Yazının başlığına bakıp,”Bu da nedir?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Anlatayım. Türkiye, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan şimdiki AB’yle 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da bir ortaklık antlaşması imzalamıştı. Bu antlaşmadan amaç AET ve Türkiye’yi birbirine yakınlaştırmak, ileriki yıllarda da Türkiye’nin birliğe üyeliğinin önünü açmaktı.
Ancak ne yazıktır, 1978 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın tam üyelik başvurusu yapmaları zamanı gelince Yunanistan hiç tereddüt etmeden baş vurusunu yaptı. Öte yandan Ankara’da CHP Hükumeti’nin Başbakanı Bülent Ecevit ,”Onlar ortak biz Pazar” sloganıyla AET’ye tam üyelik başvurusu yapmayı reddetti. Ecevit’in gerekçesi, Türkiye ekonomisinin AET’yle bütünleşmeye hazırlıklı olmamasıydı. İşin ayrıntılarına girecek değilim. Ama özetle olay böyle olmuştu. Bizler de gazeteci olarak gelişmeleri birebir yaşamıştık.
Ankara Antlaşması’nın imzalanmasının üstünden 60 yıldan fazla zaman geçti. AB’yle ilişkilerimizin ne kadar gergin, hatta kopma noktasında olduğunu bilmeyeniniz yok. Kapalı kapılar ardında kimi AB uzmanlarının bu ilişkileri kurtarıp bir asgari müşterekte buluşulması çalışmaları yaptıkları kulağıma geliyor. Dilerim başarılı olurlar.
Gelelim Brüksel’den yapılan son açıklamaya. AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, 27 üyeli birliğe, Kosova dışında tam katılımları neredeyse kesinleşen Kuzey Makedonya, Sırbistan, Kosova, Bosna Hersek, Arnavutluk ve Karadağ (Montenegro) için kesenin ağzını açacaklarını ve bu iş için altı milyar Euro para ayırdıklarını söyledi. Kuzey Makedonya’nın başkenti Üsküp’ü ziyaretinde Ursula Von der Leyen şöyle konuştu:
“Ekonomilerimizi yakınlaştırmalıyız. Bu büyüme planı ekonomilerinizi güçlendirecek, yeni istihdam alanları açacak. Bu plan on yılda ekonomilerinizi ikiye katlama potansiyeline sahip.”
Fransa’da yayınlanan La Tribune’ün haberine göre AB Komisyonu Başkanı altı milyar Euro’yla aşamalı bir planın hayata geçirileceğine dikkat çekerek,”Altı ülke AB genişlemesinin fırsat penceresini çok iyi yakalamalı ve kriterlerinin AB’ninkilerle uyumlu olmasına özen göstermelidir,” diye konuştu.
Geçmiş bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Özellikle 2004’te AB’nin son genişlemesinin tamamlanmasıyla Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerine başlaması kesinleşiyordu. Brüksel ve Ankara’da yapılan görüşmelerde müzakere fasılları açılıyor, ancak bazı fasıllar ise neredeyse sonsuza kadar kapalı kalacak gibi görünüyor, bunun üstüne Brüksel Ankara’nın önüne yeni koşullar getiriyordu. Her seferinde de Brüksel’den aynı ses duyuluyordu:”Türkiye ev ödevini yapmalı.” O zaman diliminde Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel’in Ankara’yla ilişkileri düzenlemek için ortaya attığı çok parlak bir fikir vardı:”Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilsin.”
AB’nin “mış” gibi yapıp Türkiye’yi “hazmetmeye” yanaşmaması, bizim hükümetin de siyasi İslamcı hedefleri nedeniyle AB’ye soğuk durması girilen çıkmazı daha da çıkılmaz hale getirdi. Gördüğüm kadarıyla şu anda Ankara, Brüksel’den işine gelmeyen bir işaret aldığında, ülkede barındırdığı milyonlarca sığınmacıyı koz olarak kullanırken Brüksel tarafı da sığınmacıları uzak tutmak adına Ankara’nın suyuna gitmeye bakıyor.
Yakın gelecekte neler olur, diye sorarsanız söyleyeyim. Bugün AB’yle tıkanmış gibi görünen ilişkiler bir avuç Brüksel uzmanı sivil insan tarafından tamir edilmeye çalışılıyor. Ankara’nın taşları havalanmaz ya da daha açık söylemek gerekirse Türkiye’yi Batı vizyonundan Doğu’ya çekmeye çalışanlar, amiyane tabirle tekere yeniden çomak sokmazsa dilerim sonuç alırlar.
Yorum Yazın