SOHBETE PAZARTESİDEN DEVAM, YAĞAN KARA SELAM…
Cumartesi günü gazeteye tam yazdığım Pazar Sohbeti gönderdim ki, birden İstanbul sokakları kardan gelinlik giyindi ve kendini tatilin kollarına attı… Bahar gelmeden kardan bahsetmemek olmaz diye düşündüm. Dolayısıyla bu hafta, sohbetimiz Pazartesi gününe de sarktı. İyi de oldu sanki, ne dersiniz? Bu sohbette muhtemelen senenin son karının eşliğinde daha geniş, daha rahat ve daha ‘şurdan-burdan’ konuşma imkânı buluruz…
Kim inanırdı ki 21. Yüzyılın bir hafta başında; savaştan, dövizden değil de kardan konuşacağımıza? Eskilerin bir sözü vardı hani, konumuza uysun diye sonunu olumlayıp şöyle nakledeyim, “Olmaz olmaz deme; olmaz olur!”. ‘Olmaz’ da oldu işte; her taraf kar doldu işte… Birkaç günlüğüne de olsa gerek TV’deki haber kanallarında, gerek sosyal medyada hakiki savaş yerine kartopu savaşı görmek bu soğukta bile içimi ısıttı! Savaşın sevimlisi de oluyormuş deyip tebessüm ettim; kar gibi beyaz duygulara sarınıp…
Kardan başlayıp; tatlı tatlı sohbeti koyultalım mı ne dersiniz?
***
Eskilerin nazarında nasıl melankolinin mevsimi güzse, rehavetin ve işvenin mevsimi yazsa; romantizmin mevsimi de bahardı… Çünkü onlar, donan Boğaz’ın evlatlarıydılar. Kış sefillikti, perişanlıklı… Odun arayacaktın; sonra kömürü nerden bulacaktın? Hayat şartları iyileştikçe o eskilerin gözünde fukaralığın grisine boyanmış olan kış birden pembeleşti ve romantikleşti…
Evlerinde bir düğmenin çevrilmesiyle harıl harıl yanmaya başlayan doğalgaz kaloriferlerine yaslanıp, okulla bağlarını koparacak karın serpilişini seyreden çocuklar büyüdü kocaman oldu… Bir nesli geçip ikinci nesle hazırlanıyorlar. Artık donan Boğaz, Kaf Dağı kadar uzakta. “Kudurmusan denizden intikam al, ufuklardan zalam al!..” diyen şairler yerini, “Kardır yağan üstümüze geceden, / Yağmurlu, karanlık bir düşünceden…” diyen şairlere bıraktı. Üstüne bir de aranjman şarkı yaptık, “Karlar düşer, düşer düşer ağlarım…” diye… Siz bakmayın şarkıda ağlarım fiilinin geçtiğine; ben hiç bu şarkıyla ağlayanı görmedim!
***
Soracak olursanız favori kar şiirim Orhan Seyfi Orhon’un şu kısacık şiiri:
“Bu çok açık havada,
Bu çok güzel karlar,
O kadar tatlı tatlı yağmada ki…
Belki cennette şimdi kar yağıyor,
Bu kar o kar belki!...”
Karın kısalığıyla bu şiirin kısalığı arasında bağlantı kurduğumdandır belki de sevgim…
***
Karla örtülü yokuşlar bir muammadır mesela… Çocuklar için artık yirmi beş kuruşa satılan market poşetleriyle kaymalık muazzam bir eğlence; şoförler için çıkılmak istenip çıkılamayan fevkalade bir işkence! Cümlede kafiye varsa da birlik yoktur! Biri inmek ister zevkle, diğeri çıkmak ister öfkeyle… İşte bu durumda, sorunun çözülmesinde hayatın genel-geçer kuralları devreye girer: inmesi kolaydır, inmek isteyenler rahatça iner; çıkması zordur, on kişi dener birisi çıkar!
Başka bir muamma da muhalif belediyeler ile iktidar arasında yaşanır… Fazla yağan kara kim müdahale edecek? İşte o ân tekerleme gibi zincirleme hadiseler başlar: Kar yağar, yollar kapanır… Vatandaş sersefil kalır… Başkentten uçak kalkar, devasası açılınca kapatılan havameydanına iner; basına demeç verilir. Acıkınca balık yiyilir. İşin aslı MOBESE kayıtlarından öğrenilir… En nihayetinde paletli araçlar çıkar depolardan. Yollar temizlenir kardan… Yollar tuzlanır buzlanmasın diye; demokrasi de tuzlansa keşke kokmasın diye! O piti piti karamela sepeti; terazi, lastik, jimnastik….
***
Hiç kar fıkrasız olur mu? İstanbul’un meşhur paşazadelerinden biri etrafındakilere tuhaflık yapmaktan hoşlanırmış. Temmuzun en sıcak günü, yalısında, dalkavuklarına, “Haydi, kış oyunu oynayalım!” diye tutturmuş. Dalkavuktan hayır cevabı çıkar mı? Pencereler, kapılar örtülmüş. Kalın kürkler giyilmiş. Mangallar yaktırılmış. Tandırlar kurulmuş. Ihlamurlar, salepler kaynatılmış… Oradakilerin hepsi kan-ter içinde bunalırlarken, dalkavuklardan biri ağlamaya başlamışlar. Diğer dalkavuklar onu teselli etmek için, Biraz daha sabret.. Bu oyunda elbette yakında biter…” demişler. Ağlayan dalkavuk yatışacağına hıçkırmaya başlamış, “Ben geçmişe ağlamıyorum ki!” demiş, “Ya kışın kar yağarken beyefendinin aklına esip de kış oyunu oynayalım derse, o zaman halimiz ne olacak diye ağlıyorum!”.
Taşrada, bilhassa Kuzey-Doğu Anadolu’da malumunuz kışlar uzun sürer. Vakit eski. Televizyon, akıllı telefon yok. Gene böyle uzun bir kış günü sıkılan Veli, yağan kara aldırmayarak komşusu Ali’nin evine misafirliğe gider. Ali’nin evinde âdet üzre, sofra kurulur. Yemek yenir. Ardından tatlı getirilir, tatlı da yenir. Sonra kahveler içilir derken zaman geçer… Veli’nin bir türlü kalkmadığını gören Ali, kuru kuruya muhabbet gitmez diye bu sefer de çay demler; çay içerler. Bir yandan da saat sabaha yaklaşmış, Ali’nin gözleri düşmeye başlar. Kar da o kadar yağmış ki neredeyse insan boyuna ulaşmış. Veli’nin niyeti gece de konaklamak; inadına bekliyor ki teklif ev sahiplerinden gelsin… Komşusunun bu niyetini sezen Ali dayanamaz ama lafa da nereden gireceğini bulamaz. En sonunda, “Ya Veli..” der, “Çok paran olsaydı önce nereye giderdin?”. Zaten laf arayan Veli atılır, “Bu soru mu Ali Ağbey, tabii ki Hacca giderdim…”. Ali fırsatı kaçırmaz, “Etme kurban olduğum, senin daha aklına iki adım ötedeki evine gitmek gelmiyor da Hacca nasıl gideceksin?”. Yüzsüzlük parayla değil ya Veli cevap verir, “Ağbey, Mekke sıcak memleket.. Hac yolunu evimin yolu gibi kar kapamaz ki elbet giderim!.”.
***
Hemen her konuya bir mani uyduran bizler “kar” olayını de es geçmemişizdir, takdir edersiniz ki… “Dağların yatan karı..”, sözleriyle başlayan tatsız olanından bahsetmeyeceğim elbette. Daha yaratıcıları var. Mesela bir Karadeniz atma türküsünde; beyaz tenli değil de esmer olduğu için sevdiği adamdan yüz bulamayan kızın verdiği cevap dikkatimi çekmişti. Onu yazdığım bir piyeste düzenleyip şu hale sokmuştum:
“Karabiber karadır, gramla satılıyor.
Kar da beyazdır ama kürekle atılıyor!”
***
Sohbeti tatsız bitirmek istemezdim fakat bir de hayat karanlığı var… Kar, başını sokacak sıcak bir yuvası olanlar için hoş hatta eğlencelidir. Yalnız evsizlere, soğukta oturmak zorunda kalanlara ve sokak hayvanlarına hiç de hoş, eğlenceli gelmez… Büyükbabam, Ⅱ. Dünya Savaşı’nın yoksul günlerini yaşamış biri olduğundan kıştan hiç hazzetmez. Kar yağınca üzülür, “Her kar garibanın sönmüş ocağına yağıyor…” deyiverip gözünden birkaç damla yaş sızdırır.
Ee mani, şiir dedik; garibandan da bu kadar söz ettik. Bari bir şiircik de gariban dilinden dinleyelim:
“Kartopunu neylesin?
Zam topunu yiyenler.
Daha da gür söylesin,
Bahar gelsin diyenler!
Ne sıcak ne karın tok,
Fakire kar zevki lüks.
Zengineyse rota çok,
Mesela Uludağ fiks.
Kış lastiksiz araba,
Gibi karlı yoldayız.
Kızma hiç devlet baba,
Ne sağda ne soldayız!
Garibanın dilinden,
Şiir bu kadar olur.
Kar da su olur birden,
Akar yolunu bulur…”
Hepinize sımsıcak mutlu haftalar dilerim. Haftaya Pazar yeni bir sohbette görüşünceye dek, sağlıcakla kalınız.
Yorum Yazın