Erdem Beliğ Zaman

Erdem Beliğ Zaman


Ramazanın tiyatrosu tiyatroya benzemez (Ramazan Sohbetleri ⅡⅠ)

Ramazanın tiyatrosu tiyatroya benzemez (Ramazan Sohbetleri ⅡⅠ)

Dünyada muntazaman ilerleyen tek şey “zaman”. İşler savsaklar, randevular gecikir, insanlar vahşileşir, medeniyet ilkelleşir ama zaman geçmemezlik etmez. Akreple yelkovan birbirini saat icat edileli kovalar durur. Kâinatın belki de en uzun süren kovalamacası da budur. Niye mi laf kalabalığı yaptım? E işte Ramazan’ın ortasına geldik… Anlasanıza zaman geçti de geldik!
***
Bektaşi, Rıza Tevfik, mazi falan dedik, iyi hoş da biraz da bugünün Türkiye’sine bakalım istiyorum. Mazi iyidir, hele de bugünden bakıldığında genellikle pembe görünür ama malumunuz hayat sadece pembe değildir. Hatta çoğunlukla pembe değildir. Realitenin rahatsız edici renklerine belli aralıklarla maruz kalmanın faydaları saymakla bitmez, o yüzden saymayacağım. Doğrudan mevzua gireceğim…
    Ramazan ayı bazı geleneklerin bir aylığına hatırlandığı aydır. Mesela Ramazan pidesi… Mesela hurma, güllaç… “E sen de hep yemekten bahsettin…”, diyenler için ibadet ve Karagöz, Ortaoyunu, Meddah gibi tiyatromuzun kadim türleri aklıma ilk gelenlerinden bazıları… Bu sohbetimde tiyatromuzun kadim türlerinin Ramazanda nasıl hatırlanıldığından bahsetmek istiyorum müsaadenizle.
***
Bir kurnazlık etmişiz, Meddah, Karagöz, Ortaoyunu gibi türleri de tiyatroya dâhil edip ismine “Geleneksel Türk Tiyatrosu” demişiz. Bu ismin başımıza aştığı felaketlerin çokluğunu anlatsam ağzınız açık kalır! Fazla uzağa gitmeyiniz; Ramazan gelenek ayı, seneler boyunca hatırlanmayan gelenekler bu ay hatırlanır dedik ya; işte sırf tasnifi “geleneksel” başlığı altında yapıldığı için bîçare Karagöz, Meddah ve Ortaoyunu hatırlanır; bu ayda ömürleri boyunca uğramadıkları yozlaşmaya ve erozyona uğrarlar! Tek kabahatleri geleneksel başlığı altında tasnif edilmeleridir.

Başlarına gelen pişmiş tavuğun başına gelenlerle aynıdır çünkü neticede ikisi de ölüdür. Kırmızı giyen Karagöz’e yeşil giydirilir, yeşil giyen Hacivat’a da kırmızı; canlandırıp salarlar çadır meydanına… Sonra hoppa muhavere gelir. Ama öyle eskileri gibi zekayı gıdıklayan muhavereler değil, zekayı mıncıklaya mıncıklaya koparan muhavereler. Şunun gibi:

HACİVAT: Aman Karagözüm merhaba…
KARAGÖZ: Yaman beyazgözüm balkabağı… (Vurur.)
HACİVAT: Canım selam verdik, niye vuruyorsun?
KARAGÖZ: Ekler kenetler gene vururum… (Vurur) ….

İşte bu vurmalar Hacivat rolündeki oyuncu bayılana kadar devam eder. O oyuncu bayılmaz ama seyirciler bayılırlar sıkıntıdan. Katlanmalarının tek nedeni bedava oluşundandır. 
Meddah ve Ortaoyununda da durum pek de farklı sanılmasın. Ramazanda ikisi de sanki din öğretiminin emrine verilmiş birer Diyanet çalışanı vazifesi görür. Yok onu yapmayın günahtır, yok şunu yapın sevaptır… Arkadan da iki kıssayla desteklendi mi anlatı, gelsin işler! Dinî hassasiyeti olan birçok belediye Ramazan ayında bu oyunları almak için sıraya girerler. Hâlbuki esas tiyatroda sıraya giren bilet kuyruğundaki seyirciler olmalıdır. 

Esas tiyatro demişken, ülkemizde geleneksel olmayan türler dışında sanki her şey normalmiş gibi konuşuyorum lâkin mesele öyle değil… Baksanıza, ödenmeyen elektrik faturaları ya da magazin değeri olan sanatçıların katıldığı galalar olmasa hiçbir piyes konuşulmayacak… 
Hani “Beyaz Güvercin”deki oyunculuğuyla bir sezon konuşulan Nedret Güvenç? Hani “Keşanlı Ali Destanı” ile Beyoğlu’nu yerinden oynatan Gülriz Sururi? Hani Türk piyes yazarlarının hamisi Ulvi Uraz? Hani Türk Tiyatrosunun en çok sahnelenen oyununun mimarı Muammer Karaca, nerdeler? 
İnsanın, Yahya Kemal’in sis için söylediği şu mısraı tiyatro için söyleyesi geliyor: “Kapandı birbiri ardınca perdeler…”. Gerçi şimdiki tiyatroda perde de yok! 
***
Dön baba dönersek eğer Meddah, Karagöz, Ortaoyunu gibi kadim tiyatro türleri bir Ramazan yahut çocuk eğlencesi değildir. Ciddi siyasî ve sosyal hicvin yapıldığı tiyatro türleridir bunlar… Hayatın nabzının attığı türlerdir. “Şak efendim, bak efendim…” türünden espriler daha çok sonradan ortaya çıkan Tulûat Tiyatrosuna mahsustur. Diğerlerinin temelinde sağlam bir eleştiri kültürü oluşmuştur.

Milliyet gazetesi 1968’de modern Karagöz metinleri yarışması düzenlemişti. Aziz Nesin, Orhan Asena gibi yazı şöhretleri ödül almışlardı. Eğer hatırlamak istiyorsan işte böyle armağanlarla hatırla tiyatroyu, geleneği… Aklıma geldi, Devlet Tiyatrosu Cumhuriyet’in yüzüncü yılı için kadın konulu bir piyes yazma yarışması düzenlemişti. Keşke bu yarışmayı geleneğimizdeki türler üzerinden düzenleseydi. Böylece yarının tiyatrosuna bırakabileceğimiz bizden parçalarımız olurdu. Ama nerde!
***
Sohbeti 1968’de Karagöz oyunu yazma yarışmasında Karacan Armağanı kazanıp birinci olan Aziz Nesin’in şu perde gazeli ile bitiriyorum:

“Ne zaman gözleri mestâne gelir hâtırıma

Özü düşman, sözü dostâne gelir hâtırıma

 

Durmadan yükseliyor derse biri, bizde hayat

Niye bilmem ki fakirhâne gelir hâtırıma

 

Ne zaman hürriyete dâir iki laf etse biri,

Kaç zamandır yenilen nâne gelir hâtırıma

 

Yürüyor işlerimiz hızlı, çabuk dersen eğer

Buna örnek diye postane gelir hâtırıma

 

Yolunur kaz gibi aptalca bir âşık aranır

Kendi ismim geliyor, ya ne gelir hâtırıma?

 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar