgulayan ve karşılaştıran bu yöntem, dramaturji açısından da hem dramaturg Yaşam Özlem Gülseven’e hem de oyuna, oyunculuğa yepyeni olanaklar sunmuş. Beden, mekan ve metin kullanımı açısından Fiziksel Tiyatro’nun gelenekleriyle örtüşen bu oyunun yönetmeni Salih Usta’da bu alanda çalışmalar yapmış bir yönetmen, dolayısıyla oyuna ve oyuncuya da bu deneyimler yansımış. Tiyatro’nun sınırlarının sürekli genişlediği, geliştiği bir 20. ve 21. Yüzyıllarından bugüne, Türkiye’de Avangart Tiyatro’nun hala gelenekselleşip ve sürekli bir zemine oturmaması üzücü. İsterim ki Türkiye’de de yıllardır süregelen Fiziksel tiyatro, Dans tiyatrosu, Absürd tiyatro vb. gelenekleri sürdüren ekipler olsun. On İkinci Ev ekibi de ileriki yıllarda hep ismini duyacağımız belki de bu öğeleri kullanan ekiplerden biri olacaktır. Oyunda kendi sesini inşa eden ve onu arayan bir kadını hikayesi var; çok kültürlü, çok dilli, etnik, tarihsel ve mekânsal olarak, şehirden şehre bir göç hikayesi bu, bu göçün içinde şekillenen hikayeler ilk çocukluktan, gençliğe ve ergenliğe kadar uzanıyor ve bizi yaşamın ve bu toprakların gerçekleriyle evrensel bir boyutta baş başa bırakıyor. Bu bağlamlardan bakınca yenilikçi ve özgün yaklaşımlarıyla oyunun Tiyatro Eleştirmeleri Birliği Jüri ödülünü almasını da yadırgamamak lazım. Oyunu izledikten sonra ekibin iletişim danışmanı Zeynep Nur Ayanoğlu oyuncu Melek Ceylan’ın bu yılki Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu dalında aday gösterildiği haberini de verdi. Avrupa Birliği Sivil Düşün turne desteğiyle gerçekleşen bu oyun, yaz aylarında Gökçeada ve Ankara turnelerinin ardından Gaziantep, Eskişehir, İzmir ve Bursa gibi şehirlerde turnelerine devam ediyor ve zaman zaman İstanbul Moda Sahnesi’ne de geri dönüyor. Bu oyunu mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. İlgileniyorsanız oyun biletlerini tiyatrolar.com Adresinden temin edebiliyorsunuz.
Bugün size yine genç bir şairimizin kitabından dem vurmak istiyorum. Rıdvan Ardıç’ın 2021 yılında Klaros Yayınları’ndan çıkan “Meksika Açmazı” adlı kitabı, Rıdvan Ardıç 1990 doğumlu ve “Meksika Çıkmazı” ilk şiir kitabı. İlk çıkış için oldukça güvenli, kendinden emin ve sözünü esirgemeyen bir sözceleme kurmuş Rıdvan Ardıç, şiirde güven önemlidir; şaire de şiire de güven duymak için şiirde samimiyet aranır; aynı insana duyulan güven gibidir bu da. Meksika Açmazı’nda bu samimiyeti buluyoruz. İçi dışı bir bir şiir bu, dolayısıyla bizi içine çekiyor ve merak uyandırıyor, bu bağlamda bütün kartlarını açık oynamış şair. Mısranın estetiğini yükseklerde kurmaya çalışan; anlamı da bu bağlamda söz dizini içinde farklı dil kurgularıyla aramaya çalışan bir yapıda bu şiirler. Sevindirici olan şu ki şairin kurmaya özen gösterdiği bu mısra estetiği ve kurgusu söz-dizimsel olarak anlamı doğru yere oturttuğunu hissettiği yerde sonlanmış, bu da dizgeyi mısranın imlediği yerde şiirin bütünü içinde doğru bir boyuta çekiyor, şiiri ne dışlıyor ne bütünlüyor bu aradalık Rıdvan’ın şiirini çekici kılan nüve bence. Bu boyutta okuyucuyu yakalayan, hayattan gerçeklerle, şairin yaşam deneyimleriyle örülü bir evren kuran şair kendi çıkmazlarına hayattan cevaplarla şiir yoluyla yepyeni olanaklar sunmaktadır ve böylece okuyucuyu da bu bağlamda yeniden düşündürmektedir. “doğrusu ölmek her birimize eşit şanslar sunar güneşli gün bir gün/sen bir nar ağacını feda et köklerine İran hikayeleri anlat ki doğsun”(tren soymanın incelikleri şiiri sf.7); “ait olmayı sor bir çingeneye ve huzuru iyi bilir bir grup mağribi” (demokrasi şiiri sf.9) ; “ben senin bildiğin erkeklerdenim ki bu yokluğu başka nasıl yenecektim” (kör adamın sigarası şiiri sf. 11); “bu günahların kainatta alameti yok/bu günahların dünyada tercihi çok” (Meksika çıkmazı şiiri sf.12) Günlük sokak dilini şiir diline güzel bir yemeğe konulan baharat tadında karıştırmış şair. Kültür ve düşünce evreni, genç bir şair için zengin manzaralar sunuyor okuyucuya. Çoğulculuk var bu şiirlerde, Dünya’nın kaosu, İstanbul’un karmaşası, bunların yansımaları, insan kimliklerinin ve bireyin açmazları var cinsellik ve aşk da bunlardan sadece iki tanesi. Rıdvan Ardıç yazdığı şiirle şiirde demokrasiyi arıyor adeta, bu arayış, genç şiirimiz için de bir umuttur bence. Şiirde özgür düşünmek önemli bir düsturdur. Düşünce ne kadar özgürleşir ve bağımsızlaşırsa, bireyin yaşamı da şiiri de bundan payını alır. Bu özgürleşme sezginin, imgenin, hayal gücünün ve dilin sınırlarını belirsiz çizdiği derinleşen ve genişleyen bir boyutu da temsil eder. Onun şiirinde bu bakımdan yaşamın gürültüsü ve huzursuzluğu var; bu muammanın ortasında şiirde huzur bulan bir bu çağ bilgeliği de gizli orada, ama bu bilgelik okült değil, yaşamsal ve pratik bir bilgelik yaratmanın derdinde Rıdvan Ardıç’ın şiirinde. Yaşamın ve Dünya’nın bu karmaşasından yeni bir şiir dili çıkabilir mi? Kaosla huzurun kesiştiği ortak bir çemberde yazmak gibi bir şey bu: İnce bir ipin üstünde yürüyor gibi şair ya da Rus ruleti oynamaya hazır bir aktör gibi. Bu şiirler bunu söylüyor bana: “meşgul çalmıştı ne zaman bir acil servise ihtiyaç duysa/kalpler tek ölür bunu bütün havariler bile-bilirdi oysa” (sf.18-başıboş köpekler yıldızsız gecelerde şiiri); Rıdvan Ardıç bütün bunları vücuda getirirken şiirini eleştirel bir zemine oturtmaktan da geri durmamış, bu eleştirel bakış, iyi bir şiirin dinamosudur; hem yazılan şiire hem geçmiş şiirimize bu gözle de bakmak önemlidir. Şiirde bu eleştirel kuşku sezginin ışığını yükseltir. Bu eğilim bu şiirlerde var. ”underlog: her kul bir günahını satsa* perçinleriz cehennemdeki iktidarımızı”/”şiir yazılımcılarının unuttuğu bir şey var* bet yükselir ses kesilir sahadayız” (geniş alan kovalamacası şiiri sf. 19): İşte bu mısralar tam da Rıdvan Ardıç ‘ın yazdığı şiirin temeline ve bugün yazılan şiire de ışık tutan mısralar: Şiir yazanların unutulduğu ama şiir yazılımcılarının boy gösterdiği bugünkü şiir anlayışının karanlık yüzüne tutulan ışık gibi bu mısra. Genç şairin isyanı ve bu isyan üzerine kurduğu dil ve söylem önemlidir. Şiirin göstergesi hayattır, hayatın göstergesi de şiirde vücut bulabilir, doğru bir şairin doğru zamanda vücuda getirdiği şiirlerde… Mısranın hikayesi, şiirin de hikayesini belirler, bu bütün şiire yayılmışsa “narrative” (anlatımcı) bir şiirle karşılaşırız, şair şiirin bu özelliğini mısra boyutunda zaman zaman kullanmasına hatta çarpıcı ve merak uyandırıcı bir şekilde kullanmasına rağmen , şiirin bütününde bu anlatımcılığı bazen fazla yalnız bırakıyor: Bu hem iyi hem de kötü yansımaları olabilecek bir dilemmadır şiirde ama Rıdvan Ardıç’ın şiirinde bu kullanım baskın bir öğe olmadığından, onu hataya düşmekten şimdilik kurtarıyor (ıska geçmek gibi); bu yüzden bahsettiğim hikayeleme tuzu biberi olarak kalmış, yine de şiirine bir renk katmış, hikayenin sonunu merak edenlere kötü bir haber olacak bu mısralar, aslında hayal gücümüzü de bu anlamda zorlamak için iyi değil mi? Her şair şiir tarihimizden izler taşır; Rıdvan’ı okurken de Ece Ayhan ve Küçük İskender’i hatırladım desem yeridir. Son olarak Rıdvan Ardıç’ın şiirlerindeki lirizme değinmek istiyorum, bu da anlatımcı şiir özelliği gibi klasik anlamda baskın değildir şiirinde ama deneysel lirizm olarak adlandıracağım bir perspektiften yeniden kurgulanmıştır ama klasik lirik mısralar aralara yine de serpiştirilmiştir. “ısınır penceremde yabancı kuşların mücadelesi” gibi; kafiye anlayışı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bunlar şairin şiirin temellerini de bildiğini gösteren işaretler. Olabildiğince doğru miktarlarda bir yemeğe konulmuş baharatlar gibi hepsi; ama görünen o ki Rıdvan Ardıç kendi yemeğini kendi üslubuyla pişirme derdinde, iyi bir şair olma yolunda sessiz adımlarla ilerliyor ve bir sonrakinde de bize yepyeni şiir lezzetleri tattıracak gibi gözüküyor. Meksika Açmazı bir şairin dünyasından yaşanan açmazlara verilen gerçek ve samimi bir cevaptır kanımca ve bu şiirin, şairin açmazlarından yola çıkarak, geniş bir perspektifte, şairi gelecek yıllarda büyük bir çıkışla şiir dünyamıza daha belirgin olarak kazandırabilir. “Varlık Gençlik Ödülleri” nin bu türde kitaplara da layık görülmesi taraftarıyım. Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Bu pazar yine hain bir terör saldırısıyla yüreklerimiz ağzımıza geldi. Hepimiz yakınlarımıza bir şey olmamıştır inşallah diyerek telefonlara sarıldık. Karanlık güçlerin ülkemizin huzurunu bozmaya yönelik eylemleri yeni değil. Bu karanlıkta Cumhuriyet tarihimiz boyunca binlerce kişiyi kaybettik. Bu suçsuz insanlar terör denen karanlık ellerin yönettiği bir iblisin masum kurbanlarıydılar. Uğur Mumcu, Hrant Dink, Onat Kutlar, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Çetin Emeç vb. gibi pek çok aydınını da bu karanlıkta yitirdi bu Ülke. Çok kültürlü, çok dilli, bütün dinlere hoşgörülü, mozaik bir kültürden ve medeniyetten yeşeren bu topraklar üzerinde toplumsal huzurumuzu ve barışımızı yıkmaya yönelik bu girişimleri her birey gibi ben de kınıyorum ama yapabileceğimiz daha somut işler ve atacağımız adımlar olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de politikacılar başta olmak üzere her bireyi daha uyanık olmaya ve doğru adımlar atmaya davet ediyorum. Bu ülke hepimizin. Kanla değil huzurla yıkanan topraklarda yeni bir güne doğmak dileğiyle…
Yorum Yazın