Bir süre önce Fransa’da “Cumhuriyet değerlerine saygıyı sağlamlaştırma” diye bir yasa tasarısı gündeme gelmişti. Tasarı Senato’da onaylandı, Meclis ve Senato son onayı verecek, bekliyoruz. Yasa ayrımcılık yasası olarak biliniyor. Yasa’nın resmi adı güzel olsa da içeriğinin Müslümanları, göçmenleri ve yabancıları hedef aldığına dair iddialar nedeniyle ‘Ayrımcılık’ yasası diye meşhur oldu. Doğal olarak biz de tepki verdik tabii.
Bahsi geçen yasada bir kişinin, aile, profesyonel ya da özel bilgilerini her ne yolla olursa olsun paylaşmak 3 yıl hapis ve 45 bin euro ile cezalandırılıyor. Bilgileri paylaşılan kişi asker, polis vs. olursa ceza 5 yıl ve 75 bin euroya çıkıyor.
Aslında kâğıt üzerinde oldukça güzel duruyor yasa, özel hayatın mahremiyetine saygı ve demokrasiye, insan haklarına katkısı olur gibi görünüyor. Konuyla ilgili 2. bir tasarı daha var, biri olmazsa öbürü cinsinden hazırlanmış o tasarı da. İçinde ‘operasyon halindeki güvenlik güçlerinin kimliklerini ortaya çıkaracak, onların fiziksel ve psikolojik hallerine zarar verecek paylaşımları suç sayan’ bir madde var. Kâğıt üzerinde aslında burada da itiraz edilecek bir şey görünmüyor.
Ama ortada bir güven problemi var. İki yönlü bir güven problemi bu; başta Müslümanlar olmak üzere azınlıklar gerçekten güvenlik güçlerine güvenmiyor. Bir de güvenlik güçleriyle ideolojik sebeplerle genetik olarak sorunları olan insanların her halükârda polisin şiddet uyguladığına dair inancından oluşmuş güvensizlik var. İşte Fransa’da bu iki yasa nedeniyle ciddi protestolar yaşandı. Protestoların temelinde ana akım medyada pek de rastlanılmayan Sarı Yeleklilere karşı uygulanan polis şiddetinin normal insanların kameralarıyla dünyaya duyurulabildiği gibi iddialar bulunuyor.
Özellikle bir yıldır salgın nedeniyle bir sürü özgürlüğünden gönüllü olarak feragat eden dünya halkları üzerinde yöneticilerin fırsat bu fırsat bakış açısıyla çok da gerekli olamayan önlemler almaya başladıkları özellikle Avrupa’da çokça dile getiriliyor.
Geçtiğimiz günlerde de Türkiye’de bir genelgeyle polis görevini yaparken ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat verilmemesi, kanuni şartlar oluştuğunda da bu tevessülde bulunan kişiler hakkında adli işlem yapılması gerektiği bildirildi… Gerekçe olarak da özel hayatın gizliliği ilkesi gösterildi.
Öncelikle Fransa örneğindeki gibi kötü niyetli kişiler güvenlik güçlerinin kimliklerini açık etmek adına böyle bir eylem yaparsa bu zaten suç ve gereği yapılıyor. Belki bu genelge de burada bir yetersizlik olduğu düşünülerek iyi niyetle çıkarıldı, olabilir. Ama Fransa örneğinde de olduğu gibi burada en başat sorun güven problemi. Yani ideolojik sebeplerle ya da daha ötesi terör örgütlerinin yönlendirmeleriyle güvenlik güçlerine otomatik olarak düşman olanların yaratacağı güven problemi. Böyle bir genelge o ekiplerin ve ‘Dış güç’ diye her gün dert yandığımız devletlerin son derece işine gelen bir şey. Güvenlik güçleri son derece nazik bir biçimde işini yaparken bir kişinin sıcaktan burnu kanasa mesuliyet bu genelge işaret edilerek pek ala güvenlik güçlerine yüklenebilir. O bakımdan bu öncelikle belirtmeliyim ki polisimizi korumaz.
Özel hayatın gizliliğinin ihlali gerekçesi ise son derece havada kalan bir gerekçedir. Günümüz dünyasında modern insanın, bir kısmı gönüllü bir vazgeçişle de olsa neredeyse herhangi bir özeli zaten kalmamış durumda. Eğer böyle bir saikle bu genelge çıkarılmışsa ve uygulanırsa gayet rahat mobese kameralarının ya da sorguda kullanılan kameraların da özel hayata müdahale olduğu iddia edilebilir. Suçluların caydırılması ya da işledikleri suçların tespit edilmesi için her yerde bulunan kameralar hiçbir suç işlemeyen insanları da 24 saat boyunca görüntülüyor örneğin. Okulu kıran delikanlı da orada eşinin yanağına kimse görmeden bir buse konduran adam da orada. Ve emin olun kayıtlarda o şekilde bir görüntülerinin olmasını istemezler ama var… Nerede kaldı özel hayat?
Unutmayalım ki özel hayatın gizliliği suç işleme özgürlüğü demek değildir. Ve unutmayalım ki güvenlik mensupları da suç işleyebilir. Güç kullanma yetkisine yasayla sahip olan bu insanların içinden de kötü niyetli olanlar ya da kendini kontrol edemeyenler çıkabilir.
Güvenlik güçleri de dahil devletinin her biriminde ve her kademesinde FETÖ tecrübesi yaşamış bir ülke olarak bunu bizden daha iyi kimse bilemez. Hele de hala dönem dönem muvazzaf güvenlik görevlilerine FETÖ operasyonları yapan bir devlet böyle bir genelgeyi özel hayatın gizliliği ilkesine dayandırırken bir daha düşünmeli derim.
Kamu hizmeti ne zamandır özel hayat kapsamına girdi?