Doğada karşılaştığımız her aşırı durumun iklim krizi ve iklim değişiminin sonucu olarak yorumlamak hiç de yanlış olmaz. Demek ki bizler şu anda iklim krizinin sonuçlarını yaşıyoruz. Ancak işin kötü tarafı çocuklarımız ve gençlerimiz bu sonuçları kendilerinden önceki jenerasyondan yani bizlerden daha şiddetli yaşayacaklar. Peki biz çocuklarımızın hakkını nasıl ödeyeceğiz? Büyüklerinin almadığı önlemler sebebi ile bu gençler kendi dertlerine kendileri çözüm bulmak zorundalar. Gelin en azından şunu yapalım. Oyumuzu parti gözetmeksizin kim bu konuda “gerçekten” çalışacak ise ona verelim.
Eşime dostuma, iklim krizini anlatırken, evet birey olarak yapacaklarımız bu soruna çözüm olmayacaktır ama, en azından tüketimi en aza indirerek çözüme katkı sağlayabileceğimizi söylüyorum her fırsatta. Bir ayakkabınız varsa bir tane daha almayı düşündüğünüzde, bir değil iki kez değerlendirin yada yeni bir kıyafet alırken. Genelde şüpheyle dinliyorlar beni, “benim almayacağım bir tişört nasıl bu soruna çözüm olabilir ki diyorlar”. Bir tişörtün üretimi için 2000-2500 litre su harcanıyor dediğimde bir de Türkiye’nin su fakiri bir ülke statüsüne geldiğini söylediğimde eh işte biraz daha anlaşılır olabiliyorum. En sonunda diyorum ki, “Kime bırakacaksın bu bahçeyi? Oğluma tabi? Evet ama oğlun o bahçeyi sulayacak su bulamayacak eğer bu su tüketimi böyle devam eder ise.” Abartı değil gerçekten, gençlerimiz ve çocuklarımız zor durumda kalacak eğer bizim jenerasyonumuz gösterişli yaşamlarına bir dur demez ise, karar alıcılar gerekli önlemleri almaz ise.
Aslında toplum olarak iklim krizinden ve sonuçlarından haberdarız. İklim Haber ve KONDA’nın işbirliğiyle her yıl yapılan “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri “ araştırmasının bu yılki sonuçları yakın bir zamanda yayımlandı.
Türkiye’de yaşayanlar İklim değişikliğinin varlığını inkar etmiyorlar hem de %98 oran ile. İklim değişikliğinin insan etkisiyle olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde %78. İklim değişikliğinden endişe duyanların oranı %83. Araştırmadaki en çarpıcı sonuç ise bu oranların her yıl düzenli olarak arttığı bilgisi.
Halk bu bilince varmış şahane, ancak şöyle de bir durum var. Yeşil alanların tahribini bu konuda birincil neden olarak gören halk, İstanbul’un akciğerleri olan Kuzey Ormanları’na havaalanı ve otoyollar inşa eden yetkililere ses çıkarmıyor. Çıkaranlar var elbette, araştırmadaki sonuca göre bu konudan endişe duyan halkın oranı yüzde 83, ses çıkaranların sayısı ise bir avuç insan.
Yine aynı şekilde yaşadığı yerin yakınında termik ve nükleer santral görmek istemeyen halk, en çok güneş ve rüzgar santrallarını tercih ediyor. Aynı halk Akkuyu’da yapılan Rusya orijinli nükleer santrali bırakın ses çıkartmayı, milli gurur vesilesi olarak görüyor. Yine bir avuç insanı tenzih ediyorum.
Bu araştırmada pazar günü yapılacak seçimler düşünülerek de bir soru yöneltilmiş vatandaşlara: “Partilerin/adayların Çevre/İklim/ Enerji konusundaki politikaları oy tercihinizi etkiliyor mu?”
- Araştırma sonuçlarına göre, her üç kişiden biri parti veya adayların çevre ve iklim konusundaki politikalarının oy tercihlerini etkilediğini söylemiş.
- Eğitim seviyesi arttıkça, “çevre ve iklim konusundaki politikalar oy tercihimi etkiler” yanıtını verenlerin oranı da artıyor.
Üç kişiden biri hiç de azımsanmayacak bir oran aslında. Yani oy verecek olanlar, siyasi görüşü “öyle” olmadığı halde, gençlerimize ve çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya vaat ediyor diye, hiç benimsemediği bir partiye oy verir mi, bilemedim. Ben verir miyim? Veririm.
Veririm çünkü “İklim Krizinin” en somut sonuçlarından biri öngörülen 1,2 milyar kişinin iklim felaketleri yüzünden yerinden olup göç etmesi artık an meselesi. Nelere sebep olur bu göç bir düşünelim, gıdaya erişimin zorlaştığı, su kaynaklarının tükendiği, hastalıkların arttığı bir dünyada, kim iktidar olursa olsun kimin umurunda olur ki?
Pazar günkü seçimde önümüze gelecek olan oy pusulasındaki partilerin, İklim ve ekolojiye dönük son dönemde yaptıkları çalışmalar, takip ettiğiniz bir alan mı bilmiyorum. Ben yine de demokratik sosyalist bir sivil toplum hareketi olan İVME Hareketi’nin bu konudaki yorumunu buraya bırakıyorum. Belki bir fikir verir.
“En geniş şekilde sesini duyuran üç ana akım parti var. CHP, Deva Partisi ve AKP. Bunların dışında yerel mücadelelere verdiği destekle görünür olan TİP ve uzun zamandır ekolojist bir anlayışı kendi politik düsturunun temelinde gören HDP var. Gençlere dönük bir çaba özellikle var mı? Bizce görünür değil. AKP elbette iktidar partisi olarak biraz da yine ekonomik faaliyetin çarpan etkisini kullanmak üzere gençlerin bulunduğu sosyal alanlara, gençlerle ilgili faaliyet gösteren kurumlarına sürdürülebilirlik üzerine bazı projeler uyguluyor. Son dönemde iktidar partisinin haricinde CHP’nin Vizyon Toplantısı’nın ve DEVA Partisi’nin Eylem Planı Toplantıları ile ekoloji ve iklimin gündeme geldiğini gördük. Ama bu yalnızca bir gündeme gelme, biraz olsun tartışılma durumu yarattı. İklim konusunda bir diğer hızlı büyüyen politik inisiyatif de Yeşiller Partisi.”
Bu arada WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), yapılacak seçimlerin havanın, suyun ve toprağın da kaderini belirleyeceğini belirterek, daha güçlü, sağlıklı ve afetlere dirençli bir Türkiye için hayata geçirilmesi gereken en acil ve öncelikli 10 talebi sıraladı.
- İklim kriziyle mücadele için seragazı emisyonlarının bugünden itibaren 2030’a kadar en az %35 oranında azaltılması.
- Orman alanlarında, maden, turizm, yapılaşma gibi amaç dışı alan tahsisine ve aşırı ağaç kesimine son verilmesi.
- Kara, deniz ve tatlı su ekosistemlerinde, Korunan Alanlarımızın 2030’a kadar %30’a çıkarılması.
- Tüm kıyılarımızda gırgır avcılığı için avlanma derinliğinin minimum 50 metreye çıkarılması ve balıkların göç yolu İstanbul Boğazı’nın 2025’e kadar gırgır balıkçılığına tamamen kapatılması.
- Doğa ve insanın sağlığı, çiftçinin refahı için, 2030’a kadar tarım alanlarının en az yüzde 25’inde onarıcı tarım yapılması.
- Kuraklık ve iklim krizi ile mücadele ile su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı için Su Kanunu taslağının bir an önce yasalaşması.
- 2030’a kadar doğaya karışan plastiğin sıfırlanması.
- Doğanın ve çevrenin korunması ile ilgili yasal düzenlemelerin etkin uygulanması, denetimlerin sıkılaştırılarak ihlallere sıfır tolerans gösterilmesi.
- Tüm süreçlerin, katılımcı, şeffaf, özellikle dezavantajlı grupları kapsayacak şekilde yürütülmesi ve değişimden etkilenecek tüm kesimlerin mağduriyetlerini giderecek adil dönüşümün gözetilmesi.
- Üretime yönelik tüm teşvik ve fonların; temiz üretimi, doğa dostu teknolojileri ve karbonsuzlaşmayı destekleyecek şekilde, kirleten yöntemlerden sürdürülebilir ve döngüsel üretime yönlendirilmesi.
Yaşanabilir bir dünyanın ipuçlarını sıralamış WWF. Bu maddeler partilerin seçim propagandalarında var mı yok mu? Onu araştırmak da kişinin kendisine kalıyor. Ben araştırdım biliyorum oyumu da ona göre belirledim.
Haydi gençler kendini genç hissedenler, ülkemizin bir iklim afetleri ülkesi olduğunu unutmadan Dünyamızın yaşanabilir kalması için kim emek veriyorsa biz de oylarımızı ona verelim.
“Sen değişimin aracısın. Daha iyi bir dünyaya evet yada hayır deme gücüne sahipsin. Daha iyi bir yarına açılan kapısın" ”Anne Therese Gennari
Yorum Yazın